SAKLI KALAN YAZILAR
"İş icabı geçen gün bir ecnebi müessesesine gittim. Vesika, rapor gibi bazı evrak verecek, para yatıracak, kayıt muamelesi yaptıracaktım. Koca dairede genç bir kâtipten başka kimsecikler yoktu; tek başına raporları o gözden geçirdi, doldurduğum işi o inceledi, parayı o aldı, makbuzu da o imzaladı. Bütün bu işler ise ancak beş dakika sürdü; dışarı çıktım. Kapıda sırasını bekleyen bir başkası girdi, daha girecekler de vardı; yani aynı kâtip aynı günde aynı işi bir çok kere tekrarlayacak, büyük yekûn tutacağı anlaşılan bir parayı – ortada ne müdür, ne murakıp, ne kasadar- yalnız başına tesellüm edecekti. Muamelenin bir kişi ile, en basit şekilde, çarçabuk görülebilmesinden pek hoşlandım. Belli ki müessese, memuruna güveniyordu, memur da kendine!
Bu işi bir devlet müessesesinde gördürmek lâzım gelseydi her halde bir kâtibe değil, birkaç memura ve hele bir veznedara başvurmak icabedecekti. Önce amire gidecektik, sonra birkaç oda veya gişeden geçecektik, en sonunda da vezneye uğrayacaktık. Zira kırtasiyeciliğin temeli memurun iktidarından şüphe ve onuruna güvensizlik üzerine kurulmuştur. Biz memurlarımızı sabıkalıymışlar gibi daima kontrol altında tutarız; başlarında amirler dikili durur; amir de daha büyüğünden emir bekler; lüzumlu lüzumsuz talimat ister. Hâlbuki çok defa kâtibin yapacağı işi yapması lazım gelen amirdir; yahut amir lüzumsuzdur, memur aynı işi pekâla görebilir. Paraya el sürmek içinse ille bir veznedar bulundurmalıdır, aksine hiç cevaz yoktur. Bir muamelenin uzun uzun kayıtlara geçmesi, her gişede deftere takılıp kalması da işi uzatır. Yukarıda bahsi geçen kâtip de elbette bir kayıt ve bir defter tutuyordu.. Ama bunları iş sahipleri gittikten sonra rahat kafa ile tenhada yapıyordu.
Suistimalleri önleyemeyen kırtasiyecilik memurda kendine güvenme, iradesini iyi yerde kullanma ve iktidarını gösterme imkânlarını kaldıran kötü bir terbiye cenderesidir. Yalnız işleri aksatmakla kalmıyor, ruh seviyesini de alçaltıyor."
[Bu yazı 1945 yılında Akşam Gazetesinde Refik Halid Karay’ın köşesinde yayınlanmıştır]
**
Adam emekli olunca, sudan çıkmış balığa dönmüş, evdekileri kasıp kavuruyor, kolay değil otuz yıllık alışkanlık…
Otuz yıl devlet kapısında memurluk etmiş, önce vatandaşı haşlamaya başlamış, sonra odacıları, terfi etmiş şef olmuş memurları, müdür olmuş şefleri, hep haşlamış, azarlamış, hırslanmış…
Emekli olunca apışıp kalmış, kime bağıracak kime çağıracak, kimi haşlayacak, kime bugün git yarın gel diyecek?
Bütün hırsını karısından, çocuklarından, torunlarından almaya başlamış, her gün evde kavga kıyamet!..
Çocuklar bakmışlar olacak gibi değil, devir eski devir, mahallenin imamına gidip rica etmişler:
--- Babamızı buraya ibrikçi yap, ibrikleri o doldurup sıralasın!
Dedik ya, devir eski devir, öyle cami avlusunda kırk musluklu şadırvan yok, herkes bir ibrik kapıp öyle abdest alıyor…
Bizimki ilk gün ibrikleri bir güzel sıraya dizmiş, bir ucundan bakınca öbür ucu ip gibi görünüyor, ne de olsa eski memur…
Diyelim biri geldi, rasgele bir ibriği kaptı, hiç olur mu, hemen bağırırmış:
--- Bırak onu üçüncüyü al!
Başkası gelir üçüncüyü alır, ona da bir fırça:
--- Be adam beşinciyi alsana!
Beşinciyi alsa, yine kızar:
--- Sana kim onu al dedi!
Bir gün birisinin tepesi atmış:
--- Ne bağırıp duruyorsun be! O ibrik de tenekeden, bu ibrik de tenekeden, onun da içinde acı su var, bunun da içinde acı su var, ne farkı var onunla bunun!
Bizimki fırlamış ayağa:
--- Bana bak ulan, ben burada niye duruyorum? Eğer bu işe de karışmayacaksam, neye karışacağım? Bu caminin ibrikleri benden sorulur!
***
Saklı Kalan Şiirler köşemizin bu haftaki misafiri Malatya’nın Darende ilçesinin Irmaklı Köyünde yaşamış Halil İbrahim Güleç’e ait bir şiir, yıl 1972:
DEVLET KAPISINDAN ŞEKVACIYIM EFENDİM
“Bir çocuğum oldu nüfus memuru
Deftere kayıt et beyim, efendim
Dedi, bugün olmaz dinle emiri
Dedim çok uzakta köyüm efendim.
N’olur yap, deyince çattı bana kaş
Doğmadan besbelli işte dertli baş
Hemi din kardeşim hemi vatandaş
Türk sülalesinden soyum efendim.
Olmayaydı böyle çocuk nideyim
Müdüre mi varıp şekva edeyim
Başka kapı yoktur kime gideyim
Sizsiniz hem emmim, dayım efendim.
O an için razı idim ölüme
Yap işimi dönüp gidem yoluma
Baktı çarığıma, bir de dalıma
Şu azığım, şu da suyum efendim.
İşte garip köylü şaşırmış kalmış,
Memur bey cetvelde yanlışlık bulmuş
Kapıda kalmıya gözümüz yılmış
Böyle öğrettiniz, huyum efendim.
Dairende bizim için durursun,
Vatandaşı sürüm sürüm sürürsün
Niçin beni senden düşük görürsün
Böyle yaratıldım, buyum efendim.
Ekin biçiyordum orak elimde
İki gündür gel git oldum yolunda
Bir sepet yumurta yoksa elinde
Kapıdan kovarlar duyun efendim.
Gelen geçen yalanına inanır
Doğrusu bu işler biraz kınanır
Sözde Anayasa eşit hak tanır
Yok mu bu hisseden payım efendim.
İbrahim der yolu sarpa saptırdım
Ben yakamı hal bilmeze kaptırdım
Bir kodaman bulup işi yaptırdım
Kendim insan mıyım neyim efendim.”
**
Darendeli Halil İbrahim Güleç’in bu yergisine cevap veren bir memurun iki dörtlüğü de şudur:
“Memurun derdini bakan da görmez
Şikayet edenler açık söylemez
Herkesi bir tutmak insafa gelmez
Bugün git, yarın gel kanun efendim.
Üç sene beklerim otuz liraya
Her sene sürgünüm ordan oraya
Denizden kurtulup çıksak karaya
Fezaya sürerler yolun efendim”