Kırşehir’de havalar soğudu, kışlıkları giymeye başladık artık…
İnsanlar ısınma derdinde düşerken, Kırşehir Valiliği de kış tedbirleriyle ilgili bir toplantı yaparak gerekli önlemleri aldı.
İnsanları düşündüren kömür fiyatlarının geçen yıla göre yüzde 100, doğalgaz ve elektriğin de yüzde 30 oranında artması.
Döviz kurundaki artışları gerekçe gösterilerek iğneden ipliğe her şeyin yüzde 50’den fazla artarken, maaş ve ücretlerin yerinde sayması ile halkın alım gücünün iyice düştüğünü görüyor ve gözlemliyoruz.
Kırşehir’de herkes ekonomik sıkıntı içinde kıvranırken, bu kışın zor geçeceği ortada.
Halkın gündemi ekonomi, siyasilerin gündemi ise seçim.
Liderler adayları belirlenmek ve seçim stratejilerini belirlemek için yoğun mesai içindeler.
İşte Kırşehir’de Belediye Başkan adayı olmak isteyenler sahneye çıkmaya başladı.
“Hemşehrilerimden gelen yoğun istek üzerine aday oldum”, “Kırşehir’in makûs talihini kıracağım” diyenleri görüyorum.
Kim ne derse desin, aday adayları Kırşehirlilerin istekleriyle belirlenmiyor ne yazık ki!..
Tüm partilerin liderleri aday adayları arasından birini seçiyor ve halkın karşısına dikiyor “adayımız bu!” diye.
Biz seçmenler de bunlardan birine gidip oy verip, iş başına getiriyoruz.
Ancak hiç dikkatinizi çekti mi bilmem, 31 Mart yerel seçimlerinde iktidar, ya da muhalefetteki partilerin aday sayısı çok düşük.
AK Parti’de 3-4, MHP’de 2-3, CHP’de 2-3, İYİ Parti’de 1 kişi resmen Kırşehir Belediye Başkanlığına aday adayı oldular.
Tabi aday adayı olacaklar da önümüzdeki günlerde başvurularını yapacaklar ve liderlerinden görev verilmesini bekleyecekler.
Hep birlikte bekleyip göreceğiz, liderlerin gösterecekleri adayların kim olacağını…
***
Toplum olarak neden bu kadar bozulduk, vurdum duymaz olduk anlamakta güçlük çekiyoruz.
Malum ekonomik sıkıntı içinde herkes büyük zor günler yaşıyor. Esnafı da, tüccarı da, emeklisi de, çalışanı da zor durumda.
İnsanlar bu zor ve sıkıntılı süreci aşmak için bankalara kredi için gidiyor, yüksek olduğu için kredi alamıyor, ya da daha önceden aldıkları kredileri ödeyemedikleri için boş dönüyor.
Eee ne yapsın bunlar, eşten dosttan, anadan, babadan ya da akrabadan borç para alarak bu sıkıntılı süreci atlatmaya çalışıyor.
Öyle eskisi gibi çok iyi dost, arkadaş ve akraba da yok maalesef para bulabilecek.
Öyle zor günlerde elinden tutan da, yardımcı olan da yok ne yazık ki…
Çünkü insanlar vefasız olmuş, yardım ve destek aldığı insanları bir çırpıda ortada bırakabiliyor.
Kırşehir’de bir arkadaşım, dert ortağım bana da sık sık yaşadığı vefasızlıkları anlatır. Bazen dizlerini dövmese de üzüntüsünü paylaşır.
“Yıllarca şu arkadaşıma milyarlarca lira verdim. Karşılıksız destek oldum. Verdiğim borç parayı da yıllarca istemedim. İşini gördü, arabasını aldı, dükkân, daire aldı, zengin oldu. Onun zengin olmasından asla rahatsızlık duymam, tam tersine mutlu olurum. Onu denemek için bir kez para istedim. Altı ay sonra sağda solda bana borç para verdiğini söyleyen bu arkadaş yanıma gelerek borç verdiği parasını istedi. Birkaç kez kızıp, tersleyip gönderdim, baktım olacak gibi değil, kredi kartımı vererek oradan almasını istedim. Verdim de o da kurtuldu, ben de” diyor.
Ama bu arkadaşım yediği onca kazığa ve vefasızlığa rağmen hala herkesi gücü oranında maddi ve manevi desteğini de esirgemiyor.
Kırşehir’de böyle kaç kişi var ki?
Yine bir başka iyilik meleği arkadaşım var, nicelerine yardımcı olmuş, destek ve iyilikler yapmış.
O da nice vefasızlıklarla karşılaşmış.
