“Ahilik Haftası” etkinlikleri sönük geçti, esnaf kendi bayramına sahip çıkmıyor!” “Başbakan Kırşehir’e geldi, katılım az oldu!” “Esnaf can çekiştiriyor, kimse ilgilenmiyor!” “Kırşehir Belediyesi altyapı çalışmaları nedeniyle bizi perişan etti!” “Hükümet zamlarla bizleri fakirleştirdi!” “Ülkeyi idare edenler halkın sorunların çözmüyor!” “Eğitimde her geçen gün kötüye gidiliyor…” … Bu ve buna benzer konuşmaları her gün sokakta iki kişiden birinde mutlaka dinleriz. Herkes konuşuyor, eleştiriyor, ama yetkililer karşısında sus-pus oluyor, söylediklerini yalayıp yutuyor, varsa yağ, yoksa yağ çekiyor! Bugün ülkemizi derinden etkileyen, Doğu ve Güneydoğu bölgesinde yaşanan olayları, çevresindeki ülkelerde savaşı, Türkiye’yi bölüp parçalama adına çevrilen dolapları, sözde referandumları hep birlikte izliyoruz.

“Ahilik Haftası” etkinlikleri sönük geçti, esnaf kendi bayramına sahip çıkmıyor!”
“Başbakan Kırşehir’e geldi, katılım az oldu!”
“Esnaf can çekiştiriyor, kimse ilgilenmiyor!”
“Kırşehir Belediyesi altyapı çalışmaları nedeniyle bizi perişan etti!”
“Hükümet zamlarla bizleri fakirleştirdi!”
“Ülkeyi idare edenler halkın sorunların çözmüyor!”
“Eğitimde her geçen gün kötüye gidiliyor…”

