Günümüz menfaat dünyası olmuş.
Maalesef menfaat bitince, dostluk bitiyor!
Ne yazık ki gerçek bu!
Ülkemizde ve Kırşehirimizde son yıllarda herkes birbirini, itip, kakıyor.
Kimse kimsenin gözünün yaşına bakmıyor. Vicdanlı insanlar, yok olup gitti. Herkes birbirinde, çıkar arıyor. İşine gelirse, ona yarıyor, işine gelmezse gözünü oyuyor!
Bazen çok daha kötüsü oluyor, tuzak, kurup, sırtından kalleşçe, vuruyorlar ne yazık ki!
Yani dostluklar, arkadaşlıklar, akrabalıklar hep sezonluk oldu, menfaat bitince, dostluklar da bitiyor!
Bunu her alanda görüyor ve toplum olarak neden bu kadar bozulduk dile veryansın ediyorsun, ama ne yaparsın ki düzen böyle oldu.
Menfaat için kırkla atanlar, en ufak bir menfaatsizlik karşısında nasıl üçyüz atmış derece vefasız olduklarını gösteriyor bilemezsiniz.
Ne de olsa gün menfaat günü olmuş.
Ahde vefa yok, insanlık bitmiş.
Varsa menfaat, yoksa menfaat olmuş her şey!
Hani herkesin bildiği bir “Akrep ile Kurbağa” hikâyesi var.
Bilmeyenler için buraya alıyorum.
Yüzemeyen bir hayvan olduğunun farkında olan akrep, bir gün nehrin öte yanına geçmek zorunda kalır.
Ne yapacağını düşünürken kıyıda pinekleyen kurbağayı görür.
Akrebin kendisine yanaştığını fark eden kurbağa korkudan suya atlayıp uzaklaşmaya başlar.
Akrep yalvaran bir ses tonuyla sorar;
─ Kurbağa kardeş; karşıya geçmem gerek. Beni sırtında taşır mısın?
Kurbağa büyüyen gözleriyle cevap verir;
─ Daha neler? Beni sokup öldürürsün!
─ Olur mu? der akrep. O zaman ben de suya batar, boğulur, ölürüm.
Kurbağa biraz düşünür ve akrebe hak verir. Kıyıya çıkar, onu sırtına alır ve karşı yakaya doğru yüzmeye başlar.
Kurbağa yolun yarısında ensesinde bir sızı hisseder. Vücudu hızla soğumaktadır. Kolları, ayakları hissizleşir.
Kurbağa beraber dibini boylayacakları suya batarken son nefesinde sorar;
─ Hani sokmayacaktın akrep kardeş?
Akrep mahsun, mahcup, çaresiz cevap verir;
─ Ne yaparsın kurbağa kardeş!.. Ben akrebim, huyum bu.
İşte vefasızlık ta bu.
Ne yazık ki kimse yapılan iyiliği takdir etmiyor, bir kahvenin kırk yıl hatırı var diyemiyor.
Şimdi Kırşehir’de buna uyan nice vefasız var.
Dün milletvekili olan, bugün aramızda olmayanlardan birisiyle konuşuyorum, dertli mi dertli. Nicelerine iyilik yapmış, sorunlarını çözmüş. Kendisine görev başında iken hayır duada bulunmuş, görev süresi içinde ne arayıp, ne soruyorlar, hatta arkasından bile atmaya başlamışlar, yapılan onca iyilikleri unutmuşlar, yeni menfaatler elde edebilmenin arayışına girmişler!
Yani yazımın başlığındaki gibi “köprüyü geçene kadar ayıya dayı” diyenler ne yazık ki günden güne artıyor.
***
Kırşehir’de çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile hep sevdiğim, değer verdiğim Alaattin Karabulut ağabeyimle sohbet ediyorum.
Bana şurdan, burdan, eskilerden, yenilerden derken bugüne geldi ve şu sözü söyledi:
“Elin memleketinin zengini şişkin, bizim Kırşehir’in fukarası şişkin.”
Gerçekten yaşadıkça, gördükçe çok yerinde bir söz olduğunu anlıyorum.
Türkiye’de işsizlik her geçen gün artıyor, tabi Kırşehir’de de…
Gelin görün ki bu işsizler iş beğenmezler, işi beğenseler, parasını beğenmezler. Yani oflaz mı oflaz oluyor bu “garipler”…
Ama bu “garipler”in cebinde metelik olmasa da şişkin mi şişkindirler. Son model giyerler, yerler içerler.
Bazen bunlara gıpta ederim oldum olası.
Ceplerinde metelik olmayan, kirada oturan bu “garipler” nasıl oluyor da böyle giyinip, böyle bol keseden yerler, içerler diye kafa yorarım.
Hali vakti yerinde olan, muhannete muhtaç olmayan, evi, arabası, işi, gücü olanlar bile bunlar kadar lüks içinde olmuyor, mütevazi bir yaşam sürüyor. Sanırım onlar da bu tip “garipler”e gıpta ediyorlardır benim gibi…
Hani fukaranın çocuğunun aç, sefil içinde olduğunu gören komşusu, eteğine kavurga dökmüş, yesin de karnı doysun diye. Aç çocuk “şeyim yandı!” demiş ya tıpkı onun gibi bir şey!
Yani fakire bazen acıyorsun, işi olsun, karnı doysun diye iş buluyorsun beğenmiyor, ek iş ayarlıyorsun parayı beğenmiyor. Deyim yerinde ise kuyruğu dikiyor da dikiyor!
Önceki gün bir esnaf hemşehrimiz kızgın mı kızgın bana dert yandı. “Ya arkadaş bu nasıl iş. Bana eleman dayanmıyor. Kırşehir’de kalifiye eleman bulamadığım için başka ilden bir eleman buldum, getirdim Kırşehir’e. Burada bir apart tuttu, dolgun maaş veriyorum, sabahları kahvaltısı, öğlenleri yemeğini veriyor, akşamları sigarasını alıyorum, hatta bir ay önce kendisine kıyafet almak istedi, bir dostuma göndererek kefil oldum bin liradan fazla kıyafet aldı. Geçen hafta bir hafta izin alıp memleketine gitti. Dönüp geldi kira için benden para istedi. Ben de defterime bir baktım benden bin 800 lira fazla para almış, şu an yok, sonra hallederiz dedim. Adam bir dışarı çıktı, tası tarağını toplayıp kaldığı aparttan çıkmış, hatta borcunu da benim ödeyeceğimi söyleyip Kırşehir’den kaçıp gitmiş. Böyle bir şey olur mu? Bu nasıl insanlık? Artık kimseye acımamak lazım” diyor.
Yani hemşehrimiz yaptığı iyiliğinin karşısında gördüğü nankörlüğü anlatırken, insanların iş için kıvrandığı bugünlerde çalışmamak için fırsat kovaladıklarına dem vuruyor.
Günümüz insanı böyle oldu işte. Cebinde metelik olmayan, ama oflazlıktan, çok bilmişlikten, şişkinlikten yanına varılmayan Kırşehir’de nice böyle oflazlar var.
İşte Alaattin Ağabeyimin 80 yıllık yaşamındaki tecrübesi de bunu anlatıyor ve sen de artık Kırşehir’de fakirin, fukaranın şişkin olduğunu kabul ediyorsun.
Büyüklerimiz bir sözü vardır:
“Esnafı asık surat, şoförü aşırı sürat, aileyi hayırsız evlat, yiğidi süslü avrat yıkar.”
Ne diyelim bizi de bu oflazlık batıracak haberiniz olsun!

