2016 yılı ülkemiz için çok sıkıntılı ve kötü geçti dedim. Kırşehir 2016 yılından istediği ve beklediği hizmet ve yatırımları alamadı dedim.

2016 yılı ülkemiz için çok sıkıntılı ve kötü geçti dedim.
Kırşehir 2016 yılından istediği ve beklediği hizmet ve yatırımları alamadı dedim.
Kırşehir küçülüyor, nüfusu düşüyor dedim.
Kırşehir makûs talihini yenemiyor dedim.
Kırşehir altyapısını yeniliyor, Kırşehir modern bir şehir olacak dedim.
Dedim de dedim…
Elçiye zeval olmaz, ben bu köşemde hemşehrilerimizden ve okuyucularımızdan gelen talep ve eleştirileri dilimizin döndüğünce, kalemimizin yazdığınca dile getiriyoruz o kadar…
Yazmaktan, dile getirmekten başka elimizden bir şey gelmiyor ki…
Yazıyoruz, çiziyoruz ya birileri de bizim bu yazdıklarımızdan, eleştirilerimizden alınıyorlar, kendilerince bize tepki gösteriyorlar bazen.
Eee ne yaparsın hamama giren terlermiş.
Biz nasıl söz verip te yapmayanları eleştiriyorsak, ben de, gazetemizde köşe yazan arkadaşlarımız da yazdıklarından dolayı eleştirilecek!
Buna benim ve hiçbir yazarımızın bir şey diyeceği olmaz.
Ama ben atıyorum bir siyasetçiyi eleştiriyor, Kırşehir’e bir şey yapmadığından, ya da yapamadığından, ya da her hangi bir hareketinden dolayı eleştiriyorum. Bundan doğal ne olabilir ki?
Bu eleştirdiğim siyasetçi benim bu eleştirilerime yanıt verebilir, beni eleştirebilir, hatta yerden yere vurabilir. Kendince haklılığını ortaya koyabilir. Buna ne benim, ne de bir başka yazarımızın tepki göstermesi olamaz.
Ama o eleştirdiğim siyasetçiden tık yokken, onun yalakasından, onun adamından eleştiri geliyorsa ona itirazım var.
Bu tip yalakaların verdiği ve bize atfen yazdığı yanıtlar da çok komik.
Bu eleştirilerden birisine diğerlerini de temsilen seçip cevap vereyim istiyorum. Üstelik misli ile…
Hani bir hikâyemiz var. Nasrettin Hoca, rahmetli bir gün evinde eşeği yaramazlık yaptığı için elindeki sopası ile eşeğin kafasına vurmuş; vurunca eşeğin arkasından zart diye bir ses çıkmış.
Hoca “Allah Allah, ben nereye vurdum ses nereden geldi?” demiş.
Yine bir başka fıkra hatırımda. Onu da yeri gelmişken yazayım.
İki kör köfte yerken biri ötekine demiş:
“2 şer 2 şer yeme!”
Öbürü “Bunu nerden çıkarıyorsun?” deyince, “Ben öyle yapıyorum da ondan” demiş.
Birileri başkalarını nedense kendileri gibi besleme ve yalaka sanıyorlar.
Yine ömürlerini küçücük menfaat kırıntıları için zenginlerin ve muktedirlerin önünde takla atarak geçiren mesleğimizin döküntüleriyle bizi karıştırıyorlar galiba.
Neyse biz bildiğimiz doğruları yazıp eleştirmeye devam edeceğiz. Çok şükür bizim kimseden ne korkacak halimiz, ne de çekinecek bir durumumuz var.
Evet ben 2016 yılını geçen hafta nasıl geçirdiğimizi öyle ya da böyle dile getirdiğim için ben bugün Kırşehir’in ve Kırşehirlilerin 2016 yılını nasıl geçirdiklerine yeniden dönmeyeceğim.
