Hani adamın biri Kırşehir’de düğüne gitmiş. Zurnacıya da 5 lira vermiş.
İlk önce Gönül Dağı’nı, arkasından Çiçekdağı’nı, onun arkasından Hasan Dağı’nı çaldırıyor.
Zurnacı dayanamayıp adama dönüp, “Bu ne la 5 lira verdin dağ dağ gezdiriyor. Azıcık ovaya in he ne var” diyor.
İşte bu hemşehrimiz gibi biz de Kırşehir’in dağını, taşını, yolunu, suyunu, okulunu, fabrikasını, işsizliğini kafaya takmış, temcit pilavı gibi yazıp, çizmekten usanmıyor, başka işlere yönelemiyoruz.
56 yıllık yaşamamın 43 yılını bu mesleğe adayan bir kişi olarak, Kırşehirimizin sorunlarını sürekli gündeme getiriyor, yetkilileri bu konuda çalışmaya, yönlendirmeye gayret ediyoruz.
Tabi bunu yaparken, yazıp, çizerken kişilere sataşmayı, cevap hakkı doğacak polemiklere girmemeye de özen gösteriyorum.
Gerçekten polemik yazıları sevmiyorum. Ama bazen öyle oluyor ki, ben yazmasam da kalemim beni oraya doğru sürüklüyor.
Bu şehirde gazeteciliğin çıkar odaklı bir araç haline gelmesi gerçekten utanç verici. Hiçbir karşılık beklemeksizin Kırşehir için kafa yoran, sorunları gündeme getiren bir avuç gerçek gazeteci ise “ben gazeteci değilim!” diyerek kendisini bu kutsal meslekten soyutlamak zorunda kalıyor ne yazık ki!
Tehdit veya şantajla para kazanıp, köşe dönmeyi alışkanlık haline getirenler, yeni gelenlere de kötü örnek oluyorlar ne yazık ki!
Gazetecilik bu nedenle her geçen gün güvenilirliğini ve saygınlığını kaybediyor bunun farkında değiller…
Halkın doğru haber alma özgürlüğünün yanıltıcı veya abartılı hale gelmesi karşılıklı menfaate dayalı olduğu gerçeğini pekiştiriyor maalesef...
Bu anlayışla sapla-saman bir birine karışmış durumda.
Reklâm ve haber. Veya abartılı, şişirme yalan haberler. Kişileri öne çıkartılmasına yönelik etik değerlerin ayaklar altına alınması. Yok böyle bir gazetecilik.
İşte bütün bunlar günümüz gazeteciliğini itibarsızlaştırmış, güvensizleştirmiştir. Geldiğimiz nokta mesleğimiz ayaklar altındadır.
Basın meslek ilkelerinden bihaber olanlar, “Parayı veren düdüğü çalar!” felsefesinin bir parçası olmak gazetecilik değildir. Belki de Türkiye’nin birçok şehrinde de böyle bir anlayış hâkimdir kim bilir!
Gazete veya gazetecilik ahlakın mihenk taşıdır. İnsanların haber kaynağıdır. Doğru haberi, kaynağından okuyucuya taşıma sanatıdır. Geçmişte ekmek ve gazete aynı fileye girerdi. Ekmek nimet ve kutsallığın, gazete saygınlığın, üretmenin haber alanlarının noteriydi. Hemen, hemen her eve ekmek gibi girerdi. Herkes okurdu. “Gazeteler yazdı” sözcüğü geride yeminlere gerek bırakmazdı.
Ne yazık ki modernleşen, teknolojinin akıl almaz geliştiği günümüzde içimizde ne kadar şeytan varsa ortaya çıktı! Önce insanlar, sonra ekmekler bozuldu.
Her şey gibi bizim gazetecilik mesleği de ne yazık ki ayağa düştü, bozuldu, artarak bozulmaya da devam ediyor.
Üstüne vazife olmayanlar, mesleğiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan konularda görüş ve düşüncelerini dile getiren demeçler yayınlayan gazeteciler (!) artmaya başladı.
Kadınlar Günü, Engelliler Günü, Sevgililer Günü, Anneler Günü, Babalar Günü, Hemşireler Günü, Polisler Günü, Zabıtalar Günü, Yaşlılar Günü…
Yok dedeler günü, yok ebeler günü, yok bebekler günü, yok memurlar günü, yok valiler günü, yok belediye başkanları günü, yok işçiler günü, yok işsizler günü…
Say say bitmez.
Bu günlere ait üstüne vazife olmayanlar basında boy gösteriyor, açıklamalar yayınlayabiliyor ve bunu da gazeteler sayfalarında yer veriyorsa diyecek bir şey bulamıyoruz ne yazık ki!
Şimdi ben de modaya uyup bir gazeteci olarak dedeler günü dolayısıyla bir mesaj mı yayınlasam diye düşünüyorum. Ama dede olmadığım için içimden bir şey gelmiyor. Ama yazan yazıyor, basan basıyor, gülen gülüyor!
Neyse herkes kendinden sorumlu, devam edecekler nasıl olsa. Benim çenem düştü yine galiba “Zenginin malı, züğürdün çenesini yorar!” hesabı.
Haberlerin doğruluğu gazetenin güvenini ve saygınlığını artırır.
Okunur bir gazete olmak ve böyle bir gazetede okunan yazar olmak çok önemli.
Ama sadece yayınlanmak için, ilan almak için çıkan gazete ile yazmak için yazanlara diyecek zaten sözümüz yok ki!
Gazete toplumsal değerleri hırpalayan bir anlayışa alet olamaz. Gazeteler o ilin aynasıdır. Görev ve sorumluluğu vardır. Güzel çalışmaları desteklemeli, eksik ve yanlışları ortaya koyarak gündeme getirerek çözümüne katkı sunmalı.
Ama Kırşehir’de maalesef olmuyor. Olmamalı. Etrafınıza bakın. Ne göreceksiniz?
Gazeteler yaşamalı. Gazeteler varlıklarını sürdürmeli. Para da kazanmalı. Bu yolun üzerinde asla şantaj, yalan, iftira, olmamalı. Onun bunun oyuncağı olmamalı.
Maalesef böyle olmuyor, mesleğimiz can çekiştiriyor ne yazık ki!
Tehditin, şantajın, yağcılık ve yalakalığın arkasında kirli ilişkilerin olması insanların kafasında bir sürü soru işaretini getiriyor.
Çizgisi olmayanların, çıkar odaklı haber ve yorumların hiçbir inandırıcılığı olmuyor. Zaten böyleleri bugün ortalıkta cirit atıyor, kol geziyor!
Bazen Kırşehir’de olup bitenler hakkında kulaklarıma öyle şeyler geliyor ki; yazmamak için sabır taşı olmak gerekir.
Kurumları, müdürleri, belediye başkanlarını, hatta iş adamlarını tehdit edenler! İş ve rant isteyenler, hiç te hak etmedikleri paraları şantaj yoluyla elde edenler! Kendisine villalar, arsalar, araçlar kapatanlar, çocuklarına iş ayarlatanlar. Neler, neler…
Her türlü ayak oyunlarını sergileyip, itibarını kaybeden, kırıp dökenler, sonra utanıp, sıkılmadan, pişkince doğruluktan, dürüstlükten etikten bahsedenler!
Maalesef sözün bittiği yerdeyiz!
Herkes işini layıkıyla yapsa zaten sorunlarımız bu kadar olmaz. Ama liyakatsiz insanlar bu sorunların ana kaynağını oluşturanlardır.
Kırşehirli zurnacımızın dediği gibi dağ, bayır gezip rant elde etmek için insanlığınızı, mesleğinizi, onurunuzu bu kadar ayağa düşürmeyin, gelin biraz da Kırşehir için elinizi taşın altına koyarak saygınlık kazanın diyorum o kadar…

