Gurbetin aşiret ağacı oldum.

Ay buna şahit.

Bal ele tat oldu.

Hasretin gül ağacı...

                *

Koku özürlüğünün bir faydası var mı?

Bilemem.

Fakat zamanın kokusunu alabiliyorum.

Çocukluk hatta gençlik çağlarında henüz Berlin duvarları yıkılmamıştı. Körfez Savaşı başlamamıştı. Köyde geçen çocukluğumun yarı döneminde, hırsızlığın zirve yaptığı, biraz okuma yazma bilenin ve şehirdekileri tanıma avantajı kendilerini güya bilen kişi yapmış ve bu kazanım onları çok değişik kurnazlıklara itmişti.

Muhtarın jandarma ile selamlaşması, her şeyi yapma ukalalığını kendinde bulması gibi..!

Aslında işlerin ve zamanın kokuşmaya gebe olduğunu tahmin edemesem de kötüye gidişin işaretleri puslu havada çakal gözü gibi parlıyordu. Tabii o zamanlar öğütlerin içinde çakal - tilki / kurt - koyun / büyük balık küçük balığı avlar...

Masalları henüz bizlere anlatılmamıştı. Büyüklerimiz tarafından köy bilgesi olarak tanıtılan öğretmen demeyeceğim eğitmen tarafından aldığımız ilk ders azar ve sopanın örnekleriyle eğitildiğimizden, geleceğe ilişkin katiyetle bir bilgiye sahip değildik...

Sonraları gençliğimin içinde bulunduğu siyasi-anarşi gerginliği ve çok çok acı durumlar, zamanın ne kadar kokuşmaya gebe olduğunu, çocukluğumun değişmez, sürekliliğinin  yerini mutlak doğruların sorgulanmasına bıraktı...

Kargaşa içinde amaçsız hızlanan, zaman hissi zamansız anlara evrilmesi ve zamanla bozulmaların çoğalması gelecekte olacakların birer göstergesi- imiş...

Zaman ritminin bozulması ve zaman içindeki amaçsız dönüp durmasının açtığı bir duygu durulmazlığının sebebiymiş aslında...

Zamansız dağılma ve hayatın düzenleyici yapısının sabitliğini yitirmesinden dolayı, tevekkür becerisini ortadan kaldırdığından, esas sorunun üzerini örtüyor ve zaman kaybına neden oluyor.

Mutlak değer olan anlam ve hasret, yerini zevk-eğlenceye bırakınca olaysız yaşam nihayetinde, insan da bu zamanı yaşamanın dayanılmaz haline çare olarak, durumunu teskin edici işlere meylini artırdığından, zamanın bütününde kalınamıyacağı inancına dönüşüverdi.

Şöyle toparlayım;

Zamanında yaşamayı bilmeyen, ölmesini de beceremez.

Yaşamak zamanla yarış olmamalı aksine yetişme amaçlı olmalı. Çocuklarımızdan tutun bütün yetişkinlere kadar her fert yarış halinde.

Aslında hedef yarışmanın aksine, yetişme ve yetişerek hayatın uygunluğunu kabullenmektir.

Yaşam anlamlı bir bitmişliğin her tür forumundan yoksun bırakıldığında, uygunsuz zamanda sonlanır.

Bu esnada gözüm ekranda olduğundan...

Anlık TV'ye takıldım.

 -Şırnak’ta yürütülen operasyonda şehit olan askerlerimize Allah’tan rahmet...

Demeçleri...

Spiker Ankara'da da havanın rüzgârlı olduğunu (!) söylüyor...

Dışarısı gök gürültülü sağanak yağışlı.

Şimşekler ardı ardına...

Ve elektrikler kesildi.

Yağmur var gücüyle yağmaya başladı...

Gözüm, el altında bulunan şu gönderiye takıldı.

 "5. yüzyılda yazılmış bir Çin kaynağıyla uğraşıyorum. Kaynağın Hunların bölünmesini yorumladığı kısma geldim. Az önce karşılaştığım uzun ve edebi cümleye bir bakar mısınız?

"Düşmanlık o kadar derindi ki karşılıklı birbirlerinin çatlaklarını izliyorlar, birbirlerine yay çekip balta kaldırıyorlar, karşılıklı olarak birbirlerinin hareketlerini gözetliyorlar, bulutlar gibi toplanıp, kuşlar gibi dağılıyorlar. Dahası birbirlerine karşı ani baskınlar düzenleyerek neredeyse birbirlerini yok ediyorlar. Huzurlu bir tek bir yıl geçiremediler.

Buna karşılık Çin'in sınır bölgeleri sessizlik ve huzur içindeydi."

Konuralp Ercilasun'a ait bu cümleler, yazıyı bitirmeme sebep oldu.