Maalesef yaşadığımız dünyada çok şeyi yaşayarak görerek öğrendim.  Ne kadar dürüst, ne kadar mütevazı olup,  iyilik edersen o kadar kaybettiğini öğrendim. Herkesi kendim gibi bildim, kimseden zarar gelmeyeceğini düşündüm ama bu yaşıma geldim ve öğrendim ki hayatta kimse iyi niyetli değil. Kimse mütevazi, dürüst değil, fazla uzaklara gitmeye gerek yok, işin içine menfaat girince babanın oğlundan, ananın kızından fayda yokmuş amma ben bunları sonradan öğrendim. 
Kırşehir’de bakıyorum etrafıma ne kadar tanıdığım varsa hepsi kardeşleriyle, ağabeyleriyle, ablalarıyla dargınlar. 
Niye? Miras uğruna, mal uğruna!
İyiliğin, dürüstlüğün fayda etmediğini öğrendim! 
Gördüm ki, ben ne kadar iyi niyetliysem etrafımdan o kadar kötü niyetli insanlar. Ne kadar iyi, doğru ve dürüst olursan ol farkında olmadan birisinin kuyruğuna basınca görürsün iyiliğin, dürüstlüğün beş para etmediğini. Çünkü herkes kendi çıkarı ve menfaati peşinde. 
Kırşehir’de öylesine insanlar var ki! Konuşunca mangalda kül bırakmazlar, suyu üfleyerek içerler, doğruluğu, dürüstlüğü kimseye bırakmazlar ama menfaatlerine dokununca nasıl iğrençleşiyorlar! Anlatılması imkânsız. 
Günümüz dünyası iyilik ve yardımseverlerin, dürüstlerin kaybettiği, menfaatçilerin, üç kâğıtçıların, gözünü para, mal, miras bürümüş insanların dünyası olmuş bunu öğrenene kadar başımda saç kalmadı, kalanlarda beyazladı. Çok şeyler öğrendim ama öğrenene kadar hayat benden çok şeyler götürdü.  
Bu süreç içerisinde ne yazık ki; insanları ne kadar düşünürsen düşün, onların seni o kadar düşünmediklerini öğrendim. 
Güven elde edebilmek için yılların gerektiğini, ama yok etmek için saniyelerin yettiğini öğrendim.   
Önemli olanın hayatındaki eşyaların değil, hayattaki kişilerin olduğunu, insanın ancak on beş dakika çekici olabildiğini, ondan sonra alışıldığını öğrendim. 
Kendimi karşılaştırmak için başkalarının en iyi yaptığını değil, kendi en iyi yaptıklarımı kıstas almam gerektiğini, insanlar için olayların değil, kendilerinin daha önemli olduklarını öğrendim. 
Her ne kadar ince kesersen kes, kestiğinin her zaman iki yüzü olacağını öğrendim. 
Sevdiğin kişilere sevgi dolu sözler söylemen gerektiğini, belki bunun onu son defa görüşün olabileceğini öğrendim.
Kahramanların, yapılması gerekenleri ne pahasına olursa olsun yaptığını, buna karşın hain ilan edildiklerini, hainlerinde kahraman olduklarını, yiğitlerin it, itlerin yiğit yerine konulduklarını öğrendim. 
İnsanların seni hep çıkar uğruna sevdiğini, köprüyü geçerken kullandığını, işin bitince seni tanımadıklarını, unuttuklarını, selam vermediklerini,  bir köşeye attıklarını öğrendim. 
Hacısı, hocası, sağcısı, solcusu, okumuşu, okumamışı, kotlusu, şortlusu, enteli, danteli, açığı, kapalısı ne olursa olsun çoğunun verdiği sözden dönen, iki yüzlü riyakar, yüzüne ayrı arkandan ayrı hareket eden, konuşan bir et yığını olduğunu öğrendim. 
Ne kadar fedakâr olursan ol, kimi sırtında taşırsan taşı ikrama geçmediğini, insanların nankör, vefasız ve edepsiz olduğunu, ama ne kadar türbine oynayan şerefsiz, yalaka, münafık, firavun olursan o kadar el üstünde tutularak köşelerde makam, koltuk sahibi olduğunu öğrendim. 
Dürüstlüğün, çalışkan olmanın, fedakâr olmanın, vefalı olmanın, efendi olmanın suç olduğunu, üç kağıtçı, yalaka, hain ve şerefsiz olmanın, ahlaksızlığın pirim yaptığını öğrendim. 
Hayatın çıkar, menfaatten ibaret olduğunu öğrendim. 
Önceden çayların demli insanların harbi olduğunu,
Şimdi ise çayların sallama, insanların dallama olduğunu öğrendim. 
Güvenilecek, saygı duyulacak, hürmet edilecek bir Allah’ın kulunun kalmadığını öğrendim. 
Ömrüm Kırşehir’de geçtiği ama bu olanların sadece Kırşehir’ de değil her yerde olduğunu ve atı alanın Üsküdar’ı geçtiğini,  minareyi çalanın kılıfı uydurduğunu öğrendim. 
Öğrendim amma öğrene kadar hem yaşın, hem de işin işten geçtiğini öğrendim.