Yirmi iki yıl öncesiydi; babam ana caddeye yakın bir yerde apartman girişindeki boya dükkânını iki dayımla birlikte çalıştırırdı. Babam dükkânda oturur, gelen müşterilerle ilgilenir, pazarlığı yapardı. Dükkânın hemen yanı başında çoğunlukla Petlas işçilerinin gittiği kahvehane vardı, tıka basa dolu olurdu. Hemen sağ tarafta ise kulübenin içinde ayakkabı tamircisi bir adam vardı…

Babam sabahtan akşama kadar dükkândaydı ve eski bir alışkanlık olsa gerek gazete alırdı. Genelde Akşam Gazetesi alıyordu. İki sayfa bulmaca eki vardı ve tüm bulmacaları çözüyordu. Ben ise vakit buldukça dükkâna uğruyor, otururken de gazeteyi okuyordum.

Gazetede en çok ilgimi, 1980’li yıllarda tek kanallı televizyonda sunduğu eğlence programından aşina olduğum bir yazar çekiyordu. Her Pazartesi mutlaka babamın işyerine uğrayıp merakla ve heyecanla o yazarın yazısını okurdum. Babam gazeteyi eve getirdiğinde ise yazıyı kesip saklardım.

Yine bir gün, yaz mevsiminin en sıcak günlerinde dükkânda o yazarın yazısını okudum, yüzümde bir tebessüm oluştu her zamanki gibi. Çünkü yazarın yazıları da kendisi gibi muzipti. Ancak aynı gün eve geldiğimde o çok sevdiğim yazar hayatını kaybetmişti. Ne kadar üzülmüştüm, anlatamam.

Hafızamı birkaç yıl geriye sardığımda, bizleri eğlendiren, gülümseten yazarın biricik oğlunu hemen yanı başında bir kaza sonucu kaybettiğini hatırladım. Zaten o acı olaydan sonra da yaşama sevincini kaybetmişti yazar.

***

Geçtiğimiz günlerde de buna benzer bir olaya şahit oldum. Her pazartesi yazısını sabırsızlıkla beklediğim yazarın yazısını büyük bir dikkatle sonuna kadar okudum. Fakat yazının sonunda “Yaşam acılar toplamıdır.” diye yazdığı bir notla karşılaştım ve bir anlam veremedim. Ancak sayfanın hemen yanında gazetenin bir haberi ve taziye ilânı yer alıyordu.

Yazarın biricik oğlu Ozan kanser hastalığı nedeniyle ölmüştü. Yazarın dediği gibi yaşam çoğunlukla acılar toplamıydı. Bir babanın yaşarken en zor zamanlarıydı belki o iki yazarın da yaşadıkları…

Edebiyatımızda birçok örneği vardır evlâdını toprağa veren babaların; Ümit Yaşar Oğuzcan, bunun en acı örneklerinden biridir.

***

“Bu ayrılık bana yaman geldi pek,

Ruhum hasta, kırık kolum kanadım.

Ya gel bana, ya oraya beni çek,

Gözüm nûru oğulcuğum, Nijad'ım!”

Uzunca bir şiirin son mısraı olan bu dizeleri ortaokul yıllarımdan beri ezbere bilirdim. Çok zaman sonra öğrendim ki Recaizade Mahmud Ekrem kaybettiği oğlu Nijad’ı için yazmıştı bu şiiri.

***

“Ağlarım, hâtıra geldikçe gülüştüklerimiz.”

*

Saklı Kalan Şiirler köşemizde bu hafta iki şiir yayınlıyorum.

İlk şiirimiz, 1960 yılının mayıs ayında yayınlanmış bir cenaze ilanından…

İlan, Cumhuriyet Gazetesinin iç sayfalarında “Erol’a Veda” başlığıyla yer aldı. Şiirde çok büyük bir aşkın izini, hayat arkadaşını kaybeden, geride kendisi yarım kalan bir sevgilinin derin ızdırabını duyacaksınız. Bu ilanı okuduğumda şu sözü hatırladım:

 “Birbirini seven iki insandan birisi öldüğünde, asıl ölen geride kalandır.”

EROL’A VEDA

Bir varmış bir yokmuş

Bir evimiz olacak

Masallar kadar temiz

Masallarca saadetimiz…

Gökyüzünde hür yıldızlar parlayacak,

Bir yatağımız olacak

Umut dolu günlere dönük düşlerimiz…

Güneş penceremizde doğacak

Sensiz bir mavi düşünemeyeceğim

Bir ılık rüzgâr esecek saçlarımızda

Aynaya her bakışımızda seni göreceğim

Sonsuz içinde ikimiz,

Başlayacağız, ama hiç bitmeyeceğiz…

***

İkinci şiirimiz Orhan Seyfi Orhon’a ait.

VASİYET

Dostlarım, toplanın öldüğüm zaman;

Riyayı o günlük bir yana atın!

Tutunuz tabutun bir kenarından;

Bir derin çukura beni fırlatın!

Kalınca büsbütün sizden uzakta,

Vücudum çürürken kara toprakta,

Uzanın rahatça sıcak yatakta,

Yaşamak gururu içinde yatın!

Yüzyüze getirmez bizi asırlar,

Meydana vurulsun saklanan sırlar,

Sayılsın şahsıma ait kusurlar,

Korkmayın içine yalan da katın!

Anlayım: kimlermiş dost sandıklarım?

Muhabbetlerini kıskandıklarım?

Anlayım: ne boşmuş inandıklarım?

Şu yalan hayatı bana anlatın!

Dostlarım, anmayın artık adımı!

Siliniz gönülden eski yadımı!

Kırınız, sonuncu itimadımı;

Ölünce bir daha beni aldatın!