salih

DÜN gazeteye gelirken, bir hemşehrim yolumu kesti, Kırşehir’deki olumsuzluklardan dem vurdu “Niye yazmıyorsunuz bunları?” diye sordu.

Ben de hemşehrimin olumsuzluklarla ilgili sözlerini dinledikten sonra, şunları şunları yazdığımızı anlattım, gündeme getirmediklerimizi de en kısa sürede yazacağımı söyledim.
Herkes bizi memleketin fedaisi olarak görüyor.
Sanki bizim yazdıklarımızı Kırşehir’deki ilgiler şıp diye yerine getiriyormuş gibi, yaz da yaz diye ısrar ediyorlar.
Tabi yazacağız, ama araştırıp, soruşturduktan sonra…
Kırşehir’de çalışıyoruz. Ekmeğini yediğimiz, suyunu içtiğimiz ilimizin ve ülkemizin sorunlarını gündeme getirmek ve bunların çözümüne katkı sunmak bizlerin, özellikle basının görevi olduğunun da bilinci içindeyiz.
Ama hep yazıyor, sorunları gündeme getirerek çözümüne katkı sağladığımızı düşündüğümüz meseleler hep gazete olarak neden hep “Kırşehir Çiğdem”in, ya da yazarlarının üstünde kalıyor?
Bu memlekette “gazeteciyim!”, ya da “medyacıyım!” diye ayağını sürüyüp gezen başkalarının gündeminde olmuyor nedense Kırşehir’in sorunları?
Neden hep bizlerin üstünde kalıyor bu sorunları gündeme getirmek?
Onlar işlerini iyi biliyor, “gelene ağam, gidene paşam” diyerek ihale almakla, onun bunun sırtını sıvazlayarak köşe dönerken, biz gazetede çalışanların aylıklarını, sigortalarını nasıl ödeyeceğiz diye kıvranıp duruyoruz.
Birileri köşe dönerken, gazetelerinde yemek tarifleri, rüya tabirleri, bulmacalarla yer doldururken, bizler de Kırşehir için, memleketimiz için deyim yerinde ise doğrucu davut kesilip, haksızlığa, hırsızlığa, yolsuzluğa, hukuksuzluğa karşı ayakta durmaya çalışıyor, başka bir deyimle kuyruğu dikmeye devam ediyoruz.
Tabi bizim karakterimizde, mayamızda tehdit ve şantajla köşe dönme olmadığı için, yıkılmadan ayakta kalma mücadelesi veriyoruz.
Çok şükür bu memlekette alnımız ak, başımız dik geziyorsak o bizim için her şeyden önemli.
Yıkılmıyor, sarsılıyoruz, ama onurluca, şereflice yaşıyoruz ya yeter de artar bize…
Ama bazen üzülmüyor da değiliz hani…
Düne kadar bu memleketin Valisine, Belediye Başkanına, Milletvekillerine iftira ve hakaretler yapanlar ne yazık ki bugün üç kuruş menfaat uğruna dün söylediklerini unutup, yıkama, yağlama işlerini yapıyorlar, iftira ve hakaret ettikleriyle bir araya gelip, yüzleri kızarmadan oturup, kalkıyorlar.
En kötüsü de hakaret ve iftiraya maruz kalan bu ilin Belediye Başkanı bile onları adam yerine koyup, haramdan kazandıklarını bile bile bunların çayını içebiliyorlar!
Biz Belediye’yle ilgili en ufak bir aksaklığı gündeme getirince, “Ya bunu niye yazdın?” diye sitem eden dostlarımız, arkadaşlarımız ne yazık ki her şeyi toz pembe görmek istiyorlar, her şeyi doğru ve güzel yorumlamamızı bekliyorlar.
Kırşehir Belediyesi hepimizin belediyesi…
Belediye Başkanı Yaşar Bahçeci hepimizin Belediye Başkanı…
Bundan onlarla da hem fikiriz.
İyi günde de, kötü günde de birlikte olmakta da hemfikiriz.
Belediye’nin bir kuruşunun heba olmaması, boşa gitmemesi, savurganlık yapılmamasından da hem fikiriz.
İyi ile kötü, doğru ile yanlışın aynı kefeye konulmamasında da Belediye yöneticilerimizle hem fikir miyiz?
Hem fikirsek, neden ayda, yılda bir kez gazete yayınlayanla, her gün yayınlanan gazeteyi aynı kefeye koyuyor Belediye yöneticilerimiz?
Birisi yılın 365 günü yayın yapıyor, hem de 14 sayfa. Yanında 15’in üstünde insana iş ve aş veren bir gazete ile yanında kimseyi çalıştırmayan, canı isteyince ya da birilerini söğüşlediği haram parayla senede birkaç gün gazete çıkaranla aynı kefeye konup, aynı abone ücretini layık görür şu bizim Belediye yöneticilerimiz?
Hak mı, adalet mi?
Hani yetim hakkı, kul hakkı?
“Aman Başkana kimse kötü söz etmesin, aman beni başkana şikayet etmesin!” diyenler!
“Siz kendinizi onlarla kıyaslamayın!” diyenler…
Sözde doğruluktan, dürüstlükten, haktan, hukuktan bahseden Belediye yöneticilerimizin kulakları çınlasın!
Evet, geldiğimiz durum bu…
Biz üzülmeyelim de kim üzülsün?
Ne yapalım devir yıkama ve yağlamacıların, fırıldakların, özü ve sözü bir olmayanların devri olmuş.
Hani bir söz vardır, “layık olmayana yapılan iltifat, layık olana hakaretmiş!” diye…
***

adem piri1 copy
Yetti artık Adem Bey, değiştir şu arabayı!

