8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanması nedeniyle Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi bünyesinde faaliyetlerini sürdüren “Fatma Bacı Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezinin” düzenlemiş olduğu “Kadınlar Günü Programına” Ahi Evran Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Emine Şener Hocamın daveti üzerine katıldım.

Ahi Evran Üniversitesi Ahi Külliyesi “Neşet Ertaş Toplantı Salonunda“ gerçekleştirilen program kadın akademisyen hocalarımız tarafından hazırlanmış, her yönüyle mükemmel organize edilmiş, kadının tüm ayrıntılarıyla anlatıldığı bir programdı.

Programda Türk Edebiyatına, Türk Kültürüne hizmet etmiş kadınlarımız hakkında bilgiler verildi. Ardından saz ve nefesli çalgılardan ney eşliğinde şiirler okunup, türküler söylendi. Bu program zor, gergin ve sıkıntılı zamanlar geçirdiğim bu günlerde adeta bana ilaç gibi geldi, dinlenmeme sebep oldu. Belki de tıp dünyası bana böylesine moral verecek bir ilaç bulamazdı.

Güzel zaman geçirmeme, dinlenmeme, stres ve gergin ortamdan uzaklaşmama vesile olan bu programın hazırlanmasında ve gerçekleşmesinde emeğini ve katkılarını esirgemeyen başta Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Musa Özata Hocam olmak üzere, programı sunan Tolga Kalıpçı’ya, başlangıç bölümünde çalışmalar hakkında bilgi veren Fatma Bacı Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Başkanı Öğretim Görevlisi Hatice Güler’e, konferans bölümünde Türk Edebiyatının öncü kadınlarından merhum Alev Alatlı hakkında bilgiler veren öğretim görevlisi Dr. Hatice Gündoğan’a, şiir dinletisi bölümünde okudukları şiirlerle bizleri duygulandıran Prof. Dr. Bengü Bolat’a, Doç. Dr. Emine Şener’e, öğretim görevlisi Dr. Filiz Gemici’ye, müzik dinletisi bölümünde ney taksiminde Doç, Dr. Uğur Başarmak ve sazda öğretim görevlisi İlker Türkmen olmak üzere tüm hocalarımıza ve emeği geçen herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Çektiği fotoğraflarla Ahi Evran Üniversitesi basın bölümünün temel direği olan, emeğini esirgemeyen, fotoğraflarımızı çekerek bizlere gönderen, çok sevdiğim değerli kardeşim Özgür Türkyılmaz’a teşekkür ediyorum.

Yine benim çok sevdiğim, yanımda ayrı ve özel yeri olan, kız kardeşim dediğim, çalışkanlığıyla, gülen yüzüyle, mütevazılığıyla ön plana çıkan Doç Dr. Emine Şener Hocama da davetinden dolayı ayrıca teşekkür ediyorum.

Bu programa davet edilmem nedeniyle benim de davet ettiğim değerli Edebiyat Öğretmenleri Canan Köksal’a, Gülden Kızılkaya’ya ve Zuhal Çelik’e davetime icabet ettikleri için ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

8 Mart Dünya Kadınlar günü nedeniyle söz kadınlardan açılmışken biraz da Türklerde kadınların yerine bakmak istiyorum.

Tarih boyunca Türklerde kadının yeri diğer ülkelere göre daha ayrı ve özeldir.

Bir erkeğin kadını görünce oturduğu yerden kalkarak kadına yer vermesi Türklere özgüdür.

Bir kadın gelince bir erkeğin ayağa kalkarak karşılaması Türklere özgüdür.

Savaşlarda eşleri şehit olan kadınlara saygı göstermek ve üzülmemeleri için o kadınların yanında bir erkeğin eşinden bir iki adım önde gitmesi, eşiyle sohbet etmemesi, gülmemesi Türklere özgüdür. Yani Türklerde kadın özeldir, ayrı bir değerdir, erkekten hiçbir eksik tarafı yoktur.

Yine bunun en güzel örneğini Cengiz Han’da görüyoruz. Askerleriyle sohbeti sırasında Cengiz Han “Ben sizin liderinizim, sultanınızım, hanınızım ama benim yanımda oturan eşimde benim Han’ımdır” sözlerinde görmekteyiz.

Bugün ülkemizde kadınlara “Hanım” deniliyorsa Cengiz Han’ın bu sözünden kaynaklanmaktadır. 

Türklerde kadın akıl danedir, yol göstericidir, bilgi kaynağıdır, handır, hanımdır.

Cumhuriyet döneminde ise Türk Kadını Atatürk tarafından daha çok onurlandırılmış ve erkeğin sahip olduğu tüm haklar kadına da verilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu M. Kemal Atatürk Türk Kadınlarına 1930 yılında belediye seçimlerine katılmaları hakkını, 1933 yılında muhtar seçme ve seçilme hakkını, 1934 yılında milletvekili seçme ve seçilme hakkını vermiştir.

Kadın Türklerin var oluşundan itibaren önemli ve değerlidir. Kadın hiçbir zaman eve kapatılmamıştır aksine okula gönderilmiş, iş hayatına atılması ve ülke ekonomisinin gelişmesine katkıda bulunması sağlanmıştır.

