“Bir zaman ben dahi Süleyman idim,

Havaya ve suya hükümran idim,

Sanmayın ki, Sultan Süleyman idim,

Haliç’te kürekçi Süleyman idim!..”

 

[Kanaatkâr ve mütevazı bir halk filozofunun mezar taşına yazdırdığı kitâbeden]

“Senem bacı, askere giden oğlu Halil’e mektup gönderir: “Askere gideli bir seneyi geçti, seninle beraber askere gidenler iki defa izine geldi, başına bir iş mi geldi, niye izine gelmiyorsun? Merak ediyoruz.”

 Halil mektubu alır: “Ana, askeriyede önemli bir görev verdiler bana, atıp gelemem, bu işi yapacak kimse yok. Askeriyenin kömürlerini toprak altına depoladık. Her gün kontrol ediyorum. Rüzgârın, yağmurun açtığı yerleri tekrar çamurla sıvıyorum, hava almasını önlüyorum, yapmasam kömürler yanacak. Görevi bırakıp gelmek olmaz. Bir sıkıntım yok, beni düşünmeyin, ellerinizden öperim.” der, mektubunu yollar. Mektup okununca, Rıza amca: “Askeriye zor işleri benim oğlana yüklemiş, gelirse kömürlere yazık olur, böyle giderse zor gelir.”

 Bu olay köyde duyulur, o gelmeden köyde adı sıvacı Halil olur. Halil tezkeresini alırken kimse “Gitme, kömürler ne olacak, sıvayı kim yapacak?” demedi, yeni Halil’ler buldular.

Benim yaptığım iş de kıymetliydi; atıp gitsem yapacak kimse yoktu, vazgeçilmedim, yazarsam hükümet düşerdi. Görev aşkıyla fedakârlık yaptım, üzdüklerimi fark etmedim, kendime yanlışı yakıştıramadım. Başka meslekleri gözüm görmedi. Hizmet verdiklerime gerekli ilgiyi göstermedim, yapamadığımı başkaları yaptığında mutluluk duymadım. Niyetim iyi olsa da kötü sonuçlar aldım. Hükümeti de düşüremedim. Yıllarca kolay ve sıradan işler yaptığımı evime gelen koltuk tamircileri ile tanışınca anladım.

Koltuğun kumaşı 2 senelik garanti süresinden önce yıprandı, üretici firma evimizde yapabileceklerini bildirdi. Kayseri’den satış sonrası ekipten iki kişi geldi. Kibar bir üslupla müsait olup olmadığımızı sordular, eve aldık. Önce çalışma ortamını dizayn ettiler, daha sonra çalışma sırasında kullanacakları sarf malzemelerini çıkardılar. Kısa bir muhabbette, haftada 6 gün çalıştıkları, mesai saatlerinin iş bitimi olduğu, sabah 8.30 gibi Kayseri de çıkıp, akşam saat 7’den önce evde olmadıklarını, mesai, yemek parası dahil ellerine 20.000 TL geçtiği, yaptıkları işte mutlu olduklarını söylediler. İşe başladılar, koltuk kumaşını sökerken başka bir yere zarar vermemek ve gürültü yapmamaya çalışıyorlar, işlerinden zevk alıyorlar. Sanki bu meslek için doğmuşlar, mesleklerini tercihsiz kabul etmişler. Şoförlük, marangozluk ve terzilik yapıyorlar. Matkap, tornavida ve makası seri olarak kullanıyor 2 saatte bir takım koltuğu yeniden imâl ettiler. Bütününe baktığımda gerçekte zor ve yorucu işleri vardı. Görevlerini yaparken birçok mesleği icra ettiler. Meslek aşkı olsa gerek, İşi hatasız bitirdiklerinde mutlu oldular. 40 yıl boyunca öğrenemediğim, düşünmediğim olayları 2 saatte öğrendim. Yaşadığım olayları düşündüm, mesleğimi yaparken tamirciler kadar mutlu olamadım. Yanlışlarımla yüzleşmemi gerektirdi.

Asker Halil, varolma gayreti ile sıradan işi sadece kendinin yapabileceğini sanıp, fedakârlık yapmıştı, yaptığı bir ‘görevdi’, meslek de değildi, adı sıvacı Halil olsa da, mesleği vefasız çıktı, ona sahip çıkmadı. Anne ve babası ise askeriyenin Halil’i gönderdiklerine sevindiler. Çaresizdi, babadan kalma tarlada çiftçilik yapmaya başladı. Pişmanlıkları var mı, bilmiyorum. Tamirciler kendilerini kabul ettirmek için değil, mesleklerini yaptılar, yaptıkları işten zevk aldılar. Meslekleri onlara sahip çıkıyordu. Yaptıkları iş de sıradan değildi. Özgüvenleri vardı. Onların da çalışma şartlarına, aldıkları ücrete bakıldığında tezkerelerine uzun yıllar var. Pişmanlıkları var mı, sormadım. İşlerini bitirdiler, kaba temizliğini yapıp, mutlu ayrıldılar.

Ben de, karanlıkta ışık etrafında dönen kelebekler gibi dönüp durduğumu, kendi dünyamın dışındaki insanları tanıyınca, vazgeçilmez olmadığımı anladım. Doğru bildiğim birçok yanlış yapmışım. Belki iyi niyetliydim ama kötü biten sonuçlar oldu. Başkalarının başarıları beni mutlu etmedi. Yıllar sonra hatalarımı görmek erdem mi, günâh çıkartmak mı bilmiyorum ama cesaretle yazdım.

Halil’in işi daha zordu, o da iyi niyetliydi, askeriyedeki işini çok önemsedi, sevdiklerini bile üzdü. Belki de kömür silosuna sıva yaptığı günler hariç hiç mutlu olmadı. Tamirciler ise mutluluğa daha yakın.”

[Okuduğunuz yukarıdaki hikâye; hayatım boyunca bana rehberlik eden, kendisinden çok şey öğrendiğim, büyüğüm, abim Mahmut Yıldız’ın edebi ve mizahi hislerinin küçük bir kısmıdır.]