Güzel terbiyesinin başlıca yolları: Dil, el, göz, kulak, muhittir. Her ne kadar bunların bir kaçı çok kere bir arada işlerse de hepsi aynı gayeye, “Güzel”e götürür. Bu itibarla bu tasnif biraz sunidir. Fakat tahlil için bence zaruridir.

Dil terbiyesinde ilk ana şart; Türk çocuğunun Türkçe’yi gayet iyi öğrenmesidir. Bir dili gayet iyi öğrenmek demek, onu papağan gibi konuşmak demek değildir. Bir dili iyi bilmek demek, onun bütün güzelliklerini, inceliklerini ayrılıklarını, yaşıyarak, duyarak, tadarak ona tasarruf edebilmektir. Türkçe’yi iyi bilmeyi ayrı bir mesleğin işi telâkki edenlerimiz çoktur. Bunlara göre, roman ve şiir okumak, sadece edip ve muharrir olacakların kârıdır. Meselâ, bir mühendisin bir doktorun, bir ziraatçinin roman ve şiir okumasını ayıplıyanlarımız bile vardır! Onun için meslek kitaplarımızın çoğunda bozuk ve ölgün bir Türkçe hakimdir.

Halbuki lisan güzelliği, lisan canlılığı lisan sadeliği, içtimai münasebetlerimizin en lüzumlu vasıtalarıdır. Fikirlerini iyi ve açık anlatamıyan bir adam, hiçbir meslekte muvaffak olamaz.

Türkçe halkın dili olarak, dünyada hemen hiçbir dile nasip olmıyan bir ifade zenginliğine maliktir. Türkçe, en gizli ve en ince ruh hâletlerini bile plastik bir tarzda canlandırabilen ifade şekilleri taşır: Meselâ “Dilim dolandı, içim bunaldı, canım yandı, gözlerim karardı, ödüm koptu, aklım başımdan gitti, yüreğim sızladı…vs

Hiçbir dilde, iç âlemini bu kadar elle tutulacak bir canlılıkla maddeleştirmenin imkânı yoktur. Sonra Türkçemizin yine birkaç misalle anlatabileceğim bazı hususiyetleri vardır ki, başka hiçbir dilde benzerlerine rast gelinmez.

“Başını taştan taşa vurmak!”; pişmanlığı, vicdan azabını bu kadar kuvvetle dillendirebilen başka bir dil tasavvur edemiyorum.

“Nur içinde yatsın!”; Kara toprağa gömülü bir ölü için bundan daha asil bir temennide bulunulabilir mi?

“Allah ağzının tadını bozmasın!”; Saadeti bu kadar müşahhaslaştırmış başka bir dil biliyor musunuz?

Hepimizin, bugün hiç farkına varmadan, gayet tabii olarak kullandığımız Türkçe kelimeleri ve Türkçe söz gelimleri ayrı ayrı tetkik olunmağa ve tadılmağa değer bir kuvvet, zarafet, tazelik ve inceliktedir.

Türkçe, üzerinde düşünüldükçe, daha çok sevilen, bağlanılan ve sayılan bir dildir.

İşte, mekteplerimizde, çocuklarımıza anadillerini öğretmek gibi yüksek, şerefli bir işi üzerlerine almış bulunan muhterem öğretmenlerimizin, Türkçemizi, bu en büyük milli servet’imizi gayet iyi tanımaları, ona adeta gönül vermeleri ve bu aşklarını muhitlerine sirayet ettirmeleri gerektir…

… Güzeli sevdirmenin ilk şartı, Türkçe’yi sevdirmektir…

[Bu makale, 1942 yılında Ulus Gazetesinde Vedat Nedim Tör’ün köşesinde yayınlanmıştır.]

*

Saklı Kalan Şiirler Köşemizin bu haftaki ilk unutulmuş şairi Şakir Gürpınar. Yıl: 1952

GÖRÜNÜŞ

Resimlerde hep gülerdi;

Şapkası alnından atılmış,

Tesbihi elinde.

Gözlerine bakanlar

Derin, gamlı düşüncelerini

Cevapsız kalan sorularını

Bir çırpıda okurdu.

Omuzladığı yükün,

Bunca çilelerin

Ağırlığıyla çökmüştü sanki.

Ama, yine de resimlerde hep gülerdi

Resimlerde olduğu gibi

Bir gün olsun dünyada gülmeği

Ne kadar da isterdi,

Olmadı.

** 

İkinci şiirimiz daha eskilerden, 1933 yılından. Şair: Şevket Hıfzı. Şiiri okuyunca çoğunuz, bu şiiri, sanatçı Ayla Dikmen’in şarkısı ile hatırlayacaksınız.

YANAN MUM

Son saatim çok erken

Çalsın istemiyorum.

Beni dostlar yaşarken,

Alsın istemiyorum.

Ölümümde, sonumda

Yalnızlığım ruhumda,

Gözlerim yanan mumda

Kalsın istemiyorum.