Çocukluk yıllarımızda masallarla öyle derin bir ilişki kurarız ki, yaşımız ne kadar ilerlerse ilerlesin, okuduğumuz ve dinlediğimiz masalları bilinçli ve bilinçdışı zihnimizin bir köşesinde taşırız.

Birey olma, toplumsallaşma, değer geliştirme sürecinde ilk derslerimizi masallardan almamızın bunda etkisi olsa gerek.

Bu vesileyle aynı şeyler çevresinde yazmak da baydı. Bu yazımız masal olsun istedim!..

Benim favori masalım, Tilkinin Zili;

Bir varmış, bir yokmuş

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde

Ben diyeyim şu yamaçtan, siz deyin bu ağaçtan

Bir tilki çıktı karşıma.

Bir tilki ki hem de ne tilki

Burnu kirli

Ağzı dilli

Kuyruğu zilli

Aklı sivri!

Kara kış bastırınca, karıncığı acıkınca:

-Av yapayım da miğdem bayram etsin, demiş Tilki. Çınçın ederse,  avı kaçarsa diye zillerini çıkarmış, emaneten ağacın dalına asmış. Köye varınca koca ninenin kümesinden tavuk çalmış,  güzelce karnını doyurmuş. Ağacın yanına dönmüş.

-Zillerimi almaya geldim, demiş.

Oysa ağaç zilleri pek sevmiş. Dallarında rüzgâra uymuş çın çın ederlermiş. Vemem zilleri, demiş ağaç.

Tilkinin kafası atmış mı?

Baltanın yanına varmış mı?

Demiş ki baltaya:

-Kes şu ağacın dalını, alayım zillerimi.

Ama balta tilkinin sözünü dinlememiş. Öyle olunca tilki tekrar koca ninenin evine gitmiş. Nine evde yok ya. Ocaktan bir çıra kapmış. Ateşe demiş ki:

-Yak şu baltanın sapını. Ateş onu duymamış bile. Tilki kızmış; kötü sözler söylese de faydası olmamış.

Tekrar düşmüş yola. Az gitmiş, uz gitmiş, bir arpa boyu yol gidince derenin kıyısına gelmiş. Hem suya övgüler yağdırmış; hem de ricada bulunmuş.

Demiş ki:

Git şu mendebur ateşi söndür.

Su bu; aktıkça akmış ama ateşin yanına uğramamış. Tilki de ne yapsın? Suyu içip ateşi kurutması için öküze başvurmuş:

-Ulan öküz, demiş. Bütün gün yazdan kalma kuru otları yersin. Hiç susamadın mı? Haydi, buyur; doya doya iç şu dereden, damla suyu kalmasın.

Öküz laftan, sözden anlar mı? Oralı olmamış, yemlenmeyi sürdürmüş. Tilki öfkesinden küplere binmiş. Dövüne dövüne ağlamış. Ağlarken kulağına çan sesleri gelmiş. Bir de bakmış, ne görsün? Belinde kocaman öküz çanları sarkan bir canavar kendisini izliyor. Tilki ona seslenmiş:

-Zebellah mısın, fenefillah mısın, İfrit misin, zebani misin, İn misin, cin misin, diye sormuş canavara.

-Ne inim, ne de cinim. Adım pek çoktur. Bana canavar derler. Tilki, canavarın beline bağladığı öküz çanlarını görünce ümitlenmiş.

Ona demiş ki:

-Git şu öküzü ye! Çanları da senin olur, boynuna takarsın. Sana çok yakışır.

Lakin canavar et sevmezmiş, ot yermiş. Bunu duyan tilki canavardan ümidi kesmiş. Çobanın yanına varmış.

Ona demiş ki:

-Bak, şuradaki canavar senin koyunlara göz koydu. Köpekleri üstüne salıver de gitsin buradan, demiş. Çoban tilkiyi zaten sevmezmiş. Hiç oralı olmamış. Kavalını çalmaya devam etmiş. Tilki çobanı cezalandırmaya karar vermiş mi?

Farelere seslenmiş:

-Çoban uyurken çarıklarını yiyin, demiş.

Fareler peyniri bulmuşken çoban çarığını ne yapsınlar?

-Git başımızdan, diye Tilkiyi kovmuşlar. Tilki iyice çileden çıkmış. Gelmiş koca ninenin evine. Kedisine demiş ki:

-Hadi göreyim seni. Bakalım kaç fare yakalayabileceksin.

Kediyi sorarsan ocağın karşısında uyukluyor. Tembel mi tembel. Karnı tok, minderi rahat. Kara kışta fare kovalanır mı? Çaresiz kalan tilki en sonunda koca nineye yalvarmış:

-Koca koca ninem

-Hanım ninem

-Canım ninem

-Bak senin kedi mindere  pisledi, diye yalanı savurmuş.

Koca nine kediyi kovalamak için süpürgeyi eline alınca kedi de farelerin peşi sıra koşmuş. Fareler çobanın, çoban köpeklerin, köpekler canavarın peşine düşmüş. Ortalık iyice karışmış. Dere hızlı hızlı akmaya başlamış. Tam ateşi söndürecekken, ateş de tam baltanın sapını yakalayacakken, balta fırlamış ağaca. Takatuka edip devirmiş zilli dalı. Tilki ziline kavuşmuş.

-Çin, çan, çin, çan,çin,çan, diye oynaya, hoplaya gözden kaybolmuş...

Masalın özelliklerinden biri de;

Her masaldan bir öğüt, bir ders çıkarılabilir olması...