Kırşehir’de çocukluk yıllarımızda her evde televizyon yoktu. Her mahallede bir, bilemediniz iki evde siyah-beyaz, renksiz televizyon vardı.

Kırşehir’de çocukluk yıllarımızda her evde televizyon yoktu. Her mahallede bir, bilemediniz iki evde siyah-beyaz, renksiz televizyon vardı. Ev sahibi istesin veya istemesin, suratını ekşitsin veya ekşitmesin hiç önemli değil televizyonu olmayanlar doluşurlardı televizyonu olan evlere.
Hafta da bir gün cuma günleri Türk filmi oynadığı için dört gözle beklenirdi cuma günü ve filmin oynayacağı saatler. Şimdiki gibi yirmi dört saat kesintisiz yayın yoktu. Akşam saat yedi de açılan, gece saat on birde kapanan tek kanallı televizyon olduğundan televizyon ne gösterirse onu seyretmek mecburiyetindeydik. Oynayan Türk Filminde ya erkek fakir ve gözleri kör, kız zengin, veya kız fakir, erkek zengin ve gözleri kör olurdu. Film kesinlikli acıklı olur, annelerimiz, yaşlılarımız, büyüklerimiz hıçkırarak ağlarlardı. Şimdiki kadar olmasa da ara sıra olan öpüşme sahnelerinde özellikle büyüklerimiz elleriyle yüzlerini kapatırlar “ Allah belanızı versin utanmazlar” diyenler, “anam bunlar bizim gözümüzün önünde ne yapıyorlar, bizi görmüyorlar mı?“ diyenler olduğu gibi iyi, kaliteli programlar veya türküler yayınlandığında “televizyonu kapatın misafir geldiği zaman açalım da o zaman seyredelim” diyenler de olurdu.
Yayınlanan programlar arasında toplum içerisinde davranış biçimleri, devlet malını koruma, okumanın önemi, çevreyi temiz tutmak gibi eğitici, öğretici programlar olurdu. Diziler eğitici, öğretici olduğu gibi bilgi ve genel kültür içerikli yarışmaları, kök aileleri canlandıran aile bağlarını güçlendirici çok çocuklu kalabalık ailelerin birleştirici, şükredici, mutlu, neşeli, ders verici filmleri ilgiyle izlerdik. Münir Özkul ile Adile Naşit’in birleştirici filmleri Türk Kültürünü, örf ve adetini, Türk Aile yapısını en güzel şekilde anlatan filmlerdi.
O dönemlerde Kırşehir’de bulunan üç sinemada gösterilen “Ezo Gelin, Toprak Ana” gibi acıklı filmlere ailece gidilir sinemaların aile için ayrılan üst katları tamamen dolar ve dolu olan aile salonunda ağlama sesleri, hıçkırıklar duyulur, Erol Taş gibi kötü rolde oynayanlara kızılır, tepki gösterilirdi.
Kırşehir’deki sinemaların ayrıca ayrı yerde üstü açık yazlık sinemaları vardı. O yazlık sinemalarda film seyretmek bir başka güzeldi. Bu sinemalarda milli ve manevi değerlere önem veren, vatan, millet sevgisini, ahlakı, İslamiyeti öğreten, Kara Murat, Battal Gazi, Malkoçoğlu, Tarkan, Ergenekon Destanı gibi filmler gösterime girdiğinde salonlarda yer kalmazdı. İşte bu filmleri izleyerek büyüdüğümüz için bizim yaşıtlarımız vatan, millet, bayrak sevgisine, milli ve manevi değerlere bağlı olur, önem verir, saygı duyar.
Şimdi ise 1980’li yılların ortasında renkli yayına geçilmesi, Türkiye ve Kırşehir’de her eve, her odaya hatta dükkanlara televizyonların girmesiyle ilk önce televizyon alanlar çok, çok rahatladılar.
Yıllar geçtikçe televizyonlar kesintisiz yirmi dört saat yayın yapmaya başlamış değişik diziler, filmler programlar ilgiyle izlenmeye başlamıştır. Ancak teknoloji ilerledikçe, televizyon kanallarının sayısı arttıkça, uydu sistemine geçilerek dünya kanalları izlenmeye başlandıkça televizyon bağımlılık ve hastalık yapmaya başlamıştır.
Şimdi insanlar dinlenme saatlerinde, boş zamanlarında, akşamları, hafta sonları, tatillerde yada özellikle ev hanımlarının işlerini bitirdikten sonra yaptıkları tek şey televizyon karşısında dizi izlemek oldu. İzlenen bu diziler geçmişte olduğu gibi vatan, millet sevgisin öğretmek, milli ve manevi değerleri güçlendirmek, eğitmek, aile bağını güçlendirmek, birleştirmek gibi kutsal değerlerden uzaklaştırarak teknoloji değişti, devir değişti, mantığıyla ilericilik, çağdaşlık maskesi altında ayrıştırmaya, ahlaki çöküntüyü meydana getirerek insanları yavaş, yavaş değiştirerek, toplumsal yapıyı bozarak toplum değerlerini yok etmeye başladı.
Gösterilen filmler de ahlaki değerlere önem verilmeyerek yeğenin amcasının eşiyle, eniştenin bazlıyla moda adıyla flört ettikleri sahneler rahatlıkla gösterilmektedir. Diğer taraftan yıllarca gösterilen vurdulu, kırdılı mafya dizileri ülkemiz genelinde olduğu gibi Kırşehir’ de de kabadayı sayısı , kavgalar, gürültüler, cinayetler artmış, Kırşehir cadde ve sokakları kabadayılardan, mafya tiplemelerinden geçilmez hale geldi.
Maalesef televizyonlar insanlara her türlü entrika çeşitlerini öğretti. Evlilikler nasıl yıkılır, başkasından olan çocuklar nasıl kocaya yutturulur, kıskançlıkla neler yapılır, kime ne şekilde zarar verilir, yalanlar, dolanlar, hatta birini öldürüp suçu başkasına atmalar, örtbas etmeye çalışmalar, para, etiket, şan şöhret için neler yapılabileceğini, insanların karakterlerinden, insanlığından nasıl vazgeçebileceğini, utanmaktan utanır hale geldiğimizi ve bunların gayet normal olduğu bilincini yarattığını, gelenek, görenek, töre ve adetlerimizin ilkel, kültürümüzün geri kalmış algısı yaratıldığını, dünyaya altı yüz yıl hükmetmiş Osmanlı İmparatorluğunun sadece haremden ibaretmiş gibi gösterildiğini, savaşları kim kazanmış ne şartlarda kazanmış onlara yer verilmediğini görmekteyiz. Sadece sarayın haremi ve kadınların çevirdiği entrikalar ortada. Neredeyse Osmanlıyı yıkan kadınlar olmuş. Yalanlar, dolanlar, entrikalar.
Her konuda olduğu gibi televizyonlarda yayın akışlarını gözden geçirerek Türk ve Müslüman kimliğine önem veren, milli, manevi ve ahlaki değerlerimize, tarihimize, kültürümüze sahip çıkan, eğitici, birleştirici, doğru bilgiler veren programlar yapmalı, diziler filmler yayınlanmalı ki içerisine düştüğümüz cehaletten ve buhrandan kurtulalım. Aksi halde bu gidişat hiç iyi olmadığı gibi ileride telafisi mümkün olmayan buhranların, sıkıntıların içerisine düşeriz.