7 HAZİRAN seçimlerinin ardından Türkiye yaklaşık dört ay sonra yeniden seçime gidecek. Türk Milleti’nin aradan geçen bu süre içinde tercihlerinde bir değişiklik olup olmayacağını da 1 Kasım akşamı göreceğiz.

7 HAZİRAN seçimlerinin ardından Türkiye yaklaşık dört ay sonra yeniden seçime gidecek.
Türk Milleti’nin aradan geçen bu süre içinde tercihlerinde bir değişiklik olup olmayacağını da 1 Kasım akşamı göreceğiz.
Seçim startı verildi, Kırşehir’de siyasi partilerin milletvekili adayları belli oldu, adaylar ve partiler seçim çalışmalarına başladı.
Ancak Kırşehir’de kime sorarsanız sorun hiç kimsede seçim heyecanı yok.
Kimsenin seçim umurunda değil, hepsi geçim ve güvenlik derdine düşmüş durumda.
13 yıldır ülkeyi idare eden AKP’nin bir takım yanlışlıkları sonucu Türkiye’de şu an bir savaş var. Ülkemizin Doğu ve Güneydoğusunda her gün asker ve polislerimize saldırılar, şehitlerimiz, yaralılarımız var.
Bazı il ve ilçelerde sokağa çıkma yasakları uygulanıyor. Yani Türkiye kendi içinde bir savaş yürütüyor.
Bu yetmezmiş gibi sınırlarımızda milyonlarca Suriyeli Türkiye’ye geldi. Türkiye milyonlarca mülteciye 10 milyar dolara yakın bir para harcadı.
Bütün bunlar yetmiş gibi şimdi de Suriye’de devam eden iç savaşa Rusya ve Çin de katıldı. Birkaç gündür Rus uçakları bizim hava sahamıza girerek uçaklarımıza tacizde bulunuyor. Neredeyse burada da bir savaş çıktı çıkacak.
Bu kadar önemli bir sorunla karşı karşıya kalan Türkiye’nin uyguladığı iç ve dış politikalard ne yazık ki ülkemizi bir savaşın eşiğine getirdi. Şimdi dünya Üçüncü bir Dünya Savaşı ile karşı karşıya…
Evet, halkımız ve ülkemiz büyük bir ekonomik sıkıntı içinde ne yapacağını şaşırmış iken, her gün şehit haberleri ve çatışmaları yaşanırken, insanlar nasıl seçimi düşünebilsin ki?
İşte Kırşehir’de milletvekili adaylarıyla zaman zaman görüşüyor, konuşuyoruz. Seçmende olduğu gibi milletvekili adaylarının hiçbirisinde de seçim heyecanı yok. Çünkü ülkemizin Doğu ve Güneydoğu’sundaki çatışmalar, sınırımızda her an çıkabilecek bir savaşla seçimlerin erteleneceği görüşleri ortaya atılıyor.
Gerçi seçim olsa ne yazar ki?
Seçmen daha dört ay öncesandık başına gitmiş, tercihini yapmış, ama nedense bu ülkeyi yönetenler sonuçları beğenmeyince yeniden seçim kararı alınmış.
Şimdi 1 Kasım’da öyle veya yeni bir seçim yapılacak. Yine aynı sonuçlar çıkarsa Türkiye yeniden mi seçime gidecek? Türkiye bu kadar mı zengin bir ülke?
Gerçi çok zengin bir ülke olmasak 3 milyona yakın Suriyeli mülteciye 10 milyar dolara yakın bir para harcamazdık.
Ama Türk halkı şunu sormaz mı?
Peki “biz bu kadar zengin isek, neden bizlere bu kaynaktan 100 lirayı çok görülüyor?” demezler mi?
Yani ülkemiz çok zor ve sıkıntılı günlerden geçiyor.
Peki biz Kırşehir’de yaşayanların hali keyfi nasıl, onlar ne düşünüyor, ne yapıyor?
Büyük çoğunluğu ekonomik sıkıntı içinde kıvranıyor da kıvranıyor.
Piyasalarda yaşanan ekonomik dalgalanmalarla birlikte esnaf doğru dürüst iş yapamıyor, halk geçim sıkıntısı içinde ne yapacağını şaşırmış durumda.
Kurbandı, bayramdı, düğündü, derken okullar açıldı. Çocuğu okuyan her anne ve babanın ekonomik sıkıntıları had safhaya ulaştı.
Kimsenin ne seçimi, ne savaşı düşünecek hali mi var?
Hepsi merginofa yemiş balık gibi, sarhoş gibi dolaşıyor!
Seçim olsa ne yazar, seçilenler şu olsa, bu olsa ne yazar ki?
Herkes kendi derdine düşmüş durumda.
Ne diyelim Allah sonumuzu hayretsin!..

***

Ben isterdim ki!