Bu ve buna benzer konuşmaları her gün sokakta iki kişiden birinde mutlaka dinleriz.
Herkes konuşuyor, eleştiriyor, ama yetkililer karşısında sus-pus oluyor, söylediklerini yalayıp yutuyor, varsa yağ, yoksa yağ çekiyor!
Bugün ülkemizi derinden etkileyen, Doğu ve Güneydoğu bölgesinde yaşanan olayları, çevresindeki ülkelerde savaşı, Türkiye’yi bölüp parçalama adına çevrilen dolapları, sözde referandumları hep birlikte izliyoruz.
Gündem öyle hızlı değişiyor ki…
Bazen yirmi dört saat bile insanın bu hızlı ve can alıcı gündemi yakalamasına yetmiyor.
Tüm günün yorgunluğu, akşam haberleriyle, yorum programlarıyla atılmaya çalışılıyor. Ama artık bundan da insanlarımız bıkmış usanmış durumda. Çünkü televizyon kanallarında haber ve yorumları izleyen insanların morali alt-üst oluyor, geleceğinden endişe etmeye başlıyor.
Elbette hep karamsar olmamak lâzım diyorlar, ama maalesef toplumumuzun büyük bir bölümünde gelecek kaygısı ve karamsarlığı var.
Yılların birikmişleri mi dersiniz, yoksa yaşadıklarınız mı, yoksa yılların tecrübesi mi bilmem ama bugün kimle konuşursanız konuşun mutlaka kendince karamsar bir tablo çizecektir.
Kırşehir’e bakalım…
Kırşehir’de sokaktaki insanlar burnundan soluyor, dokunsan ağlayacak, patlayacak durumdalar.
Herkes bir şeyden tepkililer…
İşte bir Ahilik Haftası kutlamaları daha geride kaldı. Başbakan Binali Yıldırım, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkçi ve Sosyal Güvenlik Bakanı Julide Sarıeroğlu, TOBB, TESK, TESKOM Genel Başkanı katıldı, Kırşehir Ahi esnafından katılım yok denecek kadar azdı.
Esnaf bir adım öteden kendi bayramına katılmıyor, ama eleştiriye gelince konuşuyor da konuşuyor.
Yok efendim Ahilik Haftası’nın Kırşehir esnafına hiçbir katkısı yokmuş da, her şey Ankara’dan geliyormuş da vs. vs.
Doğrudur, öyle yapılıyordur. O zaman çık gel hakkını ara, ortaya konuşma, siyasilere, bakanlara, hatta Başbakana bu durumu anlat. Haa yapmıyorlar mı o zaman çık konuşur, hakkımızı vermiyorlar, Kırşehir esnafına sahip çıkmıyorlar diye…
Bunların hiçbirisini yapmayacaksın, “bana ne!” diyeceksin, sonra da çıkıp eleştireceksin. Yok böyle bir iş…
***
Aynı şekilde altyapı çalışmalarından muzdarip olduğunu söyleyenler. Belediye Başkanı Yaşar Bahçeci’ye gidip bu durumu anlatacak, çalışmaların biran önce bitirilmesini isteyeceksin.
Bunları yapmayacaksın, dedikoduyla hakkını arayacaksın. Böyle bir şey olabilir mi?
Geçenlerde İkinci Çarşı’da dışarıya sandalye atıp oturan 2-3 esnaf hemşehrim bana “Ya gazeteci şu halimizi bir yazsana!” dedi.
Ben de “Hayırdır, ne varmış halinize?” dedim.
“Belediye bizi mahvetti, tozdan, topraktan iş yapamıyoruz. Her taraf kırık, dökük, kimseye çarşıya gelip alışveriş yapmıyor. Dolayısıyla biz de siftahsız dükkan açıp kapatıyoruz. Ne olur şu Belediye’yi bir eleştir de bizi bu durumdan kurtarsın!” dedi.
Esnaf arkadaş bizim bir yazmamızla bu sorunların şıp diye çözümleneceğini sanıyor ya neyse!
Ben de “Tabi, şöyle bir durun fotoğrafınızı çekip, eleştirilerinizi yazayım” dedim.
Esnaf hemşehrim , “Aman abi yok resmimizi çekme, bizim ismimizi yazma, sen kafana göre yaz!” demez mi?
Ben de dedim ki, “Ben gördüklerimi, aksaklıkları zaten yazıyorum. Sizin adınızla, fotoğrafınızla da haber yapıp yazayım.”
“Yok aman abi bizi karıştırma, yazma!” deyince ben de şu cevabı verdim:
“Korktuğunuz bir şey var o zaman. Hem yazın diyorsunuz, hem de yazmayın. Karar verin, yazayım mı, yazmayayım mı?”
“Yok abi, Belediye Başkanı yarın gelir, ne olur ne olmaz, bizi karıştırma!” dediler.
Ben de yazmadım doğal olarak onların bu isteklerini…
Yani hep tepki göstereceksin, eleştireceksin, ama elini taşın altına koymayacak, korkup, çekinip yetkililere sıkıntılarını dile getirip, çözüm istemeyeceksen o zaman lütfen dedikodu yapmayacaksın.
***
İşte okullar açıldı, veliler çocuklarının kıyafetlerini, kitap ve kırtasiye ihtiyaçlarını karşılamanın derdine düştü.
Öğrencilerin ellerine tutuşturulan listelerle kafalar karışıyor. O kırtasiye sen misin, bu kırtasiye sen misin temin etmenin derdinde anne ve babalar…
Yardımcı kaynak aldıran aldırana…
Bunlar neyse de her yıl olduğu gibi şu kırtasiyeden, şu yayınevinden kalem, silgi, akıllı defter, boya kalemi alacaksınız! Hem de şu markadan!” diyenlere tepkiler her geçen gün artıyor, ne yazık ki Kırşehir’de kimseden tık yok!
Biz de gazete olarak yazıyor, çiziyoruz. Kırtasiyeci esnafı ile velilerin sorunlarının tepkilerine ne Milli Eğitim’den, ne Valilik’ten bir cevap yok.
Kendimiz çalıp, kendimiz oynuyoruz dersek yanılmamış oluruz. Yazık öğrencilere ve velilere, ayak oyunları ile öğrencileri kazıklatmayan kitap ve kırtasiyeci esnafına…
***
Kırşehir Türkiye’nin huzurlu illerinin başında geliyor.
Demokrasiyi içine sindirmiş bir Kırşehir halkı, ekonomik sıkıntılar çekmekle birlikte toplumsal huzurun tadını da çıkarmakta. Kahvehanelerde, açık hava parklarında, çay ocaklarında, kafelerde huzur içinde sohbet eden, gördüklerini eleştirerek dinlenen insanları gördükçe insanın içini de her şeye rağmen bir ferahlık ve mutluluk duygusu kaplamakta…
Sanayileşme sürecini bir şekilde başaramamış bu güzel kent.
10 binin üstünde Suriyeli ve Iraklı’ya kucak açmış Kırşehirliler, onların verdiği her türlü zarara göğüs gererken, kendi yurtlarında, memleketlerinde garipliği yaşasalar da devletine, milletine, bayrağına saygıda kusur etmiyorlar.
Böyle kaderine razı olmuş, bir kenttir Kırşehir…
Belediye Başkanı Yaşar Bahçeci’nin ve milletvekillerinin verdiği vaat ve sözlerin biran önce yerini getirilmesini bekliyor Kırşehirli halkı artık.
Şurası da bir gerçek ki Kırşehir’de insanlar tembellik içinde. Oturduğumuz yerden kalkmıyor, parmağımızı bile oynatmıyoruz. Çenemize gelince maşallah mangalda kül bırakmıyoruz. Ekonomiden, teröre, ülke yönetiminden dış politikaya kadar her şeyi çok iyi biliyoruz, ama çalışmaya gelince kırk dereden kırk su getiriyoruz. Çünkü dedikodu yapmak, kahvehanelerde günü birlik ucuz siyaset yaparak okey oynamak sanırım insanlara daha cazip geliyor.
Kırşehir’de bugün gidin kahvehaneler, cafeler sabahın ilk saatlerinden akşamın geç vakine kadar tıka basa dolu. Kimse üretmiyor, kafa yormuyor. Hepsi kaderine razı olmuş, emekli maaşıyla geçimlerini sürdürmenin derdinde…
İşte Kırşehir’de görüyoruz ünlü cafeler, sohbet mekânlarının zincirleri gelmeye başladı. …
Niye gelmesinler ki Kırşehir’de işsizlik var ama insanlar akşama kadar yüklü hesaplar ödeyerek buralarda çene çalıyorlar. Bir mekân ve değişik tarz eksikliğinin varlığını burada tamamlıyorlar. Bir bardak çayı 4-5 liradan içmek tatlı geliyor demek ki onlara…
Elbette biz kahvehanesi artan bir şehir istemiyoruz.
Bu şehirde fabrika açılsın, kütüphane açılsın…
Üniversiteye yeni birimler açılsın, ama her gün yeni ve modern, şatafatlı bir kahvehane açılmasın diyoruz. Ama demek ki bu işlere talep fazla ki her geçen gün artıyor.
Başka illerden gelip Kırşehir’de işyeri açan, çaycısından börekçisine, lokantacısından tatlıcısına, pastacından marketine kadar hepsi çalışıyor, para kazanıyor, bizim kendi hemşehrilerimiz iş yapamıyor, para kazanamıyor ne yazık ki!..
Neden bu durum? Hiç kafa yoran var mı?
Ben yoruyorum, cevabını da biliyorum, ama burada yazmayı da bir Kırşehirli olarak onuruma yediremiyorum.
Biz kendi insanımıza değer verip sahip çıkmazsak, esnafımız Ahi Evran’ın ilkerini yerine getirmezse ne onlar büyür, ne de Kırşehirimiz diye düşünüyorum.
Önce Kırşehirliler kendi kültürüne, kendi değerlerine, kendi insanlarına sahip çıkacak, Kırşehir’in sorunlarına kafa yoracak. Bir Kayseri, bir Konyalı gibi düşünmez ve çalışmazsak böyle konuşmaya, dedikodu yapmaya devam edersek, hem Kırşehir, hem de Kırşehirliler olarak bizler bir arpa boyu yol alamayacağımızı da anlayalım artık.
Lütfen artık tembelliği bir kenara bırakıp, silkinip kendimize gelelim.
Tembellik dedim de aklıma Nasrettin Hoca’nın bir fıkrası geldi. Yazımı onunla bitireyim.
Nasreddin Hoca sabah namazını kıldırmış evine gelmiş, hanımına "Hanım, ben azıcık divanda uzanıp, sonra kalkıp çift sürmeye gideceğim, bir saat kadar sonra beni kaldır" demiş.
Bir saat sonra hanımı arada bir Hocaya seslenmiş. Bakmış hoca hiç umursamıyor tembellik ediyor:
- "Efendi" demiş, "Bugünkü uyuşukluğunla kaplumbağalar bile seni geçti."
Hoca hareketlenmiş, hazırlanmış, tarlaya varmış. İşe koyulmuş. Çift sürerken pulluğun önünde bir kaplumbağa görmüş. Kımıldamadan öylece durup duruyor. Devam etse kaplumbağayı canlı canlı toprağa gömecek.
Seslenmiş :
- "Hey kaplumbağa" demiş, "Bakıyorum buraya benden evvel gelmeyi becermişsin; Amma, öyle tembellik edeceğine bana bak da çift sürmesini öğren!"
Benden bu kadar…
Gerisi herkesin bileceği iş…

