Milletimiz geçtiğimiz hafta Mersin’de yaşanan hain terör saldırısı ile derin bir hüzün ve öfke yaşadı. Ancak melun terör saldırısının acısını daha atlatamadan, AKP’nin teröristlerden birisinin adının CHP’nin yıllar önceki tutuklu gazetecilere özgürlük istediği bir raporunda geçtiğini iddia etmesi üzerine, CHP de bunun öyle olmadığını ispatlayacak olan ölen teröristin DNA raporunun açıklanmasının kasıtlı olarak önlendiğini, gerçeğin aslında farklı olduğunu ve AKP’nin kasıtlı algı yarattığını iddia etmesi çok yönlü bir siyasal tartışma başlattı.
Bu çekişmenin kamuoyuna da yansıması ile mevzu daha da derin bir boyuta ulaştı ve terör saldırısının arka planı hakkında oldukça korkunç iddialar da ortaya atıldı. Sözgelimi Mersin saldırısında terörist kendisini patlatmasına ve her şeyin paramparça olmasına rağmen yanındaki kimliğinin (gerçek kimliği bir terörist neden yanında taşır bilinmez?) zarar görmeden (!) bulunduğu ve bu kimlik sahibinin CHP’yi sıkıntıya sokacak kişi olması gazeteci Mehmet Tezkan tarafından ortaya atılması kafalardaki seçim süreçlerinde artan terörizm ve istikrar sarmalıyla ile ilgili toplumun bir kesimindeki komplo teorisi şüphelerini daha da artırdı.
Filhakika, henüz pek çok karanlık nokta aydınlanmadığından bu hususlarda detaylara girip yorum yapmadan gelişmeleri merakla takip edeceğiz. Ben bu yazıda filmi biraz daha geriye sarıp daha geniş bir perspektiften bakmayı deneyeceğim.
Bilirsiniz, İçişleri bakanı Süleyman Soylu basında sıkça ülkede çok az terörist kaldığını anlatır, onların da yakında biteceğini söyler. Ancak Mersin’de iki teröristin ellerinde uzun namlulu silahlar ve sırtları bomba yüklü çantalarla (ceplerinde asıl kimlikleriyle(!)) bir şehir merkezindeki polisevine ellerini kollarını sallayarak saldırmış olmaları açıkça ciddi bir istihbarat ve güvenlik zafiyeti olduğunu göstermektedir. 
Mersin Polisevi’nde yaşanan hain terör saldırısı sonrası AKP ile CHP arasında yaşanan çekişme, terör saldırılarının siyasal çok yönlülüğü ve karanlık derinliğine ilişkin bir mevzunun da kapağını araladı. Sosyal medyada dikkatimi çeken en önemli konularından birisi de bu saldırının seçim sürecine girdiğimiz ve AKP’nin de ciddi bir oy kaybının olduğunun bilindiği bir durumda olmasının şüpheli bulunması, bu vesile ile kamuoyunda 7 Haziran seçimlerinde ağır kayıp yaşayan AKP’nin şehirlerde terör eylemlerinin birden artması üzerine 1 Kasım seçimlerinde tekrar kendisini toparlayarak seçimi kazanması hakkındaki komplo teorilerinin tartışılmasıydı. 
Elbette bu korkunç iddialara asla inanılır gibi değil, lakin o seçimlerle ilgili olarak AKP eski Dışişleri Bakanı ve Başbakanı, şimdi Gelecek Partisi Genel Başkanı olan Ahmet Davutoğlu’nun geçmişte beyan ettiği çok tartışılan şu sözlerini hatırladım:
“Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa, birçok insan, insan yüzüne çıkamaz. Bizi bugün eleştirenler insan yüzüne çıkamazlar, açık söylüyorum. Neden mi? Gelin hafızanızı bir yoklayın. İleride bir gün Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazıldığı zaman en kritik dönemlerden, aylardan biri 7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönem olarak yazılacaktır.”