Türk kadınları savaşa katılmışlar, silah sıkmışlar, ata binmişler, ok atıp, kılıç kullanmışlar, hemşirelik yaparak yaralı askerleri tedavi etmişlerdir.

Bugün Anadolu ağıtları ciğerleri alev alev yakan Türk Kadınlarıyla doludur.

Yeni doğan çocuğuna ninni söyler Türk Kadını.

Askere giden oğlunun saçına kına, Şehit oğluna ağıt yakar Türk Kadını.

Gelin olan kızının eline kına yakar, başına duvak atar Türk Kadını

Vefat eden kocasına ezgiler yazar Türk Kadını.

Türk Kadını çile yumağıdır, dert ortağıdır, yüreği narin olsa da Tanrı’nın diktiği en sağlam direktir.

Acıların en büyüğü evlat acısını yaşar, aç kalır, susuz kalır ama gamını, yasını kimselere belli etmez, sabreder Türk Kadını. Kara dikeni yutar, diken boğazını parçalayıp geçerken acıya katlanır ama sesini çıkarmaz.

Ülkesinin gelişmesinin sigortasıdır Türk Kadını. Okuyup, akademisyen, doktor, avukat, mühendis, ekonomist, öğretmen, hemşire, memur veya değişik iş kollarında çalışarak her alanda ülkesinin gelişmesine katkıda bulunur.

Türk Kadını sadece okumakla kalmaz;

İç Anadolu’ da buğday, arpa, pancar, patates, soğan ve benzeri tarlalarda çalışır, ahırda inek sağar, bağ ve bahçesiyle ilgilenir.

Karadeniz’ de çay ve fındık tarlalarında çalışır.

Ege’de tütün tarlalarında, zeytin ağaçlarında, üzüm bahçelerinde çalışır.

Akdeniz’ de narenciye,  pamuk, kavun, karpuz, patlıcan, biber, domates salatalık marul ve diğer ürünlerin yetiştirildiği ağaçlarda ve tarlalarda çalışır.

Doğu ve Güneydoğu’ da hayvancılıkla uğraşır, tarlalarda çalışır ve sırtlarında çuvallar taşır.

Kısaca ülkemizin her bölgesinde her alanında kadının ekonomiye ve çalışma hayatına katkısı oldukça fazladır.

Ancak kadınların çalışmalarına, gayretine, emeğine rağmen günümüzde ülke olarak geldiğimiz noktada halen birileri kadını arka plana atmak istiyor, kadının okumamasını, çalışmamasını, dışarıya çıkmamasını konuşuyor, ne yazık ki bazı kadınlar da bunların peşinden koşuyorlar. Bunu anlamak mümkün değil.

Bazı kadınlar sözde kendilerini Müslüman zannederek kadını insan yerine görmeyerek, köle gören ülkelerin kültürlerini İslamiyet zannederek onlara uyuyor ve onların yaşam tarzlarını ve kültürlerini Müslümanlık zannediyorlar.

Kuran’a göre kadına bakacak olursak; Alak suresinde ilk emri “Seni Yaratan Allah’ın adıyla OKU” olduğunu ve Peygamberimizin bir hadisinde “ İlim Öğrenmek Kadın-Erkek her Müslüman’a farzdır.” Diyerek aynı sorumluluğu verdiğini görürüz.

Allah kadını da, erkeği de dokuz ay on günde yaratmıştır. Kadına da, erkeğe de iki göz, iki ayak, bir burun, bir ağız vermiştir.

Namazı kadına da, erkeğe de eşit şekilde kılınmasını farz kılmıştır.

Ramazan ayında orucu, kadına da erkeğe de eşit şekilde otuz gün farz kılmıştır.

Hacca giderken ve hacca yapılacak ibadetlerde kadına da, erkeğe de eşit davranmıştır.

Buradan da anlaşılıyor ki Allah kadın-erkek ayırt etmeden kullarını eşit yaratmış ve eşit sorumluluk vermiştir.

Hal böyle olunca kendilerine bilmem ne zanneden, bilmem ne muhteremlere  ne oluyor da kadını geri plana atmaya kalkıyorlar?

Veya kadın denilince bazı sapık zatların aklına neden cinsellik geliyor? Bunları anlamak mümkün değil.

Diğer taraftan Peygamberimizin ilk eşi Hz. Hatice’nin ticaretle uğraşan bir iş kadını olması herkes tarafından bilinmektedir.

Peygamberimizin ikinci eşi Hz. Ayşe’nin de Peygamberimizle savaşlara katılarak hemşirelik yaptığı, yaralıları tedavi ettiği sadece bununla kalmayıp, Peygamberimizin vefatından sonra otuz bin kişilik orduya komutanlık ettiği bazı İlahiyatçı Profesör Hocalar tarafından söylenmektedir.

Sonuç olarak demek istiyorum ki hem Tanrı’nın yarattığında, hem Türklerde kadın köle ve cariye değildir,  yeri özel ve ayrıdır. Erkeğin sahip olduğu her türlü haklara sahiptir.