Her zaman olmasa da zaman zaman sabah yürüyüşüne çıkarım.   Nedense  geçtiğimiz Pazar günü uyuyamadım, saat sekiz gibi   kalktım,  Kent Park’a yürüyüşe gittim ve ne tuhaftır ki sabahın bu erken saatinde  burada  sevgili olan gençlerimizle karşılaştım. Kendi kendime “Daha sabahın saat sekizi,  Anadolu tabiriyle sabahın körü, siz ne zaman uyandınız, ne zaman kahvaltı yapıp,  buluşmak üzere Kent Parka geldiniz, derdiniz ne” dedim. 
 Gençlerden kızın sesi fazla çıkıyor  ve sevgilisi olan erkeğe “ Sen bana sürekli olarak evlenelim diyorsun ikimizin de işi gücü yok,  biz evlenince ne yiyip, içeceğiz hiç düşündün mü” diyordu.  Erkek olanı ise “Düşündüm tabi biz de ekmek arası yeriz “ dedi. Bu konuşmaları duyunca  ben de istemeyerek kahkaha atarak güldüm. Tabi gençler benim kahkahamla birlikte dönüp bana baktılar ve kız olanı “ Bir şey mi var” dedi. “Hayır, bir şey yok sadece delikanlıya bir çift sözüm var” dedim ve delikanlıya dönerek “Delikanlı ekmek arası da parayla satılıyor, bedava değil, sen iş bulmadan evlenmeyi düşünme  kendine, sevgiline, anne ve babana, kızın anne ve babasına  yazık  etme, evlilik çocuk oyuncağı değil” dedim ve onların şaşkın bakışları arasında yürümeye devam ettim. 
Bir gerçeği de belirteyim, “Doğru söyleyeni sevmezlermiş,  dokuz köyden kovarlarmış” sözünde olduğu gibi  sevgili olan bu gençler de beni sevmedi. 
Yaşamın her türlü zorluğuna, hayat pahalılığına ve işsizliğe rağmen   hayatla  mücadele ediyoruz. Önce okul, ardından askerlik,  para kazanılacak iş, evlilik, çocuk derken  hayatın zorluklarını basamak, basamak aşmak için uğraşıyoruz. Ömür dediğimiz kısa bir yol birer,  birer tükeniyor. İyi, güzel, kötü ve acı günlerimiz, düşenimiz, kalkanımız oluyor.  Allah’a  inanan Müslüman Türk Milleti olarak  yaşadıklarımıza kader diyor, Allah beterinden esirgesin diyerek halimize şükrediyoruz. 
Ancak her türlü zorluğa, badireye, ibretlik olaylara rağmen hiçbir şeyden ders almayan, etkilenmeyen duyarsız, sorumsuz bir toplum olma yolunda  milyarlarca kilometre yol aldığımızda gerçektir. 
Ne hal oldu bizlere, nereye gidiyoruz ?  Bir türlü anlayamıyorum. Sözde Anadolu örf, adet ve kültürünün yaşandığı  illerden olan Kırşehir’ de  yaşıyoruz. Kırşehir’de   şahit olduğumuz, gördüğümüz, duyduğumuz  olaylara hayret etmekteyiz, inanmamaktayız 
Kırşehir’de yaz mevsiminde yurt dışında yaşayan hemşehrilerimizin de gelmeleriyle arka arkaya düğünler yapılır. Anneler, babalar  çocuklarının düğünlerini yapmanın, yuvalarını kurmanın sevinciyle gözlerini kırpmadan, borçlanarak, büyük zorluklara katlanarak   gayret gösteriyorlar. Dostlar, tanıdıklar, akrabalar davetliler akın akın  geliyorlar düğünlere.  Kırşehir’in  düğünleri de vur patlasın, çal oynasın,  coşkulu,  neşeli ve  bir başka güzel oluyor.  Giyinenler, süslenenler, saç yaptıranlar, modalı elbiseler, yüksek topuklu  ayakkabılar, oynayanlar, zıplayanlar,  eğlenceden dört köşe olanlar, aman Allah’ım herkes coşkulu, halinden memnun, sazlar çalıyor, kızlar oynuyor, o an için hayatın zorluğu, pahalılığı, geçim sıkıntısı, işsizliği,  şehit cenazeleri kimsenin aklında değil, herkes o anı yaşıyor. Çok güzel ve  pahalı  düğünler yapılıyor, gelin arabası süsleniyor, “Evleniyoruz mutluyuz ” yazısı  yazılıyor, yapılan masraflar düğünle de kalmıyor,  alınan lüks markalı mobilyalar, beyaz eşyalar, elektronik aletler, halılar, arabalar.  Her şey  süper. 