Hatırlarsanız bu sözler sonrası çok dehşet iddialar ve tartışmalar yaşanmıştı. O dönem, yani 7 Haziran ve 1 Kasım seçimler arasında Diyarbakır, Dağlıca ve Iğdır’da yoğun PKK saldırıları olmuş, Ankara’da Gar katliamı yaşanmış, İstanbul Sultanahmet’te terör saldırı olmuş, yoğunlaşan terör saldırıları sonucunda 2 seçim dönemi arasında yüzlerce sivil ve 200’e yakın güvenlik görevlisi hayatını kaybetmişti. AKP oylarını kaybetmiş, MHP koalisyona yanaşmamış, ülke adeta kan gölüne dönmüştü. Bu istikrarsızlık ve terör ortamında yapılan 1 Kasım seçimleri sonunda AKP tekrar kaybettiği oylarını kazanmış, terör eylemleri de kesilmişti. Bunu ülkede istikrarın tekrar kazanılmasına bağlayanlar olduğu gibi, bu istikrasızlıkta AKP’nin de parmağı var diyecek kadar ileri giden kesimler de olmuştu. Bu iddiaya elbette asla inanmak istemeyiz, ancak tüm olay ve tartışmaları her boyutu ile bir vaka olarak hatırlamakta da fayda var. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu yukarıdaki sözleri üzerine başlayan terör eylemleri arkasında AKP’nin konumu nedir tartışmaları üzerine zorda kalınca yukarıdaki sözlerine şöyle açıklık getirmek zorunda kalmıştı;
“7 Haziran ile 1 Kasım arasında verdiğimiz mücadeleyi unutanlar ve onu eleştirenler, o günleri konuşursak insan içine çıkamazlar' dedim. Orada da neyi kastettiğimi söyledim. Bir AK Parti'yi kastettim. İkincisi de MHP'yi kastettim. Bu tarihler arasında neler oldu kısaca söyleyeyim; 7 Haziran akşamı Konya'daydım. Oyumuz düştü, 250 milletvekilimiz var. Cumhurbaşkanıyla konuştum, ‘Merak etmeyin her şeyi düzelteceğiz' dedim. O akşam bir grup odaklar, ‘Türkiye'de kriz çıkacak' söylemlerine girdi. Benim bu millete bir borç ödedimse, 7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki akşamları uykusuz geçen gecelerimle ödemişimdir”
Elbet bu açıklamada ‘kimsenin insan içine çıkılamayacak’ bir durum görülemeyince bu kez de perde arkasındaki baskılar üzerine Davutoğlu’nun çark ettiği ve önceki açıklamalarını bu sözlerle gündemden düşürmek zorunda kaldığı kamuoyunda iddia edilmişti. Hatta o dönem Davutoğlu hakkında sözleri nedeniyle suç duyurusunda dahi bulunulmuştu. Ancak Ahmet Davutoğlu’nun daha önceleri ara sıra söylediği “ben bir konuşursam…” şeklindeki gizemli ve tehditkâr sözleri de insanlarda hep şüphe uyandırmış, kamuoyunda AKP iktidar yıllarında hiçbir şeyin aslında göründüğü gibi olmadığı, insanlardan gizlenen çok karanlık dehlizler olduğu şeklinde yorumlanmıştı. 
Karanlık çözüm/çözülüş sürecindeki PKK/HDP ile yapılan açık ve gizli pazarlık ve görüşmelerden, FETÖ ile ortak yürütülen geçmişteki onca düzmece Balyoz, Ergenekon operasyonları gibi dehşet skandallardan daha da gizli bilmediğimiz kim bilir başka neler var düşüncesinin toplumda oluşması, takdir edersiniz ki, yukarıdaki endişe verici onca açıklamalar bağlamında hiç de yabana atılır gibi durmuyor.
Bunca yaşanan tartışmalar 15 Temmuz FETÖ hain darbe girişimi ile ilgili bir mevzuyu da hatırlattı. Darbe girişimi öncesi de ülkede terör inanılmaz derecede çok artmıştı. Darbe bastırılınca MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli TBMM’deki grup toplantısında, artan terörün darbenin psikolojik ortamını hazırlamak için aslında devletteki FETÖ’cü asker ve siyasilerin PKK ile danışıklı dövüşü olduğunu ima eden, bu artan terörün manidar olduğunu belirttiği bir konuşma yapmıştı. 