Ama ben bu yılı kendime göre değerlendireceğim.
Peki ben nasıl geçirdiğim 2016’yı?
Efendim ben deniz 2015 yılının son haftasında ayağım kaydı, kolum kanadım kırıldı. Bir yıl süründüm! Günlerce bilgisayarımın başına oturup yazı ve haber yazamadım. Bu konuda çalışan arkadaşlarımın yardımıyla bu işi yapmaya çalıştım.
Aylarca alçıydı, röntgendi derken 10 ayımın bir kısmını hastane koridorlarında geçirdim. Ama nedense sol kolumdaki kırığı bir türlü tutturamadık. Doktorlarım “ameliyat ta ameliyat” dedi, ben de olmaz da olmaz diye direndim de direndim. Sonunda inadın bir şeye faydası olmadığına kafam dank deyince ilk kez bıçak altına yatarak ameliyat oldum.
Kırşehir’de aylarca kolumun kırıklığı nedeniyle her türlü tedavi ve tetkiklerimi yapan Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Devlet Hastanesi Başhekimi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yetiş’e teşekkür ediyorum.
Hastaneye her gittiğimde hep yakın ilgi ve yardımlarını gördüğüm Mehmet Yetiş Hocam iyi ki Kırşehir’de… İyi ki Hastanede…
Onun ne kadar iyi bir insan olduğunu, ne kadar hastalara sevgi ve ilgisi olduğunu her gittiğimde yakından şahit oldum. Teşekkürler Mehmet Yetiş Hocam…
Ama en büyük teşekkürüm de yıllardır Kayseri’de kapısını ve gönlünü hemşehrilerine açan, onların her türlü tedavilerini, ameliyatlarını gerçekleştiren, yalan dolan bilmeyen, Kırşehir sevdalısı hemşehrimiz Prof. Dr. Yıldırım Türk’e…
Değerli Hocam Yıldırım Bey 20 Ekim 2016 tarihinde Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yaptığı başarılı bir ameliyatla beni yeniden sağlığıma kavuşturdu. İki ay önce yaptığı ameliyatın ardından kolum tuttu ve kullanmaya başladım.
Sağolasın Yıldırım Hocam… Teşekkürler Hocam…
Haa unutmadan bir teşekkür de Ahi Evran Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin Radyoloji Sorumlusu hemşehrimiz Yasin Yücesan’a… Sağolsun her türlü tetkiklerimi kısa sürede yaptıran, her türlü kolaylığı sağlayan hemşehrimizden de Allah razı olsun diyorum.
Şimdi çok şükür sağlığıma tam olarak değilse de yavaş yavaş kavuşmaya başladım.
Yani düştüm, kolum kırıldı, kimse halimden anlamadı.
Hani Nasreddin Hoca evinin damında biriken diz boyu karları sabah namazı sonrası kürümeye başlamış. Bir ara dengesini kaybederek damdan düşüp bayılmış.
Komşuları koşuşmuşlar.
Birisi: "Çabuk bir doktor çağıralım."
Diğeri: "Aman bir kırıkçı bulalım."
Öbürü: "Sırtlanıp doktora götürelim" derken, kargaşada ayılan Hoca, acıyan belini tutarak; “Bırakın münakaşayı. Çabuk bana daha önce damdan düşmüş birini bulun” demiş.
İşte benim halimden ancak kolu, kanadı, bacağı kırılan anlar.
Ne diyeyim Allah kimsenin kolunu, kanadını, bacağını kırmasın.
2017 yılı bütün hemşehrilerime, dost ve arkadaşlarıma kazasız, belasız, sağlık ve mutluluk getirsin.