“Birisine para veriyorum, şu gün veririm diyor, aylar, yıllar geçiyor, yanıma uğramıyor. Borcunu hatırlattığımda ‘Veririz bakalım’ diyor. Ya benden 15-20 günlüğüne aldığın para iki yıl olmuş, yapma bunu diyorum, utanıp sıkılmadan ‘ya vermiyeydin!’ diyerek üste çıkıyor” diye serzenişte bulunuyor.
Yani iyilik yapıyorsun, nankörlükle karşılaşıyorsun.
Böyle nice insanlar yaptıkları iyiliklerin karşılığında kötülük görmüş, sıkıntı yaşamış. Bu durum ne yazık ki yaşanan son ekonomik sıkıntılarla had safhaya ulaşmış durumda.
Kimse kimsenin elinden tutmuyor, bu kafayla kimse de tutmaz tabi.
Herkes kendi derdine düşmüş, parası olan artık kimseye yardımcı olmadığı için kafası rahat, olmayan da perişan, yarın kimden borç para bulsam da şu ihtiyacımı karşılasamın derdinde.
Benden sonrası tufan mantığı ne yazık ki giderek artıyor, artmaya da devam edecek ne yazık ki…
Ahde vefa yok, “köprüyü geçene kadar ayıya dayı” diyenler, gördüğü iyilikleri inkâr edip, “yapmasaydın” diyenlerin arttığı bir mantıkla nereye kadar gideriz bilmiyorum.
İyilik dedim de aklıma bir hikâye geldi.
Kırşehir’de herkesin yakından tanıdığı, kalbinde en ufak bir kötülük olmayan, herkesin sıkıntısına, derdine, tasasına koşan, onlara iyilik için karşılık beklemeden yardım elini uzatan, yıllar önce kanat takıp Obruk’ta uçup, bugünkü Ahi Stadı’nda indiği için adı “Uçan Osman”a çıkan, değerli ağabeyimiz Osman Büyüksaraçoğlu, aynı zaman da şen şakrak bir kişiliğe de sahip.
Geçtiğimiz günlerde bir fırında karşılaştık ve burada bundan 30-40 yıl önceki gençlik yıllarında yaşadığı ilginç bir hikâyeyi benimle paylaştı. Gülmekten kırıldım doğrusu.
Bu hikâyeyi yeri gelmişken siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Osman Ağbi bugünkü Kent Park civarında, yani İkizarası Bozdağ’da otururken, komşularından bir teyze gelir ve ona dert yanar:
“Ya Osmanım sorma başımıza geleni. Benim kümese tilki dadandı, her gün hava kararınca geliyor, 2-3 tane tavuğumu alıp gidiyor.”
Osman Ağbi iyiliksever ya, hemen atlıyor ve diyor ki, “Aman teyze düşündüğün şeye bak. babamın bir tüfeği var, kümesin civarında pusu kurar, tilkiyi vurur, seni bu dertten kurtarırım.”
Komşu teyze, “Keşke öyle bir iyilik yapsan da çocukların yumurtası kesilmese” der ve hatta tilkiyi öldürürse, kendisine 2-3 tane da yumurtlayan tavuk vereceğini söyler.
Bizim Osman Ağbiyi bilen bilir. Kuş sevdalısı bir kişi. Yüzlerce kanarya, bıldırcın, kedi ve köpek besleyen hayvan dostu Osman Ağbi güzel de kuş sesi çıkarır.
Komşusunun yokuş aşağı olan yerdeki kümesinin yanına çekilir, kendisini kamufle eder ve elinde bir tüfekle tilkiyi beklemeye başlar.
Osman Ağbi havanın yavaş yavaş kararmaya başlamasıyla birlikte ara sıra üüürü üüüürü diye horoz gibi öterken birden bire tilki Osman Ağbi’yi horoz sanarak atlar üstüne.
Osman Ağbi bir tarafa, tüfek bir kenara yuvarlanmaz mı aşağıya doğru…
Tabi Osman Ağbi’nin üstüne atlayan tilki, onun yüzünü, kolunu, bacağını da yaralamış.
Toz toprak içinde evin yolunu tutan Osman Ağbi’yi annesi karşılarken, “Ne oldu oğlum sana, kim seni bu hale getirdi?” diye soru üstüne sormuş ama kendisini tilkinin bu hale getirdiğini söyleyememiş Osman Ağbi…
Tilkinin kendisini yaptığını içine sindiremeyen Osman Ağbi, 3-4 gün ayı kümesin etrafından sabahlara kadar nöbet tutmuş, ama tilki kendisine tuzak kurulduğunu düşünmüş olmalı ki bir daha o kümese gelmemiş.
Komşu teyze, “Sağol Osmanım, sayende tilki bir daha bizim kümese uğramaz oldu” diyerek iki tane tavuğunu eline tutuşturup, evine göndermiş.
Şimdi sizlere sorarım, Osman Ağbi gibi komşusu için canını tehlikeye atan kaç kişi çