Kırşehir’de bazen yolunuz bir kamu kurum ve kuruluşuna düşer, kimin ne yaptığını anlayamazsınız.
Gidiyorsunuz bir resmi kuruma ilgili memuru bulamıyorsunuz. Soruyorsunuz ya “izinli”, ya “görevde”, ya “hasta!”
Bunların yerine bakanı arıyorsunuz, o da yok!
Şefini soruyorsunuz o da yok!
Bir de kurum içinde sigara içip, ortalığın sigara kokusundan geçilmediğini hissediyorsunuz ve hayretinizi gizleyemiyor ve “yuh!” artık diyorsunuz.
Gittiğim son kurumun adını yazmak istemiyorum, ama ilgili kurumun müdürüne ulaşmak istiyorsunuz, kapısında bir sekreter, bir çaycı lak lak ediyor, soruyorsunuz “dışarıda!”
Bir kurum bu kadar mı başıboş olur? Bu kadar mı sahipsiz kalır?
Sanki kurum değil, çiftlik!
Maalesef Kırşehir’de bazı kurumlar özellikle partizanlara teslim edilenlerin yüzünden günden güne elden bir bir çıkıyor!
Liyakati bir kenara bırakıp, amir diye memurların başına politize olmuş birini getirir, yağcı ve yalaka politize olmuşları o kuruma doldurursanız olacağı bu.
Bu hale gelen, ya da getirilen kurumlar halkın sorunlarını çözmek yerine, içinden çıkılmaz bir hale getiriyorsa…
Halka partizanca yaklaşılıyorsa…
Bu millet ne yapacak?
Kimi kime şikâyet edip, hakkını arayacak?
Elbette bir daire müdürü devlet memurudur ve devletin işlerini yürütmekle sorumludur. Ama bu müdür devlet memurluğunu unutup, parti yöneticisi gibi davranıyor ve ekibini de bu kişilerden oluşturuyorsa vay halimize vay!
Sözde memur sabah 9’da daireye geliyor, şöyle bir gözüküp, çarşı pazar dolaşıyor, tabi geçerken bir de mensup olduğu partiye uğruyor ve “ben bu partiliyim!” diyorsa, hatta görevini ihmal ediyorsa buna kim dur diyecek ki?
Resmi kurumda çalışan bu kişilerle bazen yolda belde karşılaşınca soruyorum, “nasıl gidiyor?” diye “koşturuyoruz!” yanıtını alıyorum.
Doğru koşturuyorlar, ama kendisinin özel işlerine!
Bugün Kırşehir’de resmi bir kurumda sözde çalışıp ticaretle uğraşan, emlakçılık yapan, iş takibi yapan kaç kişi vardır kim bilir!
Yazık bu kurumlara…
Bu kişilerin sorumsuzluğu ve vurdumduymazlığı nedeniyle devletimiz her geçen gün itibar kaybediyor farkında değiller.
Devlet bu kurumların başındaki sözde müdürlere makam aracı vermiş, imkân vermiş, halkın sorunlarını çözsün, onlara yardımcı olsun, proje üretsin diye. Ama onlar halkın sorunlarını çözmek yerine kendi özel sorunlarını çözmek için makam aracından inmemekte direniyorlar.
Tabi Kırşehir’de arabadan inmeyen müdürler olduğu gibi, binmeyen, eşiyle, çoluk çocuğuyla sokakta, pazarda alışveriş yapan, başı dik, alnı açık gezen, devletin kasasını muhafaza eden, reklam ve şovdan uzak Defterdarımız Yusuf Balcı da çalışmalarıyla, layıkıyla, disipliniyle örnek oluyor, ama bazı sorumsuz ve liyakatsizler anlamıyor o da ayrı bir konu.
Yazık ki, hem de çok yazık!
Peki Kırşehir’de bu durumu nasıl düzelteceğiz?
Vali İbrahim Akın’ın bu konuda ne kadar hassas olduğunu biliyorum. Sık sık resmi kurumlara gidiyor, çalışmaları yerinde takip ediyor. Ama şu kurumlarımıza sessiz sedasız bir vatandaş gibi gitse de oraların ne kadar başıboş olduğunu görse diyorum.
Yapar mı, yapar? Çünkü yaptıklarını görüyor ve takip ediyorum.
Ama her daireye illaki bir vali mi, polis mi dikeceğiz?
İnsanın içinde azıcık bir devlet ve millet sevgisi varsa, aldığı parayı helal ettirmek istiyorsa görevini layıkıyla yapacak. Yok yapmıyorsa o koltukları boşaltıp, hak edenlere bırakacak! Tabi bu konuda iktidar partisi de partizanca düşünmeyip, o müdürün arkasında durmayacak!
Devletin verdiği hiçbir makam ve mevkii kimseye baki değildir. Bu kurumlar da kimsenin babasının çiftliği değildir.
Bu nedenle liyakat ta liyakat diyoruz.
Devlet memuru olarak bilinen müdüründen şefine, memurundan hizmetlisine kadar herkesin görevi hizmet etmek. Bunun için de kurumları herkese eşit olarak açmak, görevi ehliyet ve kabiliyet, yetenek, beceri bakımından en iyi yapabilecek olana vermek gerekiyor.
Bunun için bulunmuş yöntem sınav. Ama son yıllarda sınavların da bir önemi kalmadı. Mülakat çıktı, 65-70 puanlı adamı olan, torpili bulunan şıp diye atanıyor, 90-95 puanı olan atanamıyor!
Bu adaletsizlik giderek insanların devlete olan güvenini sarsıyor, ama bu konuda kimse gereğini yapmıyor.
İşte hain Fethullahçıların liyakat sisteminin kendisi için kullandığı artık belgelendi. Sınav sorularını çalıp sınavdan önce istediği kişilere verip, sözlü sınavlarda kendi adamlarını kayırdığı gün yüzüne çıktı.
O zaman yapılması gereken tek şey var. Sınav ve liyakat. Yapılır mı, sanmıyorum. O zaman da yukarıda anlattığım gibi kamu kurumları bilgisiz, beceriksiz, liyakatsiz insanların çiftliği haline gelir ve sorunlarımız da giderek artar ve içinden çıkılamaz bir hale gelir.
Evet, Kırşehir’de bazı kurumlarda gördüklerimi kısaca dile getirmeye ve daire müdürlerini kendine gelip, görevlerini yapmaya davet ediyorum.
Lütfen politize olmaktan vazgeçin, işinizi yapın, yapmıyorsanız, yapamıyorsanız, o devletin makamlarını boşaltın ve yapacaklara bırakın! Yoksa bu milletin vebalini ve ahını almaya devam edersiniz…

***

Sevdiğim bir söz

“Cesaret, bütün zorluklar ile her durumda savaşmaktır, hatta olmayanı, oldurmaya çalışmaktır.” Cletnaceau

***

Biraz da gülelim!

Tavuk var mı?

Temel bir gün eczaneye gider. Eczacıya ''Tavuk var mı hemşerim?" diye sorar.
Eczacı: "Burası eczane burada tavuk olmaz." der.
Ertesi gün yine Temel yine sorar:
''Tavuk var mı hemşerim?''
"Kardeşim bak ben sinirli adamım git, eczane burası tavuk olmaz burada."
Temel de der ki;
"O zaman yaz kardeşim cama tavuk yoktur" diye.
Adam koskoca cama yazar:
''Tavuk yoktur''
Temel bir sonraki gün yine gelir ve eczacıya sorar:
"Tavuk ne zaman gelecek hemşerim?'' :)))