Cumhuriyet nedir? Kendi kendime soruyorum. Ancak sözlükteki yazan tanımını sormuyorum. Doğup büyüdüğüm, yaşadığım çevreyi ve geçen yılları düşününce Cumhuriyet’i şöyle tanımlıyorum:

Bizim köy ile birlikte aşiretimiz 6 köyden oluşmaktaydı. Yüzlerce yıllık geçmişi olan bu köylere okul yapılmamış. Cumhuriyet’in köylüyü okutmak, yetiştirmek, cehaleti ortadan kaldırmak amacıyla başlattığı eğitim seferberliği sonucunda kurulan Köy Enstitülerinde eğitim gören, bu 6 köyde yaşayan insanlar içinde ilk okuyan, bu eğitim sayesinde bir meslek sahibi olan, kendinden sonraki nesillere örnek olan Şerafettin Amca’dır Cumhuriyet.

Cumhuriyet, parasız yatılı olarak okuduğum lisedir.

Cumhuriyet, toprak ağalarının marabası, kölesi olmak değil, okuyup kaymakam olarak dönüp Anadolu’da toprak ağalarına, topraksız köylüyü sömüren düzene savaş açmaktır.

İkinci Dünya Savaşının devam ettiği yıllarda, babaları askere gitmiş, anası ölmüş çocukları Ankara’da, Çocuk Esirgeme Kurumu aracılığı ile sahip çıkmaktır, yani hem ana hem baba olmaktır Cumhuriyet.

Yerli Malları Haftasıdır Cumhuriyet.

Cumhuriyet, daha çok devletçilik, daha çok halkçılıktır.

Cumhuriyet, hür düşünce, eşit yurttaşlıktır.

**

“1923 yılı 29 İlkteşrin günü, saat 20.30’da 13 sene evvel bugün, Türkiye’nin “Cumhuriyet Hükümeti” olduğu resmen kabul ve ilân edildi.

“Hasta” ve sonra “Ölü” bir millet adına lâyık görülen Türk, büyük önderi Atatürk’ün dünyayı hayrette bırakan cesaret ve zekâsiyle, onun işaretiyle canlı, hem de dipdiri, tarihin bütün azametiyle derin bir uykudan uyanmış gibi gözleri kamaştıran bir ışıkla doğdu.

O gün, saat 18.45’te Büyük Millet Meclisi açıldı. Kanuni Esasi encümeninin mazbatası okundu. Hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğu, ferdi saltanatın kaldırıldığı idare tarzına “Cumhuriyet” adı verildiği kabul edildi.

Ve salon:

--- Yaşasın Cumhuriyet… sesleri ve sürekli alkışlarla çınladı.

Yeni Türk Hükümeti, bu tarihten 13 yıl önce,  Birinci Millet Meclisi’nin toplanma tarihi olan 1920 yılı 23 Nisan günü Cumhuriyet Hükümetini kurmuş bulunuyordu. 13 sene evvel bugün de resmen ilân edilmiş oldu.”  (Haber Gazetesi, 1936 yılı)

**

“Bir asırdan beri yeisten, hicabdan, zulümden ve ızdırapdan eğilen başlarımızı bugün dik tutuyoruz. Maneviyatımız da, maddi benliğimiz de dinceldi. Gönüllerimiz passız, birer inanç mahfazasıdır.

Bizi köle yapmak istiyenler, siyasette reyimizi soruyor, yardımımızı diliyorlar… Birkaç liralık bir alacak için gelir kaynaklarımızı haciz altına alanlar, hazinelerini emrimize âmâde tutuyorlar.

Sözümüz dinleniyor, sıramız gözetiliyor. Varlığımız, bizi alâkadar etmiyen davalarda bile hesaba katılıyor.

Ordumuz, en kuvvetli ordular arasında, ön saftadır. İddialarımızı icabında, onunla teyide, yurdumuza tecavüz edecekleri onunla pelemeğe muktediriz.

Maarifimiz, medeni kültürü yeni harfler sayesinde vatanın ücra köşelerine yaymıştır.

Yurdun her tarafı demiryollar ile kuşatılmıştır. Bugün bu çelik damarlardan memlekete hareket akıyor.

Dünya kriz geçirdi. Her yerde paranın kıymeti düştü. En muteber tanınanlar borçlarını ödemekten kaçındılar. Biz, mali ve iktisadi itibarımızı, hiçbir zaman ulaşamadığı mertebeye yükselttik.

Evvelce kervan geçmiyen yerlerde fabrika bacaları tütüyor. Kemalist Türkiye bugün, yabancı memleketlere ihracat yapıyor.

İçeri kaviyiz.. Dışarıda kavi!. Bunun gururunu, içimizde, ısıtan bir güneş gibi hissediyoruz.

