Kerpiç evlerinin önünde ellerinde çalı süpürgesiyle kapının eşiğini süpüren o teyzeler nereye gitti? Onlar da mı kibrit kutusu gibi 3 oda 1 salon apartmanlara taşındılar?

Peki o kerpiç evlere ne oldu?

Yüz elli yıllık saman ve topraktan yapılı o eski evleri, kim bilir ne acılara, ne sevinçlere şahitlik etti? Ne düğünler oldu, ne cenazeler çıktı o evlerden? Dile gelir miydi o evler?

Şimdi mutlular mı o teyzeler, hayat standartlarını artırdık mı apartmanlarda? 

“APARTMAN”

Dün iki katlıydı

Bugün üç katlı

Derken

Dört katlı, beş katlı, altı katlı

Yükseliyor efendim yükseliyor

Memleket yükseliyor.”

                             (Melih Cevdet Anday)  

**

Eski Türk filmlerinde Muallâ Sürer isimli bir oyuncu vardı. Ahşap evlerin olduğu, site yönetimlerinin, apartman girişlerinde güvenlik kameralarının, kentsel dönüşümün, konut kredilerinin olmadığı, tüketici kredisi ödemek için ömür tüketmedikleri, saflığın, temizliğin, güvenin insanların yüzlerinden okunduğu zamanlarda, birçok filmde, mimikleri ve alaycı tebessümü ile içimizden biri olan Muallâ Teyze, fiskos yaptığı akranlarıyla sohbet bitince ‘ocakta yemeğim var’ deyip evine giderdi masumca.

Muallâ Teyze, hayatımıza, dedikodunun sözlük anlamına olumlu şeyler yazdıran müstesna bir oyuncuydu.  Keşke günümüz insanı da en az Muallâ Teyzenin oynadığı roller kadar masum olabilseydi! 

Etrafımız tapu kayıtlarında bir meskenin sahibi olmuş, ancak mutlu olamamış insanlarla dolu. Çalı süpürgesi elinde kapının önünde bekleyen Muallâ Teyzeleri de yok. 

**

Bir eski yapı yıkılıp yerine çok katlı ya da modern bir bina yapılınca her şeyin iyi olacağını sandık. O eski yapılarda biriken ve bizimle yaşayan ne kadar hatıramız varsa yıkılan bina gibi yok olup gidiyor. Geride ne mi kalıyor: Hüzün…

Mezun olduğum tarihi lise binamızdan geriye yalnızca demir parmaklıkları kaldı. Demir parmaklıklar da olmasa hiç tanıyamayacağım sanki okulumun olduğu yerleri.  Anadolu’nun her köşesinden daha 13-14 yaşlarında gelen kızlı-erkekli o öğrenciler neredeler? Daha dün avluda top oynuyorlardı. Hâlbuki kapısından ilk girdiğim ânı, ilk tanıştığım insanları hatırlıyorum ama bir garip geliyor şimdi orada duran, okulumuzun yerine yapılan kamu binası! 

*

Şimdi aklıma “Evler Şairi” olarak bilinen Behçet Necatigil’in en unutulmaz şiirlerinden biri olan “Eski Sokak” isimli şiirinden bazı mısralar geldi:

“Çocuklar orda büyüdü

Orda okula gitti

Komşunuzduk ama görüşemedik

Hiç vakit yoktu.

Bilinmedi, ne çare, sizdendik,

Yalnız biraz daha iyi yaşamaya özlemli.

Şimdi aynı uzaklık, aynı utanç,

Düşündükçe o sokağı, o evleri.” 

*

Bir de Sabri Esat Siyavuşgil’in “Odalar ve Sofalar” şiiri unutulmaz:

“Evler bir nara benzer

Nar tanesi sofalar

Akşam, yol gibi gezer,

Sükûn, su gibi odalar”

**

Saklı Kalan Şiirler köşemizde iki şiir yayınlıyorum: İki unutulmuş şair: İlk şiirimiz kime ait bilinmiyor:

“Biz eski evleriz; ahşap esmer

Sade gözlerimiz beyaz

Anlamaz halimizi uzaktan bakanlar

Ne sevinçler girmiş kapılarımızdan

Ne kederler, ne yaslar çıkmış

Anlamaz halimizi uzaktan bakanlar…” 

**

İkinci şiirimiz 1963 yılından, şair; Nurer Uğurlu’nun imzası var:

KOŞ

Ve koş çocuğum koş. Hadi koş. Aşka geç kalma

Ölümün ülkesine karanlığın içinden

Yılların ötesinden kavganın ortasına

Koş çocuğum hadi koş bir sevgidir yok olan.

Toprağın ve ekmeğin yıkılmış duvarına

O yoksul evlerine bir mısır tanesinin

Getirdiği durgunluk çamurlu bir sokakta

Koş çocuğum hadi koş bir yürektir yok olan.