Hayat bir kitap ayracına benzemez; başını ve sonunu kendin tayin edeceğin, istediğin zaman kaldığın yerde bırakacağın, istediğin zaman bitireceğin…

Burada her şey yarım kalır; hikâyeler yarım kalır, gülüşler, hüzünler, sevgiler yarım kalır, yarına bıraktığın her şey yarım kalır. Kırgınlıklar da, kavgalar da, hesaplar da yarım kalır.

Önce bir ölüm sessizliği sarar etrafı, sonra çığlık çığlığa çaresiz insanların sesleri gelir. Ancak çırpınışlar da yarım kalır. Günün ilk ışıkları etrafı aydınlattığında beton yığınlarının arasında çerçevesinden çıkmış mesut insan fotoğrafları, bir öğrencinin okul defteri, kırık bir vazo kalmıştır geriye. Ertesi güne ait tüm planlar yarım kalmıştır. Herkesin ayrı bir derdi, sevinci, çilesi vardı düne kadar; bugün ise herkes aynı hikâyede birleşti. Şarkılar yarım kaldı fakat ağıtlar yeni başladı.

Sanki her şey bir film platosu gibi. Her şeyin irademiz dışında kurgulandığı, biz hayatın anlamını kavrayana kadar filmin bittiği, başrolde de olsan, figüran da olsan filmin sonunda hep “SON” yazılan bir hayattır bu.

Yaşayanlar için hayat yarıdan devam etmez; geride kalanlar ortası yırtılmış bir defterin kalan sayfalarını yeniden yazmaya başlar, defterdeki beton izi hiçbir zaman gitmez.

Bir kısmının arkasından ağlayanı bile kalmamıştır ancak kilometrelerce ötedeki tanımadığı bir insan onlar için gözyaşı döker. O gözyaşı döktüğü sırada depremin pek hissedilmediği Anadolu’nun en ortasındaki şehirde yolunun üzerinde, metruk bir binanın balkonunda bir afiş dikkatini çeker; müteahhitlik firması şöyle yazmıştır: “Hayallerinizi inşa etmek için yakında buradayız.”

Hayaller yarım kalır.

*

“Saklı Kalan Şiirler” köşemizde bu hafta, 26 Aralık 1939 tarihinde meydana gelen ve şimdi yaşanılan deprem gibi birçok şehri etkileyen Erzincan Depreminden bir hafta sonra Nâzım Hikmet’in yazdığı şiiri yayınlıyorum.

Şair bu şiiri “Kesemden verecek şeyim yok; yüreğimden verdim.” notunu düşüyor:

KARA HABER

Erzincan’da bir kuş var

Kanadında gümüş yok

Gitti yârim gelmedi

Gayrı bunda bir iş yok.

Oy, dağlar, dağlar, dağlar;

Aldı ellerine kanlı başını

Karın ortasında Erzincan ağlar.

O ağlamasın da kimler ağlasın…

Kar yağar lapa lapa

Tipidir gelir geçer...

Yan yana sırt üstü yatan ölüler

Akşam olur tandıramaz

Ateşini yandıramaz…

Gün ağarır, şafak söker

Kimsecikler gitmez suya

Ezilmiş başlarıyla ölüler

Vardılar uyanılmaz uykuya…

Ses edip geceye beyaz taşından

Kışlanın saati çaldı ikiyi.

Ne çabuk, lâhzada bitti yaşamak…

Kiminin sakalı ak,

Kimisi altı aylık,

Kimi on üç, on dört yaşında,

Kimi yola gidecek

Kimisi mektup bekler

Yan yana sırt üstü yatan ölüler...

Yayıkta yağ vardı, dövülemedi,

Ak peynir torbaya konulamadı,

Hasret gitti ölüler

Dünyaya doyulamadı...

Uyanıp kaçamadılar,

Kuş olup uçamadılar,

Açıldı kuyular kimse inemez,

Erzincan beygiri rahvandır amma

Ölüler ata binemez,

Yan yana sırt üstü yatan ölüler...