Sonunda yazacağımı baştan yazmam gerekirse; yıllarca kaynaklarımızı üfürükten işlerle, zamanımızı içi boş tartışmalarla tükettikten, zihnimizi meleklerin cinsiyeti gibi anlamsız konularla meşgul ettikten sonra acı gerçek bir tokat gibi yüzümüze çarptı…

Pareto İlkesi, Önemli Azın Yasası, yani 80-20 Kuralı iş dünyasında yaygın bir kuraldır. Yıllarca emek verdiğim kaynak yönetiminde, verimlilik artırmaya yönelik düşüncelere ışık tutan bir tezdir. Pareto’ya göre insanoğlu sahip olduğu çabalarının, olanaklarının, kaynaklarının çoğunu (%80’ni) sonuca çok az (%20) etki edecek, ihtiyaçlarının çok azını karşılayacak şekilde harcar. Bu verimsiz bir durumdur, hatta kaynakların, yani zamanın, paranın, emeğin israfıdır.

1999 Depremi’nden bu yana neredeyse çeyrek asra yakın, 1939 Kırşehir ve Büyük Erzincan Depremi gibi önemli depremlerden bu yana üç çeyrek asrı aşan bir zamanı dönemsel ciddi düzenlemeler ve bu düzenlemelerin titizlikle uygulandığı sınırlı yapılaşmalar dışında “ağustos böceği” hovardalığında harcadığımızı daha iyi anladığımız bugünlerde, 6 Şubat 2023, saat 04:17’de yaşanan “Asrın Felaketi” sonrası daha büyük bir üzüntüyle kavrıyoruz.

Çocukluğumuzda deprem gerçeğini, 17 Nisan 1939 Kırşehir Depremine ilişkin olarak büyüklerimizin anlattığı yaşanmışlıkları dillendirirken gösterdikleri duygusallıkla öğrenmiştik. Sonrasında ülkemizde birçok deprem yaşandı ama bizzat yaşadığım 1983 Köprüköy, 1999 Gölcük, 2020 İzmir Depremleri gibi felaketler tekrarlandıkça hatırladık ama kayıpların boyutuna göre bir süre sonra unuttuk. Onbir ilimizi büyük ölçüde etkileyen ve bu illere yakın birçok il ve ilçede, bu arada Kırşehir’de de hissedilen deprem gerçeğiyle ve yıkımın ağır sonuçlarıyla bir kez daha yüzleştik.

Akpınar ve çevresindeki yerleşimlerin ağır şekilde etkilendiği 1939 Kırşehir Depreminin kentimizin yapılanmasına, imar planlarına önemli yansımaları olmuştu. Şehrimizin içinden geçen Kılıçözü Çayı boyunca yapılanma yasağına, inşaat azgınlığının ve pervasızlığının her geçen yıl biraz daha artıp zirveye çıktığı son elli yıla kadar hassasiyetle uyulmuş ve uygulanmıştır. Örneğin “hastane-postane arasındaki yolun” Kılıçözü Çayı tarafında Adliye Binasını bile devlet iki katlı olarak yapmış, Ahi Evran etrafı ve İkizarası’ndaki yapılaşma bir dönem engellenmiştir. Betonarme ve çok katlı bina yapma hevesinin artmaya başladığı 1970’li yıllardan başlayarak adı geçen yolun iki yanında yapılan temel kazılarında ilk metrede su çıkması bu yasağın önemini ve anlamını göstermekteydi.

Kılıçözü Çayının ıslahı sırasında kodunun düşürülmesi bu zemin suyu sorununu çözmüş görünse de tamamen tarım arazisi ve alüvyon gibi çürük zemin özellikli bu bölgede yapılan çok katlı imar plan değişiklikleriyle bu yasak zaman içinde kaldırılmıştır. Üstüne üstlük, “kör gözüm parmağına” der gibi Özbağ’dan Dinekbağı’na tüm Kılıçözü boyunca alüvyonlu tarım arazisinin imara açılması şehrimiz için önemli bir talihsizlik olmuş ve ciddi bir risk alanı yaratmıştır. Bu konudaki endişelerimi daha önceki yazılarımda değinmiştim. Hatta, İstanbul’da, Ankara’da iktidar partisi belediyelerinde vadi düzenlemeleri uygulamalarında vadi taban ve yamaçlarının yeşil alan ilan edilerek imara kapatılması yönündeki faydalı uygulamalara dönemin belediye başkanlarının dikkatine getirmeye çalışmıştım. Dün umursayan olmamıştı, umarım bundan sonra bu konuyu ciddiye alan, umursayan olur.