GEÇTİĞİMİZ günlerde bir şiir okudum gerçekten çok anlamlı ve yerinde bir şiir. Tabi anlayan için, yorumlayan için.
Doğan Yılmaz’ın kaleme aldığı “İsterdim” şiiriyle yazıma başlamak istedim bugün…
“İsterdim...
Kavgayı bir ağacın yaprağına yazmak isterdim.
Sonbahar gelsin yaprak kurusun diye.
Öfkeyi, bir bulutun üzerine yazmak isterdim.
Yağmur yağsın bulut yokz olsun diye.
Nefreti, karların üzerine yazmak isterdim.
Güneş açsın karlar erisin diye.
Ve dostluk ile sevgiyi yeni doğmuş,
Bebeklerin yüzlerine yazmak isterdim.
Onlar da büyüsün Dünya'yı sarsın diye...”
Gerçekten anlayan için çok şeyler ifade ediyor.
Günümüzde bakıyorum küçük kırgınlıklar ne kadar büyüyüp cinayetlere, hatta vahşetlere neden olduğunu görüyoruz.
Oysa kırılmalar yaşanırken, gönül almak ve affetmek kadar güzel bir şey var mıdır?
Dünya geniş, herkese yer var, ama gel gör ki en ufak bir şeye kırılıyor, düşman oluveriyor insan.
İnsanları olduğu gibi kabul etmek, hata varsa özür dilemek ve bu özrü kabul etmenin de bir erdem olduğunu anlamak o kadar zor mu ki?
Bakıyorum çevremize kıran, küsen, darılan darılana…
Öfkelenen, sinirine hakim olamayan nice insanları görüyor ve hayıflanıyorum.
Küçük menfaatlerin arkasına saklanan ve her şeyi menfaat olarak gören insanlar topluluğu karşısında tepki göstermek, bağırıp çağırmak, küsmek, kırılmak, ceviz kabuğunu doldurmayan şeylerle düşman olmak niyekine?
Birisini kırk yıl sırtırda taşırsın, her şeyi yaparsın, ama “yoruldum” deyince senden kötüsü olmuyor ne yazık ki!
Evet, “dünya menfaat dünyası” diyorlar.
“Köprüyü geçene kadar ayıya dayı” diyorlar!.
Ama öfkenin, düşman olmanın kime ne faydası var ki?
Hangi zengin parasını, malını, mülkünü öbür dünyaya götürmüş ki!
5 metrelik kabuttan başka kim ne götürebilir ki?
Öyleyse neden bu kadar para, mal, mülk hırsı?
Neden bu kadar çemememezlik?
Neden bu kadar menfaatçilik?
Neden insanları “keriz” yerine koymak?
Neden bu kadar insanları kullanmak?
Elbette bütün bunları yaşayan insanlar, kırılıyor, küsüyor, köşesine çekiliyor. Ama sonra da yaşadıkları gözlerinin önüne geliyor, sinir katsayıları yükseliyor, kendine verdiği zararın farkına bile varamıyor.
Bir anlık öfkenin, sonunun ne canlara, ne mallara zarar verdiğini görmüyor muyuz?
Kırşehir’de bakalım şöyle bir ailelere…
Kopmuşlar, parçalanmışlar, darmadağan olmuşlar!
Üç kuruşa boyun eğmişler…
Hepsi küçülüp, parçalanıp kaybolup gitmişler.
Kavgayı bir ağacın yaprağına yazan yok maalesef!
Öfkeyi, bulutun üzerine yazan hiç yok!
Nefreti, karların üzerine yazan var mı?
Öfkesini bebeklerin yüzlerine yazan var mı?
Yok, yok, yok!
Hiç yok!
Yaprakların üzerine yazan olmadığı için yapraklar gazel oluyor,
Öfkesini bulutlara yazan olmuyor ki yağmurla birlikte akıp gitsin.
Nefretini karların üzerine yazan yok ki güneş açıp eriyip gitsin, kavgalar olmasın.
Ne diyeyim ben insanın durulduğu zamanlar da olur... Yorulduğu zamanlar da…
Ama ömür götüren, kırıldığı zamanlardır.
Ben isterdim ki herkes kardeş gibi olsun, mutlu olsun!
Gerisi teferruat!..
Biraz da gülelim!

Bizimki daha güzel!

Karı koca bir barda oturuyorlar önlerindeki içkileri yudumlarken bardan içeri hoş bir hatun girer. Bizimkilerin yanına yaklaşıp adama sarılarak yanağından öper. Yanındaki karısına aldırmadan: "Nasılsın hayatım, epey oldu görüşemedik?" diyerek ileride bir masaya gidip oturur. Adamın karısı şaşkındır, dayanamayarak kocasına sorar.
- Kim bu kadın?
Adam sakin bir sesle yanıtlar:
- Metresim!
Kadın yanıtı duyunca çıldırır:
- Ne! Derhal boşanıyoruz! Sen ne şerefsiz adammışsın. Bir de utanmadan metresim diyorsun. Her şey bitti hemen boşanıyoruz!
Adam gayet sakin sıralamaya başlar:
- Ne yani sevgilim Etiler'deki dubleksi, Akmerkez'deki daireyi, Bodrum'daki tripleksi, 24 metre yatı, altındaki son model jeeple spor arabayı, bütün bunları bırakıp benden ayrılmak mı istiyorsun?
Kadın sakınleşir ve çevresine bakmaya başlar. Biraz ileride bir çift dikkatini çeker, kocasına sorar:
- Surada oturan bizim Suat değil mi?
Kocası yanıtlar:
- Evet.
- Peki yanındaki kim?
Kocası gayet soğukkanlı:
- Metresi...
Kadın bir an duraklar hemen arkasından yapıştırır:
- Aa! Bizimkisi daha güzel valla!..