Bizim gazete ve matbaada çalışanların her biri bir alemde…
Kimi vurdum duymaz, kimisinin kafası çok çalışır, kimi çok zeki, kimi çok deli…
Yani herkes ayrı bir alemde…
İşte bunlardan biri de Adem Piri…
Bizim gazetemiz “Kırşehir Çiğdem”in imtiyaz sahibi Murat Seyitgazioğlu’nun Kaman’da yayınladığı “Yeşil Kaman” Gazetesi’nin genel yayın danışmanı, finans uzmanı, Adem Piri’ye çok üzülüyoruz.
Haftanın beş günü sabahın ilk ışıklarında kalkıyor, sabah namazını kıldıktan sonra servisle Kaman’a giden Adem Piri’nin günlerinin çoğu Kaman’da geçiyor.
Kaman’da uçandan, kaçandan haberi olan ve bunları her gün gazetede haber yapan Adem Bey, yıllarca Petlas ve Milli Eğitim Müdürlüğü’nde çalıştıktan sonra emekli oldu ve hayatını yaşayacaktı.
Geçtiğimiz yıllarda umre ziyaretinde bulunduktan sonra “Hacı” olan ve hedefi iki çocuğunun mürüvvetini gördükten sonra Hacca gitmek olan Adem Bey’e ben üzülmeyeyim ki kim üzülsün!
Adam yatamıyor, gezip tozamıyor, gezip eğlenemiyor, beş gününü Kaman’da geçirip, hafta sonlarını evinde, ailesiyle, çocuklarıyla geçirmek istiyor, ama nerde?
Bakıyorum Adem Bey, her Cumartesi 1997 model kırmızı renkli arabasını alıp, sanayi sitesinin yolunu tutuyor.
Arabasının her hafta bir problemi ortaya çıkıyor, ya aküsü boşalıyor, ya marjz motoru çalışmıyor, ya gazı almıyor, gazı çok alıyor.
Bir elinde kablo, bir elinde anahtar adeta tamirciliğe başladı.
Dedim ya üzülüyorum garibime…
“Değiştir müdürüm şu arabayı! Sana yakışmıyor. Her hafta sonunu zehir ediyorsun. Buna harcadığın parayla daha lüks araba alırsın” diyorum, bizi takmıyor.
Paraları üst üste koyup, turşusunu kuruyor.
“Arabayı değiştirirsem, gazetede çalışanlara ziyafet çekerim. Ziyafettense saniyiyi beklerim” dediği duyumlarını alıyorum.
Ya kardeşim korktuğun şeye bak, biz ziyafet filan istemiyoruz, biz seni düşündüğümüz için, senin bu duruma üzüldüğümüz için değiştirmesini istiyoruz. O hale kuyruğu dikip, ayağını diriyor, “değiştirmem de değiştirmem!” diyor.
Bir de diyormuş ki, “Ya benim paraların hepsi borsada. Borsanın durumu da ortada. Nasıl çıkıp da araba alayım. Şimdi şu kış günü bankaya gideceksin, parayı çekeceksin, gidip Ankara’ya, Kayseri’ye araba beğeneceksin, benzinli mi olsun, dizel mi olsun kafa yoracaksın. Ben böyle zorlamalara gelmem. Bu külüstür beni öldürür. Yeter bana…”
Üzülüyorum, her gün bizim gazetede çalışan arkadaşlar gibi ben de onun bu durumuna çok içerlendiğim için uykularımız kaçıyor.
Bir de buradan çağrıda bulunuyorum, Adem Bey değiştir şu arabayı, hem sen kurtul, hem evdekiler, hem de şu gazetede senin bu durumuna üzülen insanlar kurtulsun!!!

***

Biraz da gülelim!

Horlama
Bir satıcı küçük kasabaya geldiğinde artık saat çok geçtir ve şansına bulabildiği tek oteldeki tüm odalar tutulmuştur.
Adam yalvarır:
“Tek bir yatağınız bile yok mu? Nerede olsa yatarım...”
Resepsiyon memuru cevap verir:
“Esasında iki yataklık ve bir yatağı boş bir odam var ama o odadaki öyle bir horluyor ki yan odadakiler tüm gece şikâyet ettiler!”
“Önemli değil, fark etmez, o tek yatağı bana veriniz...”
Ertesi sabah satıcı gözleri parlak ve kendini çok dinç bir şekilde kahvaltıya iner.
Otelci sorar:
Nasıldı geceniz?
“Hiç bu kadar iyi olmamıştı...? Odaya girdim, adama ‘iyi geceler güzelim’ diyerek bir öpücük verdim, gecenin geri kalanında uyanık olarak beni izledi...

***

Sevdiğim bir söz

“İnsan ne yoksulluktan, ne sürülmeden, ne hapisten, ne de ölümden korkmalı, yalnızca korkak olmaktan korkmalıdır.”
Epictetos