Lakin oynayanlar oynadı, zıplayanlar zıpladı, düğünler yapıldı, eşyalar alındı, yolcu yoluna, evlenen evine gitti. İşte esas dert buradan sonra başlıyor. Aradan  sekiz veya on ay geçiyor, bilemediniz bir sene, evlenen gençlerin baba veya annesini görünce “Gençler nasıllar,  evlilikleri nasıl gidiyor” diyerek sorduğumuz da üzüntülü ve kısık bir sesle  “Siz sormayın, biz söylemeyelim maalesef  çocuklarımız  anlaşamadılar ayrıldılar” cevabını alıyoruz. Bu cevap karşısında  şok oluyoruz, inanamıyoruz   “ Yahu birkaç ay önce coşkulu düğün yapıldı, herkes pür neşeydi, halinden memnundu, evlenen gençlerin gözü kendilerinden başka bir şey görmüyordu,  şimdi ne oldu da ayrıldılar”  diyerek kendi kendimize sormadan edemiyoruz.  
İşte bu nedenlerle “Ne hal oldu bize böyle” diyorum. 
Aslında boşanmaların nedenlerini iyi araştırdığımızda şimdiki gençlerin hayata bakış açıları değişik olup, anne, baba ve büyüklerin sözüne aldırış etmeden, hayatın zorluklarını bilmeden   lise çağlarında aşk ve sevgili peşinde koşmaları,  işsiz iken evlenmeye karar  vermeleri, olgun ve sakin kafayla düşünemeyerek gönlümün prensesi ile  gönlümün prensi ile biricik aşkımla, hayatımın aşkıyla evlenerek dünyanın en mutlu insanı olacağım düşüncesiyle hayatın zorlukları, nasıl geçinileceği hesap edilmeden  aceleyle buzun üzerine  evlilikler yapıldığından   bir sene önce “Evleniyoruz mutluyuz” yazılan gelin arabası yerine  bir sene sonra bu kez kamyona  “ Ayrılıyoruz üzgünüz” yazılarak  boşanmalar  meydana geliyor. 
Birde bunlara  zorluklara katlanmama, sıkıntılara göğüs germeme, herkesin rahat ve lüks yaşama isteği, anne ve babaların çocuklarına geçinmeleri için  yardımcı olmaları yerine  ayrılmaları yönünde tavsiyelerde bulunmaları  “Kızım çık gel biz sana bakarız, oğlum eşinden memnun değilsen boşan,  biz gelini sevmedik boşanın”  gibi telkinlerde bulunmaları da  etken faktörlerdendir.  Kızın  anne  ve babasının  evine  yalnız değil, yanında veya   karnında çocukla, bonusla   gelmesi de insanın içini sızlatan ayrı bir derttir. 
 Önceden geçimsizliği olan aileler için, küsenler, darılanlar için, boşanmaya karar verenler için Kırşehir’ de  aile büyükleri, mahalle büyükleri bir araya gelir  boşanmak isteyen çiftleri birleştirmek, barıştırmak için gayret gösterirlerdi. Şimdi tam tersine kimse yaralı parmağa işemediği gibi  fındık kabuğunu doldurmayacak en küçük konuda bile başta anne ve babalar “Boşanın” diyor.   
Yani gençler de,  anne ve  babalarda, aile  büyükleri de  tuhaf olmuşlar. Al birine vur ötekine misali.  
Zaten gençlerimiz aldı başını gidiyor. Tabiri yerindeyse numunelikler. Kızı da dandini, erkeği de dandini. Ne işten haberleri var ne güçten. “Anne karnım aç, baba su getirir misin” gibi her şeyi ayaklarına istedikleri gibi sanat öğrenecek, para kazanacak, iş sahibi olacak da  değiller. 
Korkum odur ki ileri de fabrikalarda çalışacak işçiler, sanayilerde motor, elektrik, kaporta, boya, fayans, marangozluk, mobilya, terzilik, kunduracılık ve  su tesisatı gibi işlerde çalışacak ustalar bulamayacağız. Gidişat onu göstermektedir. 
İşte bunlardan dolayı “Ne hal oldu bizlere” demeden edemiyorum. Sokaklarda insanlar  kendi kendilerine konuşarak yürüyorlar,  kavga ediyorlar, selam alıp, vermiyorlar, komşu komşuyu tanımıyor, hastadan, cenazeden habersiz, lüks yaşayan, tatil ve eğlence peşinde koşan, banka kredisiyle alınan son model arabalara binerek “Dünyayı ben yarattım” dercesine kasım kasım kasılan,  kendini ne oldum delisi zanneden kibirli, kaprisli, çok bilmiş  insanlar,  makam mevki uğruna adilik yapan yalakalar, atılan  iftiralar, insan onuruna yakışmayacak yaşam tarzı…
Onun için diyorum ki “Ne hal oldu bizlere”…