***

Biraz da gülelim!

Zil çaldı, paydos!

Delileri uçağa bindirmişler, bir şehirden ötekine naklediliyorlardı. Ama o kadar çok gürültü yapıyorlardı ki, sonunda pilot dayanamadı, uçağı ikinci pilota teslim ederek içeride ne olup bittiğini görmek istedi.
Deliler uçakta hep bir ağızdan bağırıp çağırıyorlardı. Baktı, en başta bir deli, ötekilere uymamış, akıllı uslu oturuyordu.
- Sen neden bağırmıyorsun? diye soracak oldu.
Adam:
- Ben bunların öğretmeniyim, diye cevap verdi. Onlarda benim öğrencilerim. Şimdi teneffüsteler de onun için ses çıkartmıyorum.
Pilot, çaresiz yerine döndü. Bir süre geçti. Bir an geldi ki sesler büsbütün kesiliverdi.
Pilot:
- Aman çok güzel! diye sevindi. Herhalde kendinin öğretmen olduğunu sanan deli, ötekileri derse almış olsa gerek, diye düşündü.
Ama dakikalar geçiyor, arkadan hiç bir ses seda çıkmıyordu. Pilot biraz daha bekledikten sonra merak etti. Gidip bakmak istedi. Bir de ne görsün! Uçağın kapısı açık ve içeride öğretmenden başka kimsecikler yok!
Dehşetle sordu:
- Öğrencilerin nerede?, diye...
-Dersler bitti. Hepsini evlerine gönderdim!

****
Sevdiğim bir söz

“İnsanın en büyüğü, en yüksek mevkide iken tevazu gösteren, kudret sahibi iken affeden ve kuvveti olduğu vakit adaletle hareket edendir.” Abdulmelik bin Mervan