“Baba evi yapar, oğul da mezarı.” (Atasözü)

Daha ilkokula gidecek yaşa bile gelmemiştim,  Abdürrahim Karakoç’a ait, yüksek sesle okuduğu “Hâkim Beğ” şiirini ondan öğrendim. Kıbrıs’a ait vatanseverlik şiirlerini ondan dinledim.

Köyden şehre yeni göç etmiştik. Babamın kendi kısıtlı imkânları ile yaptırdığı müstakil evimizin yanında komşumuza ait 18 dönümlük bir bahçe vardı. Babam bize, o bahçeye kesinlikle izinsiz girmememizi tembih etti. İnanır mısınız bilmiyorum ama biz o bahçeye 34 yıl boyunca hiç girmedik. Yolda giderken sahibinden habersiz, bir bahçedeki meyvelere izinsiz bakmamayı, sahibi belli olmayan arazideki meyveyi görmemek için başımı öne eğmeyi ondan öğrendim.

İlkokula giderken “Ödevini, dersini bitirdin mi?” diye sormuştu. Ben de “Ders bitti!” demiştim. “Ders bitmez!” diye kızmıştı bana, “Ders bitmez, öğrenecek şeylerin hududu yoktur” demişti ve eklemişti: “Yalnızca ders kitabı değil, roman kitabı da oku!”…

Biz 6 kardeşe kıt kanaat bakmaya çalışırken, tek geçim kaynağı olan elindeki boya fırçası olmasına rağmen, evini boyadığı müşterilerinden arta kalan fazla boyaları işini yaptığı insanlara geri verdiğini gördüm. Ve ben yıllar sonra bir devlet dairesinde devletin bir kâğıdını, kalemini dahi evime getirmemeyi, hususi işimde kullanmamayı ondan öğrendim.

Memuriyete başlayalı henüz birkaç ay olmuştu. 19 yaşındaydım. Çalıştığım binada şehirdeki kamu kurumlarının çoğunluğu bulunmaktaydı. Ben, birinci katta çalışmaktaydım. Babam bir gün akşam sormuştu bana: “İşyerine alıştın mı, nasıl gidiyor işler?” diye…  Ben de: “İşyerine köyümüzden büyüklerimiz geliyor, gelen herkesin elini öpüyorum…” dedim.

Babam, bana unutamayacağım, aklımdan çıkmayan şu cümleleri söylemişti:

“Sen devletin memurusun, devlet memuru görevi sırasında, görevini aksatarak her gelen tanıdığın, akrabanın elini öpmez, orası senin hususi hayatının olduğu yer değil, kimseye saygıda elbette kusur etme, fakat görev sırasında da kimsenin elini öpme!”

Devlet memurluğuna, insana yakışan vakarlı hareketi ya da onun tabiriyle “Düşük hareket etmemeyi” ondan öğrendim.

Eğer haksızlığı yapan, zulüm eden kişi akrabamız, tanıdığımız dahi olsa sırf “akrabamız, tanıdığımız” diye asla sahip çıkılmaması gerektiğini, şahsiyetsiz akrabaya sırf “sülâlemizdendir” diye kıymet atfetmenin insanlıkla bağdaşmayacağını, insanı birbirine bağlayan şeyin “sülâlecilik” değil, ortak ahlâki değerler olduğunu ondan öğrendim.

Kaynağı belli olmayan, gayrimeşru parayı harcayan birisinin ikram ettiği şeyin bile kabul edilmemesi gerektiğini, devlete ve millete olan sadakatin ölçüsünün, bir kuruş dahi olsa kamu malını çalmamak olduğunu, vatan sevgisinin ölçüsünün kuru kuruya lâf değil, ancak devlete ait boşa harcanan bir ampul gördüğümde, o elektrik düğmesini kapatmam gerektiğini ondan öğrendim.

Hâlâ bana çocukmuşum gibi davranarak mesai saati içinde beni evde görse “Neden bu saatte işte değilsin?” diyerek vazifeye olan bağlılığı hatırlamayı ondan öğrendim. –

Vefatından 2 hafta önce, mesai saatinin bitmesine bir buçuk saat kala yanına gittim. Keyifsiz bir hâli vardı. Bir saat oturduk ve içimden “ne zaman fırça yiyeceğim!” diye bekliyordum.  O bir saatin sonunda, çektiği acıları bir yana bırakıp sordu, şaşırtmadı beni: “Mesai saati içinde niye geldin?”

İnsanların üzerimizde bıraktığı şeyler söylediklerinden çok yaptıklarıdır, davranışlarıdır. Bizim eve çoğunlukla et girmedi, hiçbir zaman bir bisikletim, bir futbol topum dahi olmadı, ancak; sahip olduklarım gözle görünen bir nesne değildi… 

Öğrendiğim ve sahip olduğum asıl şeyin ne olduğunu yıllar sonra anlıyorum. Emeğin gücü ve alınteri ile kazanılan helâl lokmanın, ocakta pişen etsiz patates yemeğinin ne kadar kıymetli olduğunu hayatın ders kitabından öğreniyorum…

******

3 aydan fazla bir süredir ara verdiğim Saklı Kalan Şiirler Köşemizin bu haftaki misafiri Sabahattin Kudret Aksal. Şair’in 1948 yılında yazmış olduğu şiiri yayınlıyorum:

AİLE

Saatin on biri çalmasından sonraydı

Gördüm ev halkının dağıldığını birer birer

Bilmem soyunmaya mı gittiler

Bir zaman sonra hepsi uykudaydı

Baba yaşamadaydı geçmiş zamanı

Bir pencere açık dururdu düşüncesinde

Bir kadın eşsiz elbiselerinin içinde

Ne uzun zaman sevmişti onu

Çocukların derdindeydi anne

Biricik umudu çocuklarının

Çekirdeği değil mi onlar dünyanın

Dalmıştı bir derin uykuya öylesine

Yaşanacak bir anın sevincinde genç kız

Balkonundan uzanır gibi sarktı yatağından

Gülümsedi durdu yarı karanlık dünyasından

Başına gelecek cümle aşktan habersiz

Evin erkek oğluna gelince

Bir çemberin peşinde buldum onu

Gelmez zannederek bu koşmanın sonu

Yaşadı bir oyunu kaderince

Hepsi iyiydi iyi ve rahat

Bir aileydiler koynunda gecenin

Kalplerinde asılı duran bir bilmecenin

Anahtarını almış götürüyordu bir at.

Babam Nurettin Doğan