Güzel terbiyesinde, her terbiye mevzuunda olduğu gibi, muhitin de oynadığı rol, ölçüsüz büyüktür: Temiz bir muhit, en pis insanları bile temizlenmeye zorlar. Güleryüzlü insanlar arasında, siz de en somurtgan ânınızda bile gülümsemiye, hiç olmazsa sırıtmağa mecbur kalırsınız. Nezaket, nezaketi çağırır. Çalışkan, hareketli bir muhitte, tembel, uyuşuk insan yaşıyamaz. Dedikodudan tiksinen bir cemiyette, dedikodu mikrobu üreyemez. En geniş mânâsında “Güzel” e değer ve önem veren insanlar arasında da çirkin, bayağı ve zevksiz barınamaz.

“Marifet, iltifata tabidir.” sözü doğru ise, aksi de aynı suretle gerçektir: İltifat, marifete tabidir! Biz, sözde münevverlerce, kabahati hep halka yükletmek adetimizdir: “Halk, bundan hoşlanıyor, halk bunu istiyor.” diyerek, kendi aczimizi, kendi seviyesizliğimizi, kendi görgüsüzlüğümüzü, kendi kolay şöhret ve ucuz muvaffakiyet düşkünlüğümüzü hep halkın sırtına ciro ederiz.

Halbuki, mutlak ve ebedi bir kanun varsa, o da güzelin, iyinin, doğrunun her yerde ve her zaman halkça sevildiği ve tutulduğudur. Halka, güzel ne gösterdiniz de, beğenmedi? Halka iyi ne verdiniz de, istemedi? Halka, doğru ne söylediniz de hak vermedi?

Her şeyden önce biz, münevverler, Halk’a karşı günah işlemekten artık utanalım. Eğer ortada bir kabahat varsa, o halkta değil, biz’dedir.

Biz halka, bol bol güzel, iyi, doğru örnekleri verelim, bakın halk, onları nasıl baştacı yapacak? İlle Türk halkı, şaşmaz bir selim aklın, ölçülü bir asil zevkin ve kuvvetli bir güzel, iyi doğru ananesinin mirasçısı olan Türk milleti, münevverlerimizin emeğini, hiçbir vakit haram etmez, buna inanalım: Ne ekersek, bin katıyla biçeriz!

Bunun en iyi misâli İnkılâbımızın kendisidir. Bütün diğer harp sonu inkılâpları, rejimlerini teröre, korkuya dayandırarak kurdular ve korudular. Yalnız Türk inkılâbı, kuvvetini sevgiden, iymandan aldı. Onun içindir ki, sarsılmıyoruz. Çünkü insanlar arasında sevgi ve iymandan gayri güvenilebilir bir kenet yoktur.

O halde?

Güzele, iyiye, doğruya tapan, bir millet manzarası mı halk etmek istiyoruz, daima güzel işler yaratacağız, daima iyi olacağız, daima doğru hareket edeceğiz. Güzel, iyi, doğru için aşkla, feragatla savaş, işte münevverlerimizin ahlâkı bu olacak; ailede ve mektepte terbiye sistemimizin Mihver’i bu olacak; iş hayatımızda, meslek ve memurluk münasebetlerimizde daima göz önünde bulunduracağımız yasa, bu olacak.

Her Türk, kendisini, güzel, iyi, doğru prensibe sadık kaldıkça mes'ut sayacak. Ve aksi takdirde, azap duyacak.

Bu tip insanlara şiddetle muhtacız.

Bütçesi dar bile olsa, sokakları pis, otelleri murdar, ibadethaneleri bakımsız, lokantaları mürevves, sokak levhaları çirkin, bir şehrin belediye reisi ve memurları, rahat uyku uyuyamayacaklar.

Okuyucuya kötü hikâyeler ve bayağı karikatürler veren gazetecinin lokması boğazında düğümlenecek. Güzel eserler yaratmıyan tembel sanatkâr, döşeğinde korkulu rüyalar görecek.

Çocuklarının ruhunda güzelin, iyinin doğrunun aşkını tutuştıramayan öğretmen, yeryüzünde cehennem azabıyla kıvranacak.

Günlük vazifesini, temiz dürüst ve tam yapmıyan memurun yüreği burkulacak.

O vakit, bırakın Halk, Hakem olsun; bakın, hükmünde hiç şaşar mı o?

[Bu makale, Ulus Gazetesinde 1941 yılında Vedat Nedim Tör’ün köşesinde yayınlanmıştır.]

**

Saklı Kalan Şiirler Köşemizin bu haftaki unutulmuş şairi Kâzım Nami Duru, 1946 yılına ait bir şiir.

ATASÖZLERİ 

 “Sen bir garip çingenesin;

Gümüşlü zurna nene?”

Hayır!..

Garip olur mu çingene?

Hiç olmazsa hürdür.

On gün durursa, on gün yürür.

Çergisi var, eşeği var,

Tası var, tarağı var.

En son zurnası var.

Hem çalar, hem de oynar.

Bense bir lokma ekmeği,

Nasıl kazanacağım?

O mu mes’ut, ben mi?

İşte bütün mesele!

Sen de mes’ut olabilirsin.

Yeter ki nimetler

Eşit olarak verilsin.

“Kimi yer, kimi bakar,

Kıyamet ondan kopar.”