Toprak, kokusunu, hele bir de yılın bu zamanlarında daha çok hissettiriyor. Yağmurun günler süren, kuşların koro halinde eşlik ettiği armonisi, toprağı daha da coşturuyor ve ortaya ciğerlerin ve ruhun müziğe, dinginliğe doyduğu, yaşama sevincini artıran, sessiz kalamayacağımız bir manzara ortaya çıkarıyor… Sonrasında beton yığınları arasındaki caddede yürüyorum, o koku, o müzik, o ahenk yok ama moralimi yerine getiren başka bir şey var: Yıllardır kuruyemişçilik yapan esnaf, dükkânının önünde kırık buğday tanelerini serpmiş belirli bir yere; serçeler ve güvercinler karnını doyuruyor, o kuşların rızkını düşünen böyle iyi insanlar da var…

İnsan toprağa ne kadar yakın olursa yaşama sevinci de artıyor. Ancak modern hayat, insanı topraktan soyutlayıp, ana malzemesi toprak olan beton yığınının içine mahkûm ediyor. Yüzyıllar boyunca küçücük bir döngü etrafında hayatını geçiren, toprağıyla ve yetiştirdiği hayvanıyla iştigal eden insan, göz kamaştıran şehir ışıkları altında daha mutlu olmayı başarıyor mu? Geçim derdi, gelecek kaygısı, yalnızca tarladaki hasadın afete uğramaması ve ürünün bereketli olmasına bağlı olan geçmiş zaman insanı, neden her teknolojiye sahip olan günümüz insanı kadar dertli değildi?

Köyde bir masada oturuyoruz. Köyde oturan tanıdığımız, geçmiş zamanları özlediğini söylüyor. O da çoğunlukla şehirdeki evinde kalıyor. Etrafta derin bir sessizlik hâkim. İnsan sesi yok artık; ne bir çocuk sesi, ne de bir başka ses… Çeşmeler de kurumuş, sular çekilmiş. Geçmiş zamanları özleyen tanıdığımızın oğlu üniversite sınavına hazırlanıyor, mühendislik istiyor, köyle ilgili kafasında geleceğe dair bir düşünce yok.

Daha sonra sohbete başka bir genç katılıyor; köy işlerini sevmediğini, şimdilik mecburiyetten yaptığını, ilerde buralardan gitmek istediğini söylüyor. Yani onun da düşüncesi köyü terketmek. Tabi kendi köyünü, atalarının yüzyıllardır yaptığı işi yüzüstü bırakıp gidecek bu delikanlı...

Öteden beri toprağa hükmeden insanların torunları neden böyle oldu? Yalnızca ekonomik midir neden? Geçim derdi midir?

Çocukluğumda televizyonda “Bu Toprağın Sesi” isimli, çiftçilere günümüz teknolojisi ile nasıl tarım yapılacağını öğreten, mutlu çiftçilerle röportaj yapılan bir program vardı. Her iyi şey çocukluğumda kaldı, benim aklım ise o serçe ve güvercinde kaldı…

**

Saklı Kalan Şiirler Köşemizde bu hafta üç şiir yayınlıyorum. İlk misafirimiz M. Sunullah Arısoy, 1953 yılına ait bir şiir:

TOPRAĞIN DİLİ

Ben bir toprağım,

Bir kara toprak..

Uzanmışım,

Uzanıp da yatmışım kıt’alar boyunca.

Yeryüzüne, emin ve rahat..

 

Bir ağır yük değil, asla;

Ne sizler,

Ne evleriniz, fabrikalarınız, köprüleriniz.

Geniş olmasına genişim,

Bereketli olmasına bereketli

Sakınmam nimetlerimin hiçbirini..

Cömertçe sunuyorum:

Beni güzelce işleyin, ekin!

İşlenmedik yerim kalmamalı

Bağlar, bahçeler, ormanlar

Ekili, yemyeşil tarlalarla dolmalı

Her yanım..

 

Her yanım, her yönümde siz,

Dostça, ahbapça gülümseyiniz!

Bütün insanları seviyorum…

Ah, bir de döğüşmeseniz…

**

İkinci şiirimiz 1989 yılına ait, unutulmuş şairimiz Hicabi Kırlangıç.

YAĞMUR GÜZELLEMESİ

 

gözlerimin içi yağmur

çiçekler büyür içimde

umut tarlası yüreğim

ekinler başağa durur

 

gözlerimin içi yağmur

ve kirpiğimde bulutlar

toprak bana susamıştır

geleceğim umulur

 

gözlerimin içi yağmur

zulüm öte yanımdadır

dişimi eritir sabrım

öfkeyse içimde uyur

 

gözlerimin içi yağmur

hüznü büyütür sulayıp

gelir suları üstüme

ve bütün kirlerimi yur.

**

Üçüncü şiirimiz Tarık Orhan’ın, Türk Dili Dergisinde yayınlanmış bu şiir 1957 yılına ait:

 

BİZ DE YAŞIYORUZ BURDA

Yaşıyoruz işte, şöyle böyle…

Ele güne muhtaç değil

Bazı bulgur aşı, ayran..

Bazı ekmek, suyla.

Karınca kaderince

Yaşıyoruz işte.

Akşama kadar, tarlada

Kader ortağımız

Bir çift kara öküzle.

Tarlanın o başı senin, bu başı benim..

Ho kara gözlüm..ho..

Ayran ekmek, elma ağacının dibinde.

Sonra, arpayı serper gideriz..

“Gücüğün arpası, martın sıpası” derler,

Arpayı ektik işte.. Bizden bu kadar..

Verecek, vuracak Allah.

Bir de kısrak bir sıpa kunlarsa..

Değme keyfine evdekilerin..

Sonra, keçiler de kuzular..

Fatma yayığı iter, durur..

Boğazımız yağlanır..

Allah yağmur verir, ot verir,

Kara keçiler yer, süt olur..

Sütten yoğurt olur, yağ olur..

Yağı, peyniri satarız..

Çökelek nemize yetmez?

Altı ay sonra sıpayı da  satarız..

Tahsildarlar gelsin o zaman..

Çocukların donu gömleği de yenilenir,

Ben de bir şapka alırım.

Şu üç günlük dünyada

Geçinemeyecek ne başım var?..