Halil Müdürün on parmağında on marifet!

Bizim Kırşehir Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Çalışır’ı gençliğinden beri tanırım. Tabi eşi Deniz hanım da benim sınıf arkadaşımdır.
Halil Müdürümü Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nde çalışırken de her organizasyonun içinde gördüğüm için işinde titiz, giyim ve kuşamında ne kadar hassas olduğunu yakından bilenlerdenim.
Belediye Başkanı Yaşar Bahçeci kendisini Belediye’ye Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’ne getirdikten sonra arkadaşlığımız ve dostluğumuz daha da pekişti. Çünkü her etkinlikte, her törende, her haberde görüş alışverişinde bulunuyoruz.
Gerçi zaman zaman Belediye’yi eleştirdiğimizde telefona sarılıp “Yapmayın kardeşim! Bunu niye yazdınız!” diye bize çıkışsa da Halil Müdürümü sever, sayar, saygı duyarım. Çok titiz ve hassas olduğu için, Başkan Yaşar Bahçeci’ye toz kondurmadığı için…
Toz dedim de Halil Müdürün toz ve çamura karşı çok hassas olduğuna yakından şahidim. Hep şık gezen, ayakkabısından ceketine, çorabından gömleğine kadar modayı yakından takip eder. Şık mı şık gezer, deyim yerindeyse grand tuvalet! –Gerçi o modayı eşi Deniz hanım sayesinde öğrenmiş olmalı—
Üzerinde toz ve çamur göremezsiniz. Çünkü ayakkabısı toz olduğunda cebinden ayakkabı boyasını çıkartır, ayakkabısını boyar, cilalar. Pantolonunun tozu, çamuru yine cebinde ya da makamında eksik etmediği fırça ile temizler. Dedim ya onun toza ve çamura alerjisi var.
Bugünlerde Kırşehir’in cadde ve sokakları toz ve çamur içinde olduğu için kendisine gelip Belediyeyi eleştirmeye kalkanları kendi ayakkabısını göstererek “Ya bırakın kardeşim sizin yürüdüğünüz yolda ben de yürüyorum. Benim pantolonuma, ayakkabıma bir bakın, bir de siz kendinize. Siz şapşalsınız galiba! Yürümeyi bilmiyorsunuz!” diyerek bir de çıkışır ki ne çıkış ama o... Neredeyse adamı dövecek!
Neyse Halil Müdürüm işte böyle!
On parmağında on marifet vardır.
Bir bakarsınız ayakkabı boyar, bir bakarsınız pantolon fırçalar, bir bakarsınız montunu çırpar, bir bakarsınız saz çalar. Saz çalmayı kimden nasıl öğrendi bilmem ama her gece Muharrem Ertaş’ın bozlaklarını çalıp çocukları üniversitede olduğu için dertlenip durup, gözyaşlarını dökemiyordur mutlaka!
Yani işleri tıkırında, tuzu kuru Müdürümün…
Onu bu şekilde her gördüğümde kendimi kaybeder çocukluğum aklıma gelir.
Ben de çocukluğumda az mı sırtımda sandıkla ayakkabı boyacılığı yaptım, az mı sanayide hurda topladım, az mı pazarda el arabasıyla sebze taşıdım.
Halil Müdürüm de benim gibi çocukluğunda bu işleri yapmıştır belki de. Ama devir hesap kitap devri. 10 liraya bir defa ayakkabı boyatmak yerine 10 liraya bir ay ayakkabı boyamak var ki kim gidecek ayakkabı boyacısına!
Her daireye böyle titiz, böyle plânlı, programlı çalışan dürüst ve çalışkan müdüre ihtiyaç var.
Halil Müdürümü burada ikaz ediyorum naçizane! Dikkat et müdürüm ayakkabı boyacıları işlerinin düşmesinin nedenini sana bağlıyorlar olabilir. Ne olur, ne olmaz kendine dikkat et! Ne de olsa bu işin ucu onlara dokunuyor, onları ekmeğinden etme!
Benden söylemesi!
Biraz da gülelim!

At telefon etmiş!

Gece eşiyle koyun koyuna uyurken, akşamdan fazla kaçırdığı içkinin tesiriyle adam sayıklamaya başlar.
Karısı bu gürültüden uyanınca, kocasının “Suzan!” diye bir kadın ismini durmadan tekrarladığını fark eder.
Adamı uyandırarak sorar:
- Şu rüyanda gördüğün Suzan ne kimdir, söyler misin bana?
Kocası gözlerini ovuşturarak:
- Suzan mı? diye şaşaladı. Şey... Şey... Ha, sahi Suzan, bugün hipodromda ganyan oynadığım atın ismidir.
Ertesi gün bay yorgun argın dairesinden eve dönmüştü. Sordu:
- Ne haber?..
- Hiç, dedi. Bir şey yok.. Ha, şu senin hipodromdaki at yok mu?
- Ee?..
- Telefon etti, seni aradı!..

***

Sevdiğim bir söz

“İnsan zekâ karşısında eğilir, ama şefkat karşısında diz çöker.”
Voltaire