“Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin, bir ulus bilim ordusuna sahip değilse, savaş meydanlarında kazanılmış zaferlerin sonu olacaktır. Bu nedenle bir an önce büyük, mükemmel bir bilim ordusuna sahip olma zorunluluğu vardır.” (M. Kemal Atatürk)      

Tanzimat Fermanı, Osmanlı padişahlarının ilk defa sınırsız yetkilerinin kısıtlanması, insan hakları ve kanunların üstünlüğünün kabul edildiği gelişmelerin başlangıcıdır. Osmanlı da anayasal hareketlerin temelini oluşturur.    

Tanzimat fermanı ile birlikte Osmanlıda aydınlar yeni arayışlara başlar. Tanzimat ‘’yeniden düzenleme’’ anlamına gelir batıda yaşanan gelişmeler, Osmanlıyı da derinden etkiler aydınların isteği ve batılı devletlerin baskıları sonunda Tanzimat fermanı ilan edilir.   

Tanzimat Fermanı, 3 Kasım 1839'da Sultan Abdülmecid'in sadrazamı Mustafa Reşid Paşa tarafından Gülhane Parkı'nda yabancı devletlerin temsilcileri ve büyük bir halk topluğu huzurunda okunur.

Tanzimat Fermanı bireyle devlet arasındaki ilişkilere hukuki yön veren yeniliklerdir. Tanzimat’ı halk o yıllarda şöyle tanımlar; Artık gâvura gâvur denilmeyecek, yargılanmadan kimse öldürülmeyecek şeklinde yorumlanır.  Tanzimat Fermanı doğal olarak yeni gelişmelere yol açacaktır.

Mustafa Reşid Paşa, bazı gençlerle birlikte Mithat’ı da bilgisini, tecrübesini, yabancı dilini geliştirmesi için 1857 yılında Fransa'ya gönderir. Mithat İstanbul’a döndükten sonra Osmanlıda başarılı hizmetlerden sonra önemli mevkilere gelir. Mithat, gözü pek, cesur, namuslu bir devlet adamı olarak verimli hizmetlerde bulunur ve hızla yükselir. Padişah 5.Murat ileri derecede hastaydı. Viyanalı doktorlar, tedavisinin mümkün olmadığını söylerler. İşte bu sırada 34 yaşındaki Şehzade Abdülhamit kendisi ile görüşmek için Mithat Paşa'ya haber gönderir. Çünkü Mithat Paşa o sıralarda Osmanlı'nın en güçlü devlet adamıydı. Şehzade Abdülhamit, Mithat Paşa'ya oldukça saygılı davranır. Hatta “Bizler gibi Çerkez cariyeler elinde büyümüş kişiler, yanında sizler…” gibi şişirme sözlerle Paşa'nın zayıf yönlerini keşfeder. Saçını başını devlet hizmetlerinde ağartmış 55 yaşındaki Paşa, 34 yaşındaki Şehzade'nin dolduruşuna gelir. Şehzade Abdülhamit, tahta geçmek için Mithat Paşa'nın tüm koşullarını kabul eder. Koşulların başında da Mithat Paşa tarafından hazırlanan Kanun-i Esasi vardır. Diğer koşullarda şunlardı:

- Mithat Paşa, Sadrazam olacak.                                                                     

- Padişah, devlet işlerine karışmayacak.                                                                         

- Sorumlu nazırların tavsiyeleri, Padişah tarafından kabul edilecek. 

- Sadullah, Ziya Paşa ve Namık Kemal sekreter olarak saraya alınacaktı. Kânûn-ı Esâsî veya 1876 Anayasası, Kânûn-ı Esâsî çeviri olarak "temel kanun" ya da "anayasa" anlamına gelmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk ve son anayasasıdır. Kânûn-ı Esâsî 23 Aralık 1876'da ilan edilir, 1878'de II. Abdülhamid tarafından Osmanlı Rus savaşı bahane edilerek Kânûn-ı Esâsî askıya alınır.

II. Abdülhamid 5 Şubat 1877’de Mithat Paşa’yı sadrazamlıktan azledildi. II. Abdülhamid halkın sevdiği, neredeyse bütün matbuatın arkasında olduğu büyük devlet adamının böyle ani bir kararla yurtdışına sürgüne gönderilmesi nahoş hadiselere yol açabilirdi. Onun için Sultan Abdülhamit İzzettin vapurunun kaptanına Çekmece açıklarında demirleyerek emrini beklemesini istemişti, kaptan öyle yaptı. Sadrazamın sürgüne gönderildiği haberi şehre tez yayıldı. Sultan tedirgindi. Ahali ayaklanır ve büyük bir tepkiyle karşılaşırsa eğer, kararını tekrar gözden geçirecek, belki de geri alacaktı!   