Bugün, her yerde, her vaziyette, kafamız dik, nazarlarımız önde:

“Türk’üm… Ne mutlu bana!” diyoruz. İşte bütün bu nimetleri Cumhuriyet’e ve onu kuran Büyük Atatürk’e borçluyuz.” (Ercümend Ekrem Talû, Son Posta Gazetesi, 1938 yılı) 

*

“GÜL AYŞE’NİN İKİ LİRACIĞI!”

Bu bir hikâye değildir. Hâdise köyün karar defterinde yazılıdır. Formalitesi tamamdır. Mührü, imzası, her şeyi var. İstiyenler tasdikli bir suretini görebilirler.

“Acıpayam, Denizli vilâyetinin bir kazası; Cumayeri de bu kazanın bir köyüdür. Kazadan on iki saat uzaklıkta, kendi halinde, küçük, şirin bir Anadolu köyü…

Bu köyde oturanlar arasında Gül Ayşe isimli bir kadın vardır. Gül Ayşe, kocasını Kurtuluş Harbında kaybetmiştir. İhtiyar babasından başka kimsesi yoktur. Tarlasında köylünün yardımiyle çalışmaktadır.

Bir gün Gül Ayşe hastalanıyor. Derdli kadın, ömrünün son anlarının yaklaştığını hissedince, babasını ve köyün muhtarını yanına çağırtıyor. Onlara, dişinden tırnağından artırdığı iki liracığını Türk Hava Kurumu’na vermelerini vasiyet ediyor: Onun sevgili Mehmed’ini, gençliğinin en olgun bir çağında bir tayyare bombası almış götürmüştür.

İhtiyar baba, kızını kara toprağa verdikten sonra, kalbinde evlâd acısı ve koynunda Gül Ayşe’nin iki lirası Acıpayam’a geliyor ve yavrusunun son arzusunu yerine getiriyor.

**

Hava Kurumunu ayakta tutan ve ona Türk göklerinde hava tehlikesini yok ettirecek kudretin nerelerden geldiğini Gül Ayşe’nin iki lirasından daha güzel ne anlatabilir? Fani ve samimi olmıyan bütün hislerin yerini gönülden gelene verdiği ölüm döşeğinde, Gül Ayşe, yurdunu bütün tehlikelerden masun kılmak için döğüşmesini ve ölmesini bilen bir millet adına konuştu. Tarlasındaki mahsulün yüzde ikisini, eğer günahı varsa onun kefareti olarak ayırdığı kurbanını bu memleketin hava emniyeti için kurulmuş müesseseye veren bir millet kadar huzur içinde olmaya, kurumuna yardımı bir vazife haline getirdi. Bize vatan haritasının üçüncü budununu öğreten Gül Ayşe, Türk gençliğini bulutlara doğru çeken bir kuvvet olarak göklerimizde dolaşıyor.” (Ulus Gazetesi,  1937 yılı)

**

Saklı Kalan Şiirler Köşemizin iki şiiri de Cumhuriyetimizin 10. Yılına ait; unutulmuş ilk şairimiz Haşim Nezihi.

ONUNCU YIL DÖNÜMÜ

Bir güneş yükseliyor karanlıklar içinden,

Naralar birbirine karışıyor bu yerde.

Herkes bir başka türlü gülüyor sevincinden,

Ülkenin hür sesi var, çıkan gürültülerde.

Bir zelzele sanmayın, yer değil bu sarsılan,

Gükreyen aslanların zincir kırışlarıdır,

Şimşek değil gürliyen bu böyle zaman zaman.

Şahlanan göğüslerin gür haykırışlarıdır.

Bir kurtuluş günü var, bir düğün var bu yerde,

Bu yurdun öz sesidir çıkan gürültülerde,

Bir millet üzerinden geçiyor sarayların.

Böyle günü belki de henüz işitmediniz,

Seyrediniz ağalar, ağalar seyrediniz

Doğuyor büyük yarın, doğuyor büyük yarın.

*

İkinci şiirimiz Vasfi Mahir Kocatürk’e ait:

İNKILÂP TÜRKÜMÜZ

Bir ummanız, ucumuz görünmüyor dumanda

Toprağı baştan başa kuşatıyor yolumuz.

Coşkun akışımızda görür bize her bakan:

Dalgalar sayısınca açık alın, dinç omuz..

Başımızın çelengi anayurt çiçekleri,

Kimimiz bilgi eri, kimimiz sanat eri,

Bir, gün bakışlı adam bize dedi “İleri!”

Asırlar aşıyoruz, ürperişsiz, korkusuz.

Üstümüzde süzülen ışık kanatlı şahin

Bilinmez hangi ufku seçecek durmak için;

O, sonsuz ufuklara doğru giden güneşin

Arkasından akıyor, akıyor, akıyoruz…