"1990’lı yılların başında ülkemizin her yerinde olduğu gibi, ilimizde de özel radyo ve televizyon kanalları açıldı, profesyonel bir eğitim almasalar da görevlerini hakkıyla yapmaya çalışıyorlardı. Akşam saat 6’da yayına başlıyorlar, gece 12 gibi yayınları sona eriyordu. 1 saate yakın haber, kalan zamanlarda yorumlar, açık oturum, az da olsa müzik programları yapılıyordu. Akşam haberleri genellikle gündüz vatandaşla sokakta yapılan röportajlardan oluşuyordu.

Teknoloji ilkeldi, dışarıda çekim yapılan kamera 15 kilo vardı, kameramanlar zor taşıyorlardı, mikrofonla röportaj yapan çalışanların işi zordu, vatandaş televizyon ekranında görünmek istemiyor, fikrini açıklamaya çekiniyordu, özgüven yoktu, fikri başına belâydı.

Şehrimizde televizyon ekranlarında korkusuzca görünen biri vardı: Tartıcı Harun; çarşıda tanımayan yoktu, elinde baskülüyle her zaman, her yerde karşınıza çıkabilirdi. Hatta resmi kurumları da dolaşır, memurları veresiye tartar, aybaşlarında tahsilatını yapardı. Harun’un bir işi daha vardı. Televizyoncular haber için sokağa çıktıklarında ilk karşılaştıkları kişi Tartıcı Harun’du, yaptıkları röportajlarda mutlaka görünürdü. Kendisi ile röportaj yapılan kişinin ensesindeydi daima...  Akşam haberlerinde Harun’u en az beş haberde görmek mümkündü. Ama hiç bir zaman Harun’a mikrofonu uzatmadılar, sadece kıyıda köşede göründü. Kendilerine bu kadar yakın bir kişiye bir defa olsun mikrofon uzatmayarak, tarihi fırsatı kaçırmışlar. Yakın zamanda vefat ettiğini duydum. Bu günlerde televizyonlarda bir röportajı yayınlanmış olsaydı televizyonculuk yapmış olurlardı. Allah rahmet eylesin. Sevgili Harun seni eleştirmek için yazmıyorum, belki 15 yıldır görmedim, hoş bir sadâ bıraktın. Yazıma ışık tuttun.

Sevgili Harun, bugün televizyon kanalları 24 saat yayın yapıyor, sabahın erken

saatlerinde ekrana çıkmaya başlayıp gece 1-2’lere kadar en az 5 kanalda, aynı zatlar isminin altında Güvenlik Politikaları Uzmanı, Askeri Stateji Uzmanı, Öğretim üyesi / görevlisi, Dış Polikalar Uzmanı, Araştırmacı Gazeteci / Yazar, Editör, Gazetenin / Televizyonun Ankara Temsilcisi, Siyaset Bilimci olarak karşımıza çıkıyorlar. Bilmedikleri uzmanlık konusu yok. Konuşacağı konuya göre isminin altına uzmanlık alanı yazılıyor. Bazen elinde bir sopa bazen bir oklava, bazen de ince davulcu çubuğu ile gözümüzün içine soka soka anlatıyorlar.

Üniversitelerde çalışan hocalar var, günde 7-8 saat kanal kanal geziyorlar, ne zaman okulda ders verdiklerini merak ediyorum. Televizyonda olmadıkları zamanlarda evlerinden katılıyorlar, kocaman kitaplıkları gözüküyor. Bence 5 tanesini okumuş olsalar dâhi daha kaliteli konuşurlar. Herhalde kendi fikirlerini söyleyecek durumları olmadığından kitap okumaya gerek görmüyorlar.

Ekran ekonomistlerinin bir kısmı, mahalle bakkalı kadar ekonomiyi izah edemiyor. Bu akademisyenler, talebelerine ne öğretiyor merak ediyorum. Bir de avukat grubu var, kendi alanları dışında her şeyi konuşuyorlar, ancak hukuku konuşmaya sıra gelmiyor. Spor yorumcularının bir kısmı horoz dövüştürüyor. Kulüplere her hafta ya 6 numara, ya da 8 numara transferi yapmaları aklını veriyorlar ama, bize 30 yılda taç atmayı bile öğretemediler. Kadın programlarından bahsetmeyeceğim. Adliyelerin, emniyetin çözemediği bütün sorunları çözüyorlar. Onlar hakkında olumsuz yorum yapmaya cesaretim de yok. Siyasi partilerden çok taraftarları var.