Gemi üç gün üç gece demirlediği yerde bekler. Şehirde yaprak kımıldamaz. Hiç kimseden güçlü bir ses çıkmaz. Ne kendisini seven ahaliden ne münevverlerden ne de bir yığın özgürlük tanıdığı matbuattan ses çıkmadı…                                                                                                                            

Bunun üzerine II. Abdülhamid Mithat Paşa’nın özel kalem müdürü Namık Kemal’in de tutuklanmasını ister.

Sultan rahatladı ve emir verdi, geminin kaptanı denize açıldı. Bir müddet sonra II. Abdülhamid Mithat Paşa’nın Avrupalıları kışkırtacağından korktuğu için Mithat Paşa’yı, Aralık 1878’de affederek Suriye valiliğine atadı, ancak İstanbul’a gelmesi kesinlikle yasaklandı. 1880’de İzmir valiliğine atanır. 5 Mayıs 1881’de konağının bir askerî birlikçe sarılması üzerine Fransız konsolosluğuna sığındı. Fransa, Tunus’u ele geçirme planları yapmaktaydı ve Osmanlı Devleti ile ilişkilerini bozmak istemediğinden sığınma talebini geri çevirdi. Üç gün sonra hükümetin güvence vermesi üzerine teslim oldu. 

İstanbul’a getirilen Mithat Paşa Yıldız mahkemesi tarafından Abdülaziz’in öldürülmesiyle suçlanır Cevdet Paşa'nın başkanlığını yaptığı uyduruk bir mahkeme tarafından yargılanır ve idama mahkûm edilir. Mahkeme sırasında Mithat Paşa, Cevdet Paşa'ya “Senin aklın, Avrupa Yasaları'na ermez. Sus” diye bağırır. Cevdet Paşa'da O'na şu karşılığı verir; “Birkaç kelimelik Frenkçenle Avrupa Yasaları'nı sen mi bilirsin? Senin bildiğin kadar Fransızcayı kunduracılar da bilir” karşılığını verdi. Bu tartışma iki kişinin çatışması değil, iki dünya görüşünün karşı karşıya gelmesiydi. Osmanlı topraklarında ilk kez eski bir sadrazam ilk kez yurt dışına sürgün ediliyor ve yargılanıyordu. Yargılamanın sonunda Mithat Paşa idama mahkûm edilir.

II. Abdülhamid bu cezayı idamı boyu hapis cezasına çevirir. Arabistan’da Taif Kalesi’ne sürülen paşa, 3 yıl burada sıkı denetim altında yaşadıktan sonra 8 Mayıs 1884 gecesi muhafızları tarafından boğularak öldürülür.  Bu konuda farklı görüşler var, fakat ben bilimsel bir çalışma olduğuna inandığım Niyazi Berk es’in “Türkiye'de Çağdaşlaşma” isimli eserini kaynak aldım. 

Kanun-i Esasiden sonraki oluşum ’’Jön Türkler’’ hareketidir.  Jön Türkler ( Fransızca Genç Türkler anlamına gelir) bu hareket 2. Abdülhamit’in iki kız kardeşinden biri olan Seniha Sultan’ın eşi Mahmut Celalettin ve oğlu Prens Sabahattin Bey tarafından başlatılmıştır. 2. Abdülhamit’in diğer kız kardeşi Mediha Sultan Damat Ferit’le evlenecektir, bazı kardeşler işte böyle farklı yollardan giderler.   

Jön Türkler, II. Abdülhamid’in baskı rejiminden kurtulmak isteyen aydın kuşağının kurduğu örgüttün adıdır. Jön Türkler Kanun-i Esasinin yeniden yürürlüğe girmesi için çalışırlar. Prens Sabahattin Bey aynı zamanda ülkemizde Ziya Gökalp’le birlikte sosyoloji biliminin ilk kurucusu olarak kabul edilir. Jön Türkler Osmanlı imparatorluğun çökmekte olduğunu görüyorlardı gözlerinin önünde çok uluslu imparatorluklar Osmanlı gibi değişik ırklardan ve dinlerden oluşan Rusya da Ramanov ve Avusturya da Hasburg hanedanları tarihe karışıyordu artık bu tür imparatorluklar dönemi sona eriyordu. Osmanlının da onlar gibi çökmesi kaçınılmazdı. Bu nedenle Jön Türkler, yeni arayış içerisindeydiler. Jön Türkler bu durumu görüyor ve kendilerince çareler arıyorlardı.    