***

Biraz da gülelim!

Hep yalan söyler!

Çobanın biri, dağda koyun otlatıyormuş. İhtiyar bir adam, çobanın yanına gelmiş ve su istemiş. Çoban ihtiyar adama su vermiş. İhtiyar da çobana teşekkür etmiş. Biraz soluklanmak için çobanın yanına oturan ihtiyarın gözü, çoban köpeğine takılmış, çobana sormuş:
-Ey çoban, senin köpeğin konuşur mu?
Çoban gülerek cevap vermiş:
-Amca o bir köpek, nasıl konuşsun ki?
İhtiyar adam elindeki asasını köpeğin önüne vurarak sormuş:
-Ey köpek, anlat bakalım çobanın sana ne yapıyor, nasıl davranıyor?
Köpeğin gözleri açılmış, başlamış konuşmaya:
-Çobanım bana çok iyi davranıyor, her gün yemeğimi veriyor, ben de sürüsüne bakıyorum.
Çoban çok şaşırmış. Biraz sonra, ihtiyarın gözüne çobanın koyunları takılmış ve çobana sormuş:
-Ey çoban, senin bu koyunlar konuşur mu?
Çoban da şöyle demiş:
-Amca, hadi köpek bir şekilde konuştu, ama onlar koyun, nasıl konuşsunlar?
İhtiyar koyunların birinin önüne asasını vurarak sormuş:
-Ey koyun, anlat bakalım çobanınız size ne yapıyor, nasıl davranıyor?
Bu soru üzerine, koyunun gözleri açılmış ve dile gelmiş:
-Çobanımız bize çok iyi davranıyor, sabahları ahırdan alıp, akşama kadar otlatıp, başımızda bekliyor, akşam olunca tekrar ahıra götürüyor.
Çoban iyice şaşırmış. Tam o sıra ihtiyarın gözü bu sefer çobanın dişi eşeğine takılmış ve çobana sormuş:
-Ey çoban, senin bu eşek konuşur mu?
Çoban kızarmış, bozarmış ve utana, sıkıla ihtiyara dönerek şöyle cevap vermiş:
-Konuşur ama, hep yalan söyler!

***
Sevdiğim bir söz
“Makamlar insanlara değil, insanlar makamlara şeref kazandırır.” La Edri