Mustafa Kemal Atatürk yeni devletimizi, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken kuruluş ideoloji ve ilkelerini bilhassa milletin iradesine ve egemenliğine dayandırmış, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinin acı tecrübelerinden ibretle laiklik ilkesine önem vermiş, din işleri ile siyaseti birbirinden ayrı tutmak için büyük gayretler göstermişti.

Atatürk’ün bu dâhiyane siyasetine karşı olan hareketler de elbette olmuştu. Mesela 17 Kasım 1924’te Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmuş ve Parti programının 6. maddesinde “Parti, dinsel düşünce ve inançlara saygılıdır” demişti. Partinin buradaki “din vurgusu” Atatürk karşıtı dönemin gerici ve bölücü çevrelerini hareketlendirmiş ve nihayetinde üç ay kadar sonra, 13 Şubat 1925’te “gerici ve bölücü” Şeyh Sait İsyanı çıkmıştı. 3 Haziran 1925’te irticayı hareketlerine cesaret veren Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı. Şeyh Sait İsyanı çıkınca, 1925’te “Dini siyasete alet etmek vatana ihanet suçu” olarak kabul edildi Din istismarcıları en ağır biçimde cezalandırıldılar. Ayrıca tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı.

Atatürk, Laik Cumhuriyeti kurarken siyasette din istismarına da son vermek istiyordu. Ancak 1945’te çok partili hayata geçilince kurulan partilerden bazıları hemen dini kullanma siyasetine yeniden yöneldiler. O dönem kurulmuş olan Milli Kalkınma Partisi, Sosyal Adalet Partisi, Arıtma Koruma Partisi, İslam Koruma Partisi ve Türk Muhafazakâr Partisi’nin programlarında dinsel vurgular belirgin şekilde girmişti. Bunlardan Demokrat Parti (DP) programında ise laiklikten söz edilmekle birlikte din işlerinin özerk bir teşkilata verilmesi istenilmişti. Ayrıca Demokrat Parti, laikliği “dine hürmet” olarak yorumluyor, niyetini aşikâr ediyordu. DP, çok geçmeden Arapça ezana ve Arap harflerine dönülmesi, dilde Türkçeleştirmeden vazgeçilmesi, ilk ve ortaokullara din dersleri konulması, din okullarının açılması gibi isteklerde bulundu.

İşte DP ve diğer muhalefet partilerinin dini kullanarak halka ulaştığı bir ortamda CHP de laiklik yaklaşımını gözden geçirmeye karar vermiş ve böylece dinsel bir açılım yapmaya kararlı olan CHP, medreseden yetişmiş bir İslam bilgini Şemsettin Günaltay’ı 1949’da başbakanlığa getirerek halka mesaj vermek istemişti.

CHP, 1 Şubat 1949’da ilkokul programlarına seçmeli din dersleri koydu, aynı zamanda da 8 ilde İmam-Hatip kursları açtı. 7 Ocak 1949’da İlahiyat Fakültesi açıldı. 30 Mart 1950’de, 1925 tarihli tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına dair kanunun birinci maddesi değiştirilerek 19 türbe açıldı ve böylece bu dinsel açılımlarla CHP tarafından Atatürk’ün siyasetinde gedikler de açılmış oldu. 1949’da CHP dinsel açılımlar yaparken, Ticani Tarikatı da Atatürk heykellerine saldırmaya, kırmaya başlamıştı.

Ancak CHP’nin bunca dinsel açılımları DP’nin iktidar olmasını engelleyemedi. DP, 14 Mayıs 1950’de seçimleri kazanıp iktidar oldu. DP, iktidar olur olmaz CHP’ye din üzerinden saldırmaya başladı. Tıpkı günümüzde kimi AK partililerin de Atatürk dönemini kast ederek zulüm devri demeleri gibi Demokrat Partililer CHP döneminden Atatürk’ü de kastederek “27 yıllık zulüm devri!” diye söz ettiler. CHP’ye “Dinsiz parti!” yaftasını yapıştırdılar. CHP’nin ezanları susturduğunu, camileri ahır yaptığını iddia ettiler. Bu iddiaları bugün halen kimi iktidar mensupları kullanmaya devam etmektedir.

DP, önce Atatürk’ün bazı laik devrimlerini hedef aldı. Adnan Menderes, 29 Mayıs 1950’de TBMM’de okuduğu hükümet programında, Atatürk devrimlerini, “millete mal olmuş ve olmamış” diye ikiye ayırdı. Böylece “millete mal olmadığı” iddia edilen devrimler her türlü saldırıya açık hale getirildi. DP, 14 Haziran 1950’de (CHP’nin de oylarıyla) Arapça ezan yasağını kaldırdı. Ezanı Arapçaya çeviren DP’ye “İslamiyet’in kurtarıcısı!” denildi. 1951’de Konya Kadınhan DP Kongresinde fes giyilmesi, Arap harflerine dönülmesi, kadınların çarşaf giymeleri, çok eşliliğin serbest bırakılması istendi. 1951 bütçe görüşmelerinde DP Milletvekili Şevket Ustaoğlu, Diyanet’in bütçesinin artırılmasını istedi. Ayrıca Batı hukukuna karşı dinsel hukuku savundu. DP Milletvekili Münir Hayri Ürgüplü ise dinin ve Peygamberin kanunla korunmasını teklif etti. DP Milletvekili Fahri Ağaoğlu da “İslamiyet’in devlet dini olarak kabul edilmesini” önerdi.