Sevdiğim bir söz

“İkiyüzlü insan pazar tezgâhı gibidir? Öne iyilerini koyar, arkası hep çürüktür!”

Sen sen ol!

Hiç kimse için kendini küçük düşürme.
Ve hiç kimseye seni defalarca kez üzecek kadar değer verme.
Hak edenler için sonuna kadar mücadele etmekten çekinme.
Ama hak etmeyenler için bir damla gözyaşını dahi heba etme

Biraz da gülelim!

Şehadet
Bizim Türklerden biri Almanya'da işsiz kalmış, aramış taramış uygun bir iş yok!
Bir hemşehrisi haber vermiş:
- Sirkten adam arıyorlardı, git bir bak!
Bizimki sirke müracaat etmiş. Sirk müdürü sormuş:
- Ne iş yaparsın?
- Ne iş olsa yaparım...
- Biz de bir iş var amaaa... Bilmem yapar mısın?
- Ne iş olsa yaparım dedim ya!
- Maymun olacaksın! Bizimki şaşırmış:
- Nasıl olacak bu iş?
- Biz seni maymun kılığına sokacağız, sen seyircilerin arasında dolaşıp onları eğlendireceksin.
Bizimki düşünmüş, taşınmış, aç dolaşmaktansa kabul etmiş.
İşe başlamış, maymun kılığında piste çıkıyor, seyircilerin arasına giriyor, kadınları, çocukları korkutuyor... Kısacası hem eğlenip, hem de para kazanıyormuş. Bir gün yine maymun kılığında sirkte dolaşırken karşısına bir aslan çıkmış.
Eyvaaah, demiş içinden. Kafesten kaçtı bu galiba... Şimdi ben ne yapacağım?
Aslan bir adım atmış, bizimki maymun kılığında adım gerilemiş. Aslan geliyor, bizimki geri geri gidiyor. Sonunu köşeye sıkışmış kalmış, kaçacak yer yok. Aslan düpedüz kendisini yiyecek, hem de maymun kılığında... Kurtuluş yok...
Bari imansız gitmeyeyim diye yüksek sesle kelime-i tevhid getirmiş:
- La ilahe illallah...
Aslan karşılık vermiş:
- Muhammeden rasûlullah...