Bu konuşmadan çok etkilenmiş ve isabetli bulmuştum. Daha sonra çok acı olarak anlaşıldı ki nice FETÖ’cü komutanlar PKK ile gerçekten işbirliği halindeymiş ve devlet içine sızmış bu hain yapı, teröristleri kendi menfaatleri için de kullanmış (!) Konuyu deştikçe daha da derinleşiyor, pek çok alt başlık akla geliyor. Sanırım bir köşe yazısına sığmayacak kadar yoğun ve çetrefilli olan bu konuları başka yazılarda da incelemeye devam edeceğim. Ancak olayların derinliğine dair fikir vermesi açısından son olarak aşağıda Sayın Devlet Bahçeli’nin 26 Temmuz 2015 ve 15 Eylül 2015 tarihli basın açıklamalarından bazı alıntılar vereceğim. Tabi o zamanlar ortada daha Cumhur İttifakı yoktu ve MHP gördüğü hiçbir aksaklıkla ilgili olarak lafını esirgemiyordu. 
Aşağıdaki 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri arsında artan terör üzerine bizzat MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli tarafında yapılmış değerlendirmeleri dikkatle okumanızı rica ediyorum:
“AKP hükümetinin teröre karşı gevşek tutumu, terör örgütleriyle şaibeli, sancılı diyalog ve ilişkileri Türkiye’nin elini zayıflatmakla kalmamış, korumasız, sahipsiz ve güvencesiz bir ülke haline gelmesine hizmet etmiştir…. Tüm itirazlarımıza rağmen, AKP’nin PKK’yla inatla yürüttüğü karanlık müzakereler sonunda ters tepmiş, Türkiye terörün kucağına atılmıştır…. AKP ise bu acıklı ve iç yaralayıcı gelişmeleri yalnızca izlemiş, yalnızca günü kurtarmanın telaşına kapılmıştır…. Şayet 7 Haziran’dan bugüne, farklı mahiyette iki yüz seksen bir terör eylemi gerçeklemişse bunun esas kaynağı hiç kuşku yok ki teröristlere verilen tavizlerde gizlidir….. AKP hükümeti 7 Haziran öncesinde bölücü terör örgütüne korkakça göz yummuş, büyüyen ve yoğunlaşan provokasyonları siyasi hesap kaygısıyla alttan almıştır….. Ne IŞİD, ne PKK, ne de AKP’nin birlikte çalışıp, telefonlarla gönlünü aldığı terör baronları Türkiye’yi yıkamayacaklar, çözülmesini sağlayamayacaklardır….” 
“Şehitlerimizin, trajik bir şekilde tırmanan terör eylemlerinin bir numaralı sorumlusu Erdoğan ve AKP-PKK hükümetidir….. AKP’nin, bir kiralık cinayet örgütü olan PKK’dan medet umması, taviz ve siyasi diyet listeleriyle Türkiye’yi peşkeş çekmesi felaketlerin kapısını aralamıştır."
Bu ibret dolu açıklamaların tamamını MHP’nin resmi sitesinden 2015 konuşmaları başlığı altında okuyabilirsiniz. Elbet bunlar geçmişte seçim sathı mahalline girildiğinde AKP’nin PKK ile yaptığı tek valsı değildi. Hatırlarsanız diğer seçimlerde de terörist başı Apo’nun mektubunun meydanlarda okunması, kırmızı bültenle arandığı halde kardeşi Osman Öcalan’ın TRT’de röportaja çıkarılması, yine cani Apo mektubunun bir akademisyen aracılığı ile kamuoyuna duyurulması da seçim için teröristlerin gayrı ahlaki olarak kullanıldığı şeklinde milletimizce tartışılmıştı. 
İleriki yazılarımızda yeri geldikçe siyasetin bu karanlık, dehşet dolu dehlizlerini tüm boyutları ile irdelemeye devam edeceğiz.