Süleyman amca 70 yaşlarında, oğlu Niyazi ile köyde çiftçilik yapar, traktörü ve bir hayli arazisi var, maddi durumları iyi. Oğlu Niyazi 30 yaşında olmasına rağmen babasının sözünden hiç çıkmaz, sakin bir yapısı var. Süleyman amca yaşına rağmen dinç ve her türlü işi yapacak durumda; günde 18 saat çalışmak ona yetmiyor, sabah en erken o kalkar, en geç de o yatar. Niyazi de kendisi gibi olsun 18 saat çalışsın istiyor, asi ve geçimsiz olduğundan, bazen gelininin ve torunlarının yanında da ağır konuşuyor, oğluna harçlık veriyor, bazen bu harçlığı kızgın olduğu zamanlar azaltıyor, yiyeceklerini, giyeceklerini bile o alıyordu. Hanife bacı bu olaylardan rahatsızlık duyuyor ancak Süleyman amcaya lafını dinletemiyordu. Niyazi’nin hanımı da bu olaylardan rahatsız olsa da eşini kırmamak için sessiz kalıyordu. Niyazi durmadan çalışmasına rağmen babasını hiç memnun edemiyor, yaptığı işi beğenmiyor, beceriksiz görüyordu, son olarak çocuklarının yanında ağır konuşunca hiçbir şey demeden evine gitti.

 

Niyazi, eşine “artık ne olacaksa olsun” dedi, eşinin kolundaki dört bileziğin üçünü aldı, sabah erkenden köyün dolmuşuyla ilçeye gitti, ilçede çok sayıda köylüsü vardı, çoğu zirai donatımda gübre yükleme, boşaltma ve ofis siloları yapıp günlük işlerde çalışıyorlardı, iyi de kazanıyorlardı. Niyazi, çocukluk arkadaşı ve hanımının amcasının oğlu Mustafa’yı buldu, durumunu anlattı, ilçeye göçeceğini söyledi, bir ev bulalım dedi. Mustafa: “Bizim mahallede müstakil iki göz bahçesi de olan bir ev var.” Eve baktılar, fena değildi, evi tuttular, taşınma vakti gelmişti, Mustafa: “Bizimle çalışıp geçinip gidersin.” dedi. O gün orada kaldı, sabah ufak bir araba tuttular, köydeki evini getirmek için kapıya yanaşınca babası: “Neredeydin, bu da ne demek oluyor!” deyip kükrese de,  “Ben gidiyorum.” dedi, başka bir şey demedi, annesi ağlasa da az sayıdaki eşyayı ve kap kacakları yükleyip kimseye eyvallah etmeden köyden ayrıldılar. Babası bağırıyordu, bu köye bir daha giremezsin.

Evin bir odasına eşyaları indirdiler, mutfak eşyalarını da bir odaya yerleştirdiler. Artık kendi evleri vardı. Niyazi ilk defa geç saatlere kadar uyudu, o gün evi yerleştirdiler, bahçede düzenleme yaptılar, çarşıya indiler, bahçede odun boldu, fırınlı soba, bir çuval un ve diğer ihtiyaçlarını aldılar. Artık kendileri alıyor,  kendileri yiyordu. Akşam olunca Mustafa’nın evine vardılar: “Arkadaşlarla görüştüm,  sabah seni alırım, beraber işe gideriz.” deyince Niyazi artık evinin reisi olmuştu.

Sabah erkenden işe gittiler, zaten hepsi tanıdığı kişilerdi, köylüleriydi. Çalışmaya başladı, iş hem yorucu değil, hem de iyi vakit geçiriyordu, ilk yevmiyesini aldı, hiç de fena para değildi, iki ay geçti, her şey yolunda gidiyordu, okullar açılıyordu. Oğlu Ali ilkokulu bitirmişti, ortaokula gitmeyeceğini söyledi, Mustafa’nın oğlu ayakkabı boyacılığı yapıyordu Ali onun yanına bir ay gitti, boyacılığı öğrendi, boyacılığa başladı, evin günlük ekmeğini alıyor, annesine para da veriyordu, hanımı da mantı kesiyor, ekmek yapmaya gidiyor, maddi sorunları yoktu, kısa sürede ilçede yaşamaya uyum sağladılar, kızları Zeynep de ilkokula başladı.

İki sene geçti, annesinden ve babasından haber alsa da hiç görüşmesi olmadı. Ali bir yakınının yanında otobüs muavinliğine başladı, eve daha fazla para getiriyor, konuşması ve davranışları olumlu yönde değişti, hoşuna gidiyor, şoför de Ali’yi koruyordu. Evine mobilya, buzdolabı aldı, artık şehirli olmuştu, para kazanıyor, harcıyor; mutluydu.