Bunların dışında en etkili hareket M.Kemal ve Cumhuriyet kadrolarının içinde yetiştiği örgüt İttihat ve Terakkidir. İttihat ve Terakki tıbbiyenin bahçesinde beş öğrenci tarafından1889 da kurulmuştur, bu öğrenciler; Abdullah Cevdet, İbrahim Temo, İshak Sükûti, Mehmet Reşat ve Hüseyin zade Ali Turan’dır. 

İTTİHAT ve TERAKKİ ( Birlik ve İlerleme) cemiyetin kuruluşunda Türkler başat değildi, başat Müslümanlıktı. İttihat ve Terakki Osmanlıda tüm unsurların birleşmesiyle çağdaşlaşmayı sağlayacak bir monarşi istiyordu. İttihat ve Terakki aydınlar tarafından çok ilgi gördü kısa zamanda binlerce üyesi oldu, fakat farklı ırklardan oluşan Osmanlı devletindeki milliyetçilik akımları da bunu engelliyordu. O yıllarda etnik gruplar etkiliydi, milliyetçilik hareketleri yeni başlamıştı, bu akımlardan en çok etkilenende Osmanlı İmparatorluğu oldu, çeşitli yerlerde etnik gruplar tarafından isyanlar çıkarıldı.  

Cemiyet içerisinde eleştirici ve dik başlı olanlar ön plana çıkıyordu, daha sonraki yıllarda etkinlik Tıbbiyelilerin egemenliğinden daha çok üyesi olan harp okulu öğrencilerinin eline geçti. Harbiyeliler içerisinde Enver Paşa ve Mustafa Kemal etkili olmaya başlamıştı, cemiyet içerisinde savaş istemeyenler etkisiz kalıyordu. Enver Paşa’nın bir türlü dizginlenemeyen hırsı vardı, bu hırs sonunda hem kendisini hem de Osmanlıyı felakete götürecekti. Atatürk çözüm bulunamayan konularda; Ölçüp biçen hesaplar yapan çözüm yolu bulan bir dehaydı. Mustafa Kemal, beklemesini bilen, hiçbir şeyi tesadüfe veya şansa bırakmayan, her şeyi özenle planlayan, her olayın kendi saatini bekleyen zamanı gelince harekete geçen, düşüncelerini ve sırlarını en yakınlarıyla bile paylaşmayan bir liderdi. Oysa M. Kemal ve Enver aynı kültürel iklimde yetişmişti. Bilim filozofu Th. Kuhn’a göre insan içinde yetiştiği kültürel iklimin ürünüdür. M. Kemal Enver’den farklı olarak Selanik’te yetişmişti, Selanik’in iklimi İstanbul’a göre daha özgürdü, sivil asker ilişkisi ve görüş alış verişi İstanbul’da daha yoğundu. Onun için Kurtuluş Savaşın önemli komutanlarının önemli bir kısmı Selanik kökenlidir. Ayrıca M. Kemal Fransızca biliyordu, Fransız aydınlarından Fransızca metinler tercüme ediyor ve okuyor sürekli kendini geliştiriyordu.

O yıllarda ilk Harbiyeliler aydınlanma konusunda başat konuma geçmişlerdi, genç subaylar toplumun gelişmesi ve kalkınması için canları pahasına, baskıcı yönetimden kurtulma yollarını arıyorlardı. Eğitim bilimlerine göre birey ve toplum kendisini ancak özgür bir iklimde geliştirebilir. Özgürce gelişim arzusu İttihat ve Terakkinin marşında bile belli olur:

Yaşa vatan çok yaşa!   

Yaşa millet çok yaşa!   

Yaşasın Osmanlılar!       

Yaşasın şanlı ordu!

Yaşa İttihat Ve Terakki!

İttihat ve Terakkinin asıl amacı 2. Abdülhamit’in baskı rejiminden kurtulmaktı. İttihat ve Terakkiye daha sonraları cemiyetin etkili isimlerinden Dr. Nazım’ın bacanağı Celal Bayar da katılır. Yassı Ada duruşmalarında Celal Bayar cesurca tavırlarıyla iyi bir ittihatçı olduğunu gösterir. İttihatçı demek hayatları pahasına dayanışma içerisinde ve cesur olmaktır. Daha sonraları cemiyetten ayrılmasına rağmen Atatürk’ün yetişmesinde İttihat ve Terakkinin özgürlük özlemi oldukça etkili olmuştur.  (DEVAMI VAR)