Sevgili Harun, oturuma katılanlara gelince, genelde 1’i konuşur, 4’ü cep telefonunu kurcalar, tırnağını kesenler bile var. Konuşmacı ise bir şeyler anlattığını zannedip burası çok önemli demesine rağmen stüdyodakiler kafasını bile kaldırmaz. Stüdyodakilerden elektrik alamayınca elindeki sopasını ekranda izleyenlerin gözüne sokacak gibi davranır. Daha sonra bir başkası konuşmaya başlar, aynı sahneler devam edip gider. Günümüz maalesef bunları hem seyredip, hem de dinleyerek geçiyor. Bize eziyet ediyorlar. Bu arada kibrit kutusu kadar kameralar çıktı, elinde mikrofonla dolaşan da kalmadı. Memleketin televizyonlarındaki durumlar böyle.

Elimizden bir şey gelmiyor, ben kendilerine üzülmüyorum, eş ve çocukları ne düşünüyor bilmiyorum. (Genelde konuşmacılar erkek olduğundan) Eş ve çocukları bile babalarının bu kadar uzmanlık alanı olduğunu bilmiyorlardır…

Sevgili Harun, 90’lı yıllarda ekranda seni her gördüğümde bu kadar çıkmasa olmaz mı dediğim için senden özür dilerim. Bugün bunlar evimizde çıkmıyor, konuşmayın diyemiyoruz, işin kötü tarafı bunlar kamerayı aramıyor, kameralar bunları arıyor. Kısaca durum böyle.

SEVGİLİ HARUN! Bunları seyredeceğime, dinleyeceğime, her zaman seni ekranlarda görmek isterdim. Huzur içinde uyu."

[Okuduğunuz yukarıdaki satırlar; hayatım boyunca bana rehberlik eden, kendisinden çok şey öğrendiğim, büyüğüm, abim Mahmut Yıldız’ın edebi ve mizahi hislerinin küçük bir kısmıdır.]

*

Saklı Kalan Şiirler köşemizde bu hafta Halit Fahri Ozansoy’un iki şiirini yayınlıyorum, ilk şiirimiz 1962 yılına ait:

 

ÜÇ DOST

 

Üç dost edinmişti adamın biri:

Parası, karısı, iyilikleri.

Bir gün hastalandı, düştü yatağa;

Çağırdı onları vedalaşmağa,

Çünkü anlamıştı ölüm muhakkak!

 

İlkine dedi ki:

                     ---  Ölüyorum bak!

Dostu cevap verdi:

                    --- Korkma, ölürsen

Ruhuna bir mevlût okuturum ben!

 

İkinci dostu da geldi yanına

Dedi:

                  --- Emin ol ki ben mezarına

kadar götürürüm, ölürsen seni!

 

Yanına üç dosttan en son geleni

Dedi:

                   --- Vedalaşma benimle, derim,

çünkü ben seninle hep beraberim!

 

Adam öldü, para mevlût okuttu

Karısı kabrine gidip yas tuttu

fakat, hayattaki iyilikleri

ölümünde bile dönmedi geri;

Gitti mezara da arkası sıra

Bıraktı böyle iyi hâtıra

**

İkinci şiirimiz, usta şairin 1938 yılında yayınladığı “Sulara Dalan Gözler” kitabında yer almıştır.

 

BİR YAĞMURLU GÜNDE

 

Yağmur ince ince yağdı bütün gün

Yüzün kül renginde, bakışın ölgün..

Sanki bu yağmurdan doğmuş gibisin!

 

Damlalar yaratmış seni, damlalar

O kadar içinden ağlayışın var

Kanadı ıslanmış bir kuş gibisin!

 

Bu ıslak kanadı sen gere gere

Şimdi uçacaksın sisli göklere

Şimdi söneceksin diyorum, yazık!

 

Bulutsuz geçer mi yaşayışımız?

Yağmurlar başladı, geldi kışımız;

Yoksa gün sonunda yaslı olmazdık!