Babasının inadı, Niyazi’nin de kırgınlığı ile bir araya gelmeden 5 sene geçti, bir sabah babasının öldüğü haberi geldi, atasıydı, köye gitti, görevini yerine getirdi, 10 gün köyde kaldı, iki bacısı vardı. Bacıları: “Annemize sen bak, babamın mirasından biz bir şey istemiyoruz, senin yanında kalsın.” dediler. Annesini de alıp ilçeye geldi, eşine “köye gidelim, çiftçilik yapalım.” dedi, eşi de, çocukları da köye gitmek istemediler. Artık ilçeye yerleştiler.

Babadan kalma evi, arazileri, traktörü ve ekipmanları sattı, eline iyi para geçti, oturduğu evi satın aldı, eski olsa da çok güzel bahçesi vardı, evi tamir etti, Ali evlendiğinde oturur diye iki oda, güzel bir ev yaptı. Kendisi yine işe gidiyordu, hanımı ev ve annesiyle ilgileniyor, Ali 20 yaşına girdi, şoförlüğü iyice öğrenmişti. Otobüs şoförü olmak istiyordu, ehliyetini aldı, askere gönderdiler.

Askerde şoförlük yaptı, askerlik dönüşü, şoför arkadaşıyla çalışmaya başladı, artık otobüs şoförüydü, etrafında çok seviliyor, mahalleliye yardım ediyor, herkes Ali ile gurur duyuyor, merhametli biriydi, annesine her sefer dönüşünde gazoz ve kaymaklı bisküvi, mahallenin çocuklarına da mutlaka bir şeyler getirir, onlarla top oynardı. Babasından görmediği sevgiyi  Ali’den esirgemiyor, çok mutluydu. Yaşı 26 olmuştu, annesi, hanımı “Ali’yi bir an önce evlendirelim”, diyor, hanımı ile kendisine göre hazırlık yapıyor, babası hayatta iken merhametli davranmadı ama sayesinde hiçbir ekonomik sorunu kalmamıştı, Ali de iyi maaş alıyor, paralarını annesine veriyor, onun adına alış veriş yapıyordu.

Huzuru yerindeydi, kızı da ortaokula gidiyor, annesi bahçede iyi vakit geçiriyor, babasının göstermediği merhameti annesine, eşine ve çocuklarına fazlasıyla gösteriyordu. Hep birlikte onu el üstünde tutuyorlardı. Bir sabah evin kapısı kırılacak gibi çalıyordu, iki gece bekçisi: “Ali Erdem’in babası sen misin?” diye sordular, ne oldu? dedi, “kaza yapmış”, dediler, oraya yığıldı. Bir şey yok hastaneye kaldırdılar dediler, bu arada annesi ve hanımı geldi, bekçiler hiçbir şey söylemiyor,  üstünü giyin, gidiyoruz dediler, hastaneye vardılar, kapıda morg yazıyordu, yüzü kapalı 3 ceset vardı, Ali bu mu dediler, baktı, oraya yığıldı,  ayılttılar, ilçeye yaklaşık 20 km kala, karşıdan gelen kamyon otobüse önden çarpmış Ali ile birlikte üç kişi ölmüş.

Hanımıyla kızı geldi, birbirlerine sarıldılar, çaresizdiler. Olan olmuştu, bir hafta geçti. Komşular gelip gidiyor, teselli etse de, hayatı kararmıştı, bir ay geçti, Ali için yaptığı eve girdi, duramadı, kendisini dışarı attı, hanımı kahvaltı hazırladı, annesi bir şey yemedi, kendisi iki bardak çay içip kalktı, yorgundu, hanımı kısa sürede 10 kilodan fazla zayıfladı, birilerinin onları toplaması lâzımdı, bahar gelmişti, bahçeye bir şeyler ekiyor, orada vakit geçiriyordu, çarşıda bir şeyler alacak olsa hanımıyla gidiyor, kafası dağılsın istiyordu, bütün bunlara rağmen hanımı Ali’nin odasına sabahları girer, “Ali bugün işe erken gitmiş, yerinde yok” dediği zaman her sabah yeniden yıkılırdı.

Yaklaşık bir sene geçmişti, yavaş yavaş normal hayatlarına dönmeye çalışıyorlardı, hanımıyla çarşıya alışverişe gitti, önlerinden hızla otobüs geçti, hanımı: “Alim sürüyor, birazdan seferini tamamlar, bizden önce eve varır.” dedi. “Ali son seferini yaptı, artık gelemez.” dedi Niyazi. Çaresiz bir şekilde evin yolunu tuttular. Üç sene geçti, kızı liseyi bitirdi, devlet memuru oldu, evlendi bir de Ali’si doğdu, hayata yeniden tutunmaya başladılar.                                      

 

[Okuduğunuz yukarıdaki hikâye; hayatım boyunca bana rehberlik eden, kendisinden çok şey öğrendiğim, büyüğüm, abim Mahmut Yıldız’ın edebi ve mizahi hislerinin küçük bir kısmıdır.]