İnsanlar yalancı olarak doğmaz; her insanın hayatında az veya çok yalan vardır, söyleriz veya söylemek zorunda kalırız, ne kadar dürüst olursak olalım bir gün yalan söyleriz, yalan söylememenin tek yolu hiç kimse ile iletişim kurmamaktır, bu da mümkün olmadığına göre yalan hayatımızda hep vardır. Yalan söyleyip söylemediğimize değil, neden söylüyoruz, beyaz yalanlar zarar vermese de bazen kendimizi öne çıkarmak, bazen de kendimizi korumak veya başkasını etki altına almak için söyleriz. Yalan gerçeklerin üstünü örter, kimi zaman da bir gerçeği oluşturur. Bence çocukluk döneminde iyi bir eğitim alanlar konuşacak bir şeyleri olacağından yalana daha az başvurur, en masum olanı hayali yalandır, zararsız olduğu kanısındayım. Küçük çıkarlar için büyük yalanlar söylemenin aksine, büyük mutluluklar için küçük yalanlar masumdur. Takdir sizin.

Anlatacağım hikâye işyerimde geçtiğinden kendimizden de bahsetmek gerekir. Kamu görevimizi idari bir sisteme bağlı olarak, kanunlar çerçevesinde yapsak da, amir ve işverene bağlı olarak emir ve talimatla çalışsak da, belirli günler hariç genelde istediğimiz kadar çalışır, zaman zaman da işyerinde iletişim kurmak ve muhabbetlerimize renk vermek için masum yalanlar söylemişizdir.

Hava çok sıcak, sıkıcı bir gün, vakit geçmiyor, oyalanıyorum. Yanında 7-8 yaşlarında bir çocukla gelen bir kişi yanıma yaklaştı, bilgi almak istediğini söyledi. Yurt dışında yaşadığını söyledi, annesinin yüzde 92 engelli raporu olup, onun adına vergisiz otomobil alıp alamayacağını sordu, konuyu kendisine anlattım, annesinin adına araç alabileceğini söyledim… Her yıl uçakla geldiğini, otomobili de “buraya geldiğimde kullanmak istiyorum, annemi doktora getirir götürürüm” dedi. Yurt dışında nerede yaşadığını sordum: “Almanya’nın Hamburg şehri” dedi. Ben de oraya gittiğimi, havaalanı yolu üzerinde Türklere ait büyük alış veriş merkezinde ve yakınındaki Urfalı lokantasından bahsedince kendisinin de sık sık oralara gittiğini söyledi, müşterek konuşacağımız ortam oluştu.

Hamburg’da ne iş yapıyorsun diye sorunca: “Mahalle muhtarıyım” dedi ve muhabbet ilginç bir hâl almaya başladı. “Havaalanını biliyorsun; tam güneyinde, genelde Türklerin yaşadığı mahallede oturuyorum, mahallede sevilirim, iki rakibim vardı, muhtarlık seçimlerini büyük farkla kazandım. Belediye bana bir araba verdi, iyi de maaş veriyor, gurbetçilerin sorunları ile ilgilenirim, hoş bir üslupla anlattı. Beni etki altına aldığını düşünüyor, belki de hayallerini anlatıyor, ya da Almanya’da sistemin eksikliğini anlatıp, bir gerçek oluşturmaya çalışıyordu. Masum ve zararsız bir yalan olduğunu bildiğim halde dinlemek hoşuma gidiyor, iyi vakit geçiriyor, sıkıcı günüm eğlenceli olmaya başlamıştı.

Almanya’ya niye gittiğimi sordu: Küçük kardeşim Augsburg’da kalıyor, o da belediyede zabıta, deyince afalladığını fark ettim, etki altına alma sırası bendeydi. Başladım anlatmaya, belediye ona da araba vermiş, kaçak seyyar satıcı olmadığında, genelde fiyat kontrolü ve çevre düzenlemesi kontrolü yapıyor, o da çok rahat, dedim, çaresiz dinliyordu. Muhabbet renklenmişti. Masum yalan söylüyorum, sesini çıkarmıyor, onun da hoşuna gittiğini düşünüyordum, itiraz edeceği bir durumu da yoktu. Bir saate yakın böyle devam etti. Bizi dikkatle dinleyen, memuriyete girmeden önce yaklaşık iki yıl Almanya’da çalışan mesai arkadaşım bir hışımla: “Almanya’da muhtarlık da, zabıtalık da yok, niye yalan söylüyorsunuz!" dedi, bizim bir saattir yaptığımız muhabbetin içine etti, ortalık buz kesildi, adamcağız sadece “var var” dedi, oğlunu da aldı, hızlıca gitti. Mesai arkadaşıma: Kardeşim Almanya’da zabıta deyince niye şaşırdın, ben zabıta teşkilatının eksikliğini tespit ettim, yapabileceği görevleri sadece hayal ettim, ona göre konuştum. Gurbetçi arkadaş da muhtarlığın gerekli olduğunu fark etmiş olamaz mı, masum yalanlar zarar vermez, dedim. O da bizim muhabbeti öldürdüğünü anladı, günün finali kötü bitmişti.

Gurbetçi hemşerim ile bir gerçeği ortaya çıkarmaya çalıştık. Umarım Almanya hayallerimizi dikkate alır. Almanya’da milletvekili, belediye başkanı seçiyoruz, niye muhtar seçmeyelim! Türkiye’de muhtar olmak zor; kendi imkânlarıyla seçime giriyor, üstelik partisi de yok, her seçim döneminde birçok muhtar veya muhtar adayı öldürülüyor, bu riski de var. Zabıta olmak da zor, güçlü kuvvetli olacaksın, belediyede senin partin iktidarda olacak, sözlüde soruları da bileceksin. Gurbetçi hemşerim de belki de Türkiye’de muhtar olmanın daha zor olduğunu düşündüğünden muhtarlık hayalini Almanya’dan yana kullanmış, ben de zabıtalık hayalimi Almanya’dan yana tercih ettim.

İnsanın olduğu yerde yalan olur, muhabbetimize renk vermek için masum yalanlar da vardır. Almanya’da bir gerçeğin ve ihtiyacın oluşmasının hayalini kurduk, Almanya’da muhtarlık ve zabıtalık hayal olmaktan çıkmalı, gurbetçiler hazır mahallenin yönetiminde sorumluluk almak istiyor, gurbetçi hemşerim talebini Almanya’da dile getirdi mi, yoksa ilk defa bana mı anlattı bilmiyorum, ben yıllar sonra olsa da yazdım. Almanya sesimizi duyar mı, bilmiyorum. Niyetimiz içişlerine karışmak değil.

Sıkıcı bir günde vakit geçirmek için muhabbete başladık, konu nereden nereye geldi, hayallerimiz gerçek olsun.  

 

[Okuduğunuz yukarıdaki hikâye; hayatım boyunca bana rehberlik eden, kendisinden çok şey öğrendiğim, büyüğüm, abim Mahmut Yıldız’ın edebi ve mizahi hislerinin küçük bir kısmıdır.]