DP, Atatürk’e saldırmaya, din üzerinden siyaset yapmaya hız verdi. İşte yıl yıl bazı örnekler; 1952’de DP milletvekillerinden Abdullah Aytemiz, Mısır’daki El Ezher Medresesi’ne öğrenci gönderilmesi için meclise önerge verdi. Ayrıca Medeni Kanun yerine Mecelle’yi geri istedi. 29 Kasım 1955’te Başbakan Menderes, kendisine karşı ayaklanan parti grubuna, “Siz her şeye kadirsiniz; anayasayı değiştirebilir, hilafeti geri getirebilirsiniz!” dedi.

1955’te, DP’den cesaret alan Diyanet İşleri Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, “kadın memurların dairelere başları örtülü ve boyasız olarak gelmelerini” istedi. 1957’de Fevzi Boyar adlı bir vaiz, DP mitingine katılmayanları “kâfirlikle” suçlayınca hakkında dava açıldı. Boyar mahkûm oldu. Ancak polis bu kişiyi tutuklamadı. DP Milletvekili Ömer Bilen, bu vaizin affı için özel yasa çıkarılmasını istedi. 1958’de, Diyanet İşleri Başkanı Hayırlıoğlu, Kuran’ın Latin harfleriyle yazılamayacağını söyledi. 1958’de DP milletvekili Osman Nuri Nermioğlu, erkeklere ikinci evlilik hakkı için kanun teklifi sundu. DP desteğiyle Fatih, Selamet, İslamiyet, Büyük Doğu, Büyük Cihad, Doğru Söz gibi “dinci” dergiler çıkarıldı. Bu dergiler laikliğe ve Atatürk’e saldırdılar. Örneğin, 1952’de, DP milletvekillerinden Fehmi Ustaoğlu, Büyük Cihat’ta, “Milletin Atatürk inkılabına borçlu olduğu doğru değildir!” diye yazdı. 1959’da Büyük Doğu’da Necip Fazıl Kısakürek, Atatürk’ü “Sahte kahraman!”, Menderes’i ise “Tam bir Müslüman!” olarak adlandırdı. İstanbul’da Nusretiye Camisi’nin açılışında bir imamın, neredeyse Ayasofya Cami’sinin açılışında Diyanet İşleri Başkanı’nın sebep olduğu tartışmalara benzer şekilde, dolaylı olarak da olsa Atatürk’ün “cehennemlik” olduğunu söylediği iddia ediliyor. 1959’da Eskişehir’de bir temel atma töreninde başka bir imam, “Allah muhalefeti kahretsin!” diye dua ettiği dönemin basınında yer almış.

Şubat 1959’da Londra’da meydana gelen bir uçak kazasından 10 kişiyle birlikte Adnan Menderes de sağ kurtuldu. İslamcılar, Menderes’i “evliya” ilan etmekte gecikmediler. Dahası, Menderes’in kurtuluşu üzerinden laikliğe saldırdılar. “İlahi kurtuluşun lütfuna hürmeten” anayasaya “Türk milletinin dini İslam’dır, kaydını koymak gerekir” diye yazdılar. Eyüp Sultan’da kurbanlar kesildi, dualar edildi. Menderes de olayı dinselleştirme fırsatını kaçırmadı. Kaza sonrası Türkiye’ye özellikle bir perşembe günü döndü. Ertesi gün cuma sabahı Eyüp Sultan’a gitti. Orada, “Yaşa var ol Müslüman başvekil!” sloganlarıyla karşılandı. Otomobilinden inip doğruca türbeye yürüdü. Dua etti. Sonra Eyüp Camisini ziyaret etti. Cami içinde çekilen fotoğraflar hemen yurda dağıtıldı. Ömer Cebeci, Menderes’ten “Melekleşen Adam!” diye söz etti. Milletin din ve inanç duygularının sömürüsü üzerinden Atatürk’e karşı adeta bir savaş yürütülmeye başlanılmıştı.

Çok partili hayata geçilmesiyle yükselen din istismarları elbette sadece 1950’lerdeki Demokrat Parti ile sınırlı kalmadı. Din, 1950’lerden bugüne daha da artarak siyasete alet edildi; pek çok siyasi parti dini kullandı, hâlâ da kullanıyor. DP’nin siyasi halefi oldukları iddiasında bulunmuş olan ANAP ve AK Parti’nin iktidarları dönemlerinde de dinin siyasete alet edilmesi ile ilgili ileride başkaca devam yazılarımız olacaktır. Yazımı sonlandırırken, kimi âlim ve siyasilerin dinin siyasete alet edilmesine dair ikazlarından birkaç örnek veriyorum;

“En çok satılan en çok satın alınan ama hiç kullanılmayan tek şey var bu ülkede din”.  (Prof. Dr. Niyazi Kahveci)

“Hayatım boyunca bütün sektörleri tetkik ettim en kârlısının din ticareti olduğunu gördüm”.  (Osman Bölükbaşı)

“İnsanların en alçağı din kisvesi altında dünya menfaati sağlayandır!” (Abdullah Bin Mübarek 700’lü yıllarda yaşamış bir İslam bilgini)