Depremle ilgili sorumluluklar konusuna gelince, her konuda olduğu gibi bu konuda da sorumlulukları grileştirerek, genele yayarak vicdanî bir muhasebeden bile kolaylıkla kendimizi kurtarabiliyoruz. Zincirleme bir sorumluluğun olduğu ağır bir faturayla karşı karşıyayız. Milletçe bu sorumluluğun gereğinin yapılmasını, büyük can ve mal kayıplarının hesabının sorulmasını istiyoruz. Felaketin sorumlularına dikkat çekmek için bugünlerde sıklıkla anlatılan bir fıkrayı, sorumluluğun büyüklüğü ve yaygınlığına dikkat çekmek için birlikte hatırlayalım.

Fıkra bu ya, bir deprem bölgesinde yıkım çok büyük olunca kaçacak yeri olmayan yetkililer “Ne gerekirse, ucu kime dokunursa dokunsun, sorumlular hakkında gereğini yapın” diye konuyu savcılığa intikal ettirirler.

Soruşturma açan savcı ilk olarak yıkımdan sorumlu kum ve çakılı çağırır. Kum ve çakıl suçlamalara itiraz eder; “Biz sorumlu değiliz, sadece harçta ve sıvada varız. Yıkıma biz neden olmadık, çimento olmuştur…”

Çimento soruşturmaya çağrılır. O da itiraz eder; “yapıyı tek başıma ben ayakta tutmuyorum, yeterince demir kullanılmamışsa deprem yüküne karşı koyamam… Asıl sorumlu odur…”

Demir çağırılır. Demir de sorumluluğu reddeder. “Mühendis ne kadar hesapladıysa, müteahhit ne kadarlık demire, çimentoya para bulup aldıysa, demir işçisi donatıyı ne kadar doğru yapmışsa… ben kirişte, kolonda o kadar var olabildim. Sorumluluk mühendiste, işçide, müteahhittedir.”

Mühendis, işçi, müteahhit çağrılır… Onlar da itiraz eder, sorumlu olarak inşaat denetimini gösterirler…

Denetçi firma da itiraz eder: “Ben hiç sorumlu değilim. Paramı aldım, imzamı attım, ben olay yerinde bile yoktum... Tüm sorumlu kendi denetim yetkisini kullanmayıp özelleştiren sizi yönetsin diye seçtikleriniz…” Seçtikleri çağrılır mı bilemedim ama çağrılsa da “siz oy verdiniz, yaptığım düzenlemelere ses çıkarmadınız, yaptığımı çoğunluk destekliyor diye düşündüm, sorumlu sizsiniz” dese, çoğunluğun da boş boş bakacağından eminim.

Orman yangınlarından sel, toprak kayması gibi afetlere, maden ve işyeri kazalarından deprem felaketlerine bir dizi afetin çoğunda karşılaştığımız hazırlık seviyelerine baktığımızda bizi yönetsin diye seçtiklerimizi sorumlu tutmak bana da vicdansızlık gibi geliyor. Çuvaldızı kendimize, iğneyi diğer sorumlulara batırmalıyız, kanımca…

Bunca deneyimden sonra seçim tercihlerini sorgulamayan büyük halk kitleleri kumdan, çimentodan, demirden, mühendisten, müteahhitten, denetçi firmadan, tüm bunları denetleyecek, önlem alacak, hazırlık yapacak kamu kurumlarını ve kurallarını oluşturanlardan daha fazla sorumlular, daha fazla vebal altındalar. Geleceğimizi şekillendirecek, olabilecek afetlerde ve felaketlerde akıbetimizi belirleyecek çalışmaları yapacak yöneticileri seçeceğimiz bir seçimin arifesinde bu sorumluluğumuzu bir kez daha belirtmek isterim. Yaptığımız her seçimdeki tercihlerimiz, dün olduğu gibi 14 Mayıs 2023’te de, kendimizin, sevdiklerimizin, halkımızın geleceğini belirleyecektir.

“Düşen bir çığda hiçbir kar tanesi kendisini sorumlu tutmaz” imiş… Bu felakette tepeden tırnağa bir dizi sorumluluk halkası var. Özetle hepimiz sorumlu, hepimiz enkaz altındayız. Olay yerinde olmadıkları, görevlerini yapamadıkları için kendilerini sorumlu tutmayanları, sorumluluğu başkalarına atarak kendini rahatlatmaya çalışanları kamu vicdanına ve ilahî adalete havale ediyor, yaşamımızın en elim ve vahim olayında enkaz altında kalmalarına engel olamadığımız insanlardan özür diliyorum.

Bu zor günlerde birbirine kenetlenmeyi başaran tüm görevlilere ve gönüllülere teşekkürü borç biliyorum. Yaralananların, yaşama tutunmayı başaranların beden ve ruh sağlıklarına tez zamanda kavuşmalarını, yüce milletimize sabır ve baş sağlığı, yaşamlarını yitirenlere rahmet diliyorum.