“ Kırşehir Çiğdem” Gazetesi’ndeki köşemde zaman zaman yaşadığım olayları yazarım. Bu günde Kayınvalidemin Kırşehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yattığı süre içerisinde yaşadıklarımı ve aldığım notlarımı yazmaya çalışacağım. Notlarım uzun olduğu için herhalde üç bölümde yazabileceğim.

Öncelikle şu hususun bilinmesini istiyorum. Kırşehir’de doğup, büyüyen, Kırşehir sevdalısı, Kırşehir aşığı olan, Kırşehirspor’da futbol oynamış, siyasetle ilgilenmiş, çeşitli kamu kuruluşlarının değişik kademelerinde çalışmış, genel sekreterlik yapmış, devlet terbiyesi almış, devlet ciddiyetiyle yetişmiş, birisi olarak Kırşehir’de faaliyet gösteren kurumlara ve hizmet edenlere zarar vermek gibi düşüncem yok. Bu konuda kimse art niyet aramasın.

Yazımın her türlü sorumluluğu bana aittir. Eğer birileri muhatap ararsa 0 544 593 87 40 numaralı cep telefonumdan bana ulaşabilirler.

Kayınvalidemle Kırşehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 10 Temmuz 2023 tarihinde akşam saatlerinde acil servisiyle başlayan serüvenimiz, 11 Temmuz 2023 tarihinde yoğun bakım derken 12 Temmuz 2023 tarihinde palyatif servisinde devam etti ve aylar süren yatışın ardından, yapılacak fazla bir şey kalmadığı için 22 Mart 2024 tarihinde kayınvalidemin taburcu edilmesiyle son buldu.

Kırşehir Hastanesi’nde kaldığım yaklaşık dokuz aylık süreçte gazete yazılarımı hastanede yazdım, sekiz kitap okudum ve notlarımı aldım.

Bu süreç içerisinde “ Yaşamanın Güzel, Yaşatmanın Onurlu Bir Görev” olduğunun bilinciyle hareket ederek görevlerini en güzel şekilde yapan, ilgi gösteren, emeklerini ve gülen yüzlerini esirgemeyen, palyatif servisinde daha önce görev yapan, Prof Dr. Murat Şahin’e, palyatif servisinde görevlerine devam eden Dr. Mevsim Pektaş ve Dr. İlkay Yıldırım ile palyatif servisinde görev yapan, yeri değiştirilen, yeni gelen, sürekli aynı serviste görev yapan tüm hemşirelere, sağlık personellerine, temizlik personellerine, kat sekreterlerine, ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Ayrıca değişik branşlardan gelen  (iki dahiliye doktoru hariç) diğer dahiliye doktorlarına, genel cerrah doktorlarına, göğüs ve nöroloji doktorlarına, cilt doktorlarına, enfeksiyon doktorlarına, fizyoterapistlere teşekkür ediyorum.

Bu süreçte beni yalnız bırakmayan değerli ağabeyim İntaniye Doktoru Ramazan Keskiner’e ve her zaman her konuda yardımcı olan Başhekim Yardımcısı Genel Cerrah Dr. Serdar Şahin’e teşekkür ediyorum.

Yine bu dokuz aylık süreçte ilgilerini esirgemeyen Kırşehir Valisi Sayın Hüdayar Mete Buhara’ya, Belediye Başkanı Selahattin Ekicioğlu’na, AK Parti Kırşehir Milletvekili Necmettin Erkan’a, AK Parti Belediye Başkan Adayı Dr. Osman Arslan’a, CHP Kırşehir Milletvekili Doktor Metin İlhan’a,  değerli ağabeyim Müfit Göçen ile eşi Ayşe Göçen’e,  Kırşehir  Kent Konseyi Başkanı Tahsin Üçgül’e, Kırşehir Belediyesi’nde çalıştığım yıllarda Başkan Yardımcılığı görevinde bulunan değerli ağabeyim Yaşar Sulu’ya, okuldan öğretmenim,  Kırşehirspor’dan Teknik Direktörüm olan Abdurrahman Cem Hocam’a,  “Kırşehir Çiğdem” Gazetesi İmtiyaz Sahibi Salih Güner ile eşi Nazlı Güner’e uzun soluklu bu zor günlerimde beni  yalnız bırakmadıkları için teşekkür ediyorum.

Ayrıca ilaçların ve mamaların temininde her türlü kolaylığı gösterere hastaneye kadar getirilmesini sağlayan Genç Eczanesi’ne teşekkür ediyorum.

“Eyvallah” diyerek Kırşehir Hastanesi’ndeki anılarımı hastane yönetimine “ Hastanenin en sistemli, düzenli,  kaliteli, en çok çalışan, en temiz servisi olan palyatif servisinin, düzenini, sistemini bozarak sıradan bir servis haline getirmek için hangi akılla hareket ettiniz ve bunu nasıl başardınız?” sorusunu sorarak başlamak istiyorum.

Hastanede yer olduğu halde, hiçbir hastanenin ve doktorun; “yaşlı Alzheimer ve Parkinson hastası bizi uğraştırır” düşüncesiyle hastayı kabul etmeme ve başka şehirlerde ki devlet hastanelerine sevk ettirme hakkı yoktur, bu anlayış yöneticiliğe, doktorluğa ve insanlığa yakışmaz.

Ülkemizde hayat pahalılığı ve işsizlik insanları çaresiz bırakmış, millet evine götüreceği ekmeğin derdine düşmüşken kayınvalidem gibi hastalar hangi akılla diğer şehirlere sevk edilmeye çalışılıyor anlayamadım. Hastanın ve hasta yakınlarının gideceği şehirlerde kalacak yeri, parası var mı, ne yer, ne içer umurlarında değil! Hasta benden gitsin de ne olursa olsun anlayışı yanlış bir anlayıştır.

Yine acil serviste ve yoğun bakımda yattıktan sonra palyatif servisine alınmış, oksijen tüpüne bağlanmış, burnundan mama, ilaç ve su verilen, idrar torbası takılmış hasta için; bir doktor hangi vicdan ve akılla “Bu hasta yaşlı, geldiğinde de böyleymiş, taburcu ediyorum”  diyebiliyor.

Yine başka bir doktor büyük bir şiddetle gelerek hastanın yanında aylarca kalan, psikolojisi bozulmuş, yorulmuş, çaresiz kalmış umudu Allah’a kalmış refakatçilere hangi hakla sertçe konuşup, bağırıyor ve tersliyor. Doktor bu hakkı nereden alıyor? Hastaneyi kendi veya babasının malı, hasta ve refakatçileri şamar oğlanı olarak mı görüyor?

Doktorlardan ricam benim gibi attığı adıma dikkat eden, belirli bir çevresi olan bir insana “Doktorlar kendilerine gösterilen tepkileri hak ediyor” dedirtmeyin.

Yukarıda değindiğim düşüncelerle hareket eden doktorlar aynı durumdaki hastalar kendi anne-baba-kardeş ve çocukları olsa yine aynı şekilde davranacaklar mı?

Doktorlar ettikleri “Hipokrat yeminini” unutarak; kendi havaları, egoları, kibirleri, nedeniyle hastayı ve hasta yakınlarını zor durumda bırakma hakkına sahip değildir.

Gazeteciliğin yanında yıllardır insanlarla iç içe çalışmış, insan kaynakları ve halkla ilişkiler okumuş birisi olarak biliyorum ki! Her şeyden önce insanla uğraşmak zordur. Bunun en güzel örneğini “Denizleri bardak- bardak boşaltmak insanlarla uğraşmaktan kolaydır” sözüyle Mevlana vermiştir. Kısaca doktorların işi zordur.

Bir günde yüzden fazla hastaya bakmak kolay değildir, karşılarına her çeşit insan gelmektedir. Ancak tüm bunlar doktorlara hasta ve hasta yakınlarını zor durumda bırakma,  bağırma, azarlama, tersleme hakkı vermez.

Hastanede gerek servislerde gerek poliklinikte hastalara karşı üslubuna dikkat etmeyen, azarlayan, ters konuşan doktorlara şahit olduğum gibi bu ters konuşmalardan bende nasibimi aldım. Kolay kolay Kırşehir’e ve Kırşehir insanına laf söyletmem ama bir doktorun Kırşehir için hoş olmayan sözlerine de şahit oldum. Lakin bu kez “ Ya Sabır” dedim ve Mevlana’nın “Suskunluğum asaletimden olsun” sözü aklıma geldiği için sustum.

Doktorlar vatandaşların göründüğü gibi olmadıklarını, herkesin hastalığın yanında; İşsizlikten, oğlundan, kızından, gelininden, eşinden veya maddi açıdan dertlerinin olduğunu tahmin edebilmelidirler.

Yani “Ayakkabı fiyakalı ama çorap delik”. Vatandaşlarla ilgilenirken ayakkabıya bakarak değil, çorap düşünerek hareket edilmeli ki doktorla hastalar arasında kalite farkı olduğu belli olsun.

Uzman doktorlar hastaları kontrol için geldiklerinde onlarla birlikte gelen asistan dahiliye doktorlarının çok havalı, egolu ve kaprisli oldukları dikkatimi çekti.  Anlaşılan odur ki! Bu genç asistan doktorlar kuş olmadan uçmaya çalışıyorlar. Birileri bu genç doktorları uyarmalıdırlar. Aksi durumda birileri bunların havasını indirir, tozunu alırlar.

Kırşehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde gerek doktor açığı, gerekse cihaz açığı çok. Gördüğüm kadarıyla hastane yönetimi iyi niyet çerçevesinde bu eksiklikleri gidermeye çalışıyor ve hastane her geçen gün daha kaliteli hale geliyor. Eksiklikler konusunda bizim gördüğümüzü ve bildiğimizi hastane yönetimi de biliyor ve görüyorlar o nedenle gazel okumaya gerek yok diyor ve yazımın ilk bölümünü bitiriyorum.