İnsanoğlunun çiğ süt emdiğini söylüyor atalarımız…
Çünkü insan, değişken bir varlıktır. Bu değişim bazen iyiye doğru, bazen de kötüye doğru diyebilir.
Gerçekten insan bazen bu mücadelede doğru ile yanlışı algılayamaz, ya da işine ve menfaatine geldiği gibi davranır, kendini kötü akıntıya kaptırıverir. Bundan dolayı insanoğlu her zaman iyi değildir. Kimi zaman sütsüzlük damarı tutar, soysuzca davranışlarda bulunur; iyiliğini gördüğü kimseye kötülük yapar.
Gördüğü desteği, yapılan iyilikleri unutan, vefasız davranabilen insanlar yerle bir olur.
Genç şairlerimizden Atakan Gülgar’ın çok güzel ve anlamlı bir sözü vardır:
"İnsanları tanışırken değil, tartışırken tanırsınız. Çünkü öfke saklanan kişiliği ortaya çıkarır."
Bu söz çok anlamlı, anlamlı olduğu kadar da gerçekçidir.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Neden sonra farkına varıyorsun, etrafındaki korkunç ıssızlığın; yar olsun, dost olsun ne arıyorsun, adresi belli mi vefasızlığın?” sözüne ne dersiniz ki…
Çünkü bazen çok iyi tanıdığınızı sandığınız insanların hiç te öyle olmadığını görürsünüz.
Dost kazıkları ile ilgili nice yaşanan ve unutulmaz sözler vardır.
“Düşmanlarıma sıra gelmedi, sırtımdaki dost hançerlerini çıkarmaktan” diyen Usta’dan…
Evet, dünyada insan kılığında nice insan müsveddelerini görür ve büyük hayal kırıklığına uğrarız.
Bazen ağır başlı, mütevazi, sevecen, vakur, dürüst, güvenilir görürsünüz. Çünkü kalbimizdeki düşünce odur. Onlara karşı hep iyi niyet beslersiniz. Ancak, bir gün ufacık bir tartışma veya olumsuz bir söz söylediğinizde duyacağınız sözler sizi ne kadar çok yanıldığınızı ortaya çıkarır.
İçlerinde biriktirdikleri tüm kinlerini biran da size kusarlar. Hatalı olmasanız bile çeşitli bahanelerle kalp kırarlar, gönül incitirler. Çünkü onların öfkeleri içlerinde saklıdır. Kin doludurlar. Zayıf zamanınızı ararlar.
Öyle küçük ve basit yalanları gözüme bakarak söyleyen sözde dostlar, ahmaklar tanıdım. Bazı insanlara “dost” diye sarılırız ama anlarız ki dost değil sadece posttur.
Yediğim kazıklara bi “afiyet olsun” demediği kalanlar sorulmuyor, bu mu arkadaşlık, dostluk?
Dost dediğin kara günde belli olurmuş, bazen içimden “Söndürün ışıkları dostlarımı sayacağım..!” geçer.
“Bana atılan kazıkların hepsini saklıyorum. Gün gelir de kazık atanlar geri dönerse, onları oturtacak bir yerim olsun” diyenleri belli bir yaşa gelince, ya da tecrübeleriniz artınca daha iyi anlıyoruz maalesef…
Evet, ne üzgünüm, ne de kırgınım. Yorgunum sadece. Kendime bile tahammül edemezken, nasıl katlanayım kendini bilmezlere.
Bu nedenle insanlar gerçek yüzünü zaman kendiliğinden çıkarır. Sabretmesini bileceksin. Çünkü vaktinden önce çiçek açmaz. Sabır ve ağır başlılık her türlü öfkeyi ve kötü düşünceyi frenler, dizginler. Bela ve felaketlerden korur.
Kırşehir’de gördüğüm ve yaşadığım nice olaylar var. Zaman zaman hepsi bir film şeridi gibi gözlerimin önüne gelir, dalar giderim.
Yaşadıklarım, gördüklerim bizlere nice tecrübeler kazandırdı. Bu yolda epey mesafe aldık sanırım.
Öyle başkaları gibi onlarca, yüzlerce arkadaşım, sırdaşım olmadı. Yapamadım, ısınamadım, sevemedim, sevilemedim ne yazık ki!
İkiyüzlülük, riyakârlık hiç yapamadım.
Kırşehir’de çocukluğumdan beri edindiğim, her şeyi paylaştığım üç arkadaşım, dostum oldu. Birisi İzmir’de, ikisi Kırşehir’de…
Bazen bana sorarlar, Kırşehir’deki iki arkadaşımı…
Ben de onlara her şeyiyle kefil olduğumu, onlar için her şeyi yapabileceğimi ifade ettiğim de, belki de arkadaşlarımla benim arama nifak sokmak istercesine ağız yoklaması çekenler oluyor bazen.
Ben sevdiğim, güvendiğim, 40 yıllık arkadaşımı başkalarının küçücük beyniyle sileceğimi, üç kuruşluk menfaat için sırtından hançerlemeyeceğimi bilmiyor ki tabi bu zavallılar. İsterler ki ben onlar ki onun bunun arkasından dedikodu yapıp; arkadaşlarımı anında satayım.
Bilmezler ki herkesin kendileri gibi olmadığını…
Onlar üç kuruşluk menfaat için arkadaşlıkları, dostlukları, kardeşlikleri bir kalemde satarlar, sonra da her türlü riyakârlıkları yaparlar.
Tabi ki de bulunduğu ortama göre renk değiştiren bukalemunları sakın akıldan çıkarmamak gerekiyor.
“Can ciğer dostumun yolunu gözlediğim yolda, o gelecek diye yolumu değiştireceğim hiç aklıma gelmezdi” diyen ah dostum, vah dostum!...
Maalesef toplum olarak bozulduk, her şey menfaat oldu.
“Köprüyü geçene kadar ayıya dayı” diyenler çoğaldı…
Bugün şöyle bakıyorum bir yerlere birilerinin desteğiyle gelenler, o zaman kendisini oraya getirenlere dizdikleri methiyeleri daha dün gibi hatırlıyorum. Şimdi üçyüz altmış derece dönüş yaparak, kendisine iş ve aş verenlere, kötü gününde elinden tutanlara utanıp, sıkılmadan veryansın ettiğini görüyorum.
Vefasızlık, riyakârlık değil de nedir bu?
Ya da bir kurumun başında iken, etrafında fırıl fırıl dönüp, ondan nemalananlar, onun oradan ayrılmasıyla birlikte aynı vefasızlığı yapabiliyor, hatta selâmı sabahı bile kesiyorsa bunun adı nedir acaba?
Oysa bir kahvenin kırk yıl hatırı olmalı.
İyi günde, kötü günde insanlar yapılanları unutmamalı diye düşünüyorum.
Ama ne yaparsın ki insanlarımız bozuldu, bozulmaya da devam ediyor.
Gelecek adına umutlanmak istiyorum, ama sadece umut olarak kalıyor ne yazık ki!
Ben umudumu hiç kaybetmeyeyim istiyorum, ama hep çalıyorlar.
Yine de umutlarımızı kaybetmeyelim. Ancak çaldırmamaya gayret edelim.
Şu dünyanın yalan olduğuna gerçekten inanabilsek, hiç bir derdimiz kalmayacak.
Ah yalan dünya ah!
Kırşehirli büyük ustamız Neşet Ertaş’ın “Ah yalan dünya” türküsünü hatırlatalım mı?

Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın
Bende gülemedim yalan dünyada
Sen beni gönlümce mutlumu sandın
Ömrümü boş yere çalan dünyada.

Ah yalan dünyada, yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Sen ağladın canım ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım, boş yere kandım
irengi gözümde solan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Bilirim sevdiğim kusurun yoğdu
Sana karşı benim hayalim çoğdu
Felek bulut oldu üstüme yağdı
Yaşları gözüme dolan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım eyvah muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Hepsi bu kadar...
Yalan dünyada yaşıyoruz. Kırmaya, incitmeye, büyüklenmeye, böbürlenmeye gerek yok.
Elbette, her insan bir kere vurulur sırtından bu hayatta.
Bugün aşırı dost kazığı yedim acaba nasıl uyuyacağım diyenler…
Yanımda, arkadaş, dost, ya da akraba kulvarında yürümeyi bilmeyenler arkamdan dört nala koşsa ne yazar ki!
İnsanın başına gelen olaya, ya da felakete sevinen insandan, dost olur mu ki!.
Bir tane bile düşmana ihtiyaç duymayın bu devirde. Sırtınızdan vuracak onca dostlarınız varken...
Özetle Allah herkesi; dostun fesadından, dost, arkadaş ve akrabaların vefasızından korusun.

***

Biraz da gülelim!

Güzel alışveriş

“Cambaz”ın değişik anlamı vardır, at üstünde, tel üstünde gösteri yapanlara da cambaz denir, özellikle hayvan pazarlarındaki pazarlıkçılara da cambaz, denir.
Cambazın biri, eşeği yularından çekip gelmiş, bir cambaz yanaşmış:
“Kaça bu eşek?”
“Bin lira!”
“Aldım gitti, ver elini helalleşelim!”
* * *
Birkaç kişi alıcının kulağına fısıldamış:
“Yahu görmüyor musun, bu eşek topal; onun için ucuza verdi!”
“O eşek topal değil, tırnağının arasına taş kaçmış, topal sanıp ucuza elden çıkarmağa bakıyor!”
Eşeği satana koşmuşlar:
“Yahu bu topal değilmiş, tırnağına taş kaçmış!”
Satıcı gülmüş:
“Eşek topal olmasına topal da, öyle sansınlar diye taşı tırnağına ben koydum!”
Alıcıya koşmuşlar:
“Yahu bu eşek gerçekten topalmış, taşı o koymuş. Seni de kandırdı, parayı aldı!”
Alıcı dövünmeğe başlamış:
“Vay namussuz; eğer verdiğim para sahte olmasaydı, beni kazıklayacaktı!”
Bunun adına serbest piyasa da “alışveriş” diyorlar mı?

***

Sevdiğim bir söz

“Hayatın ne olduğunu, onun güzelliğinde aramak ve bunu güzel hedeflere doğru yönlendirmek gerekir.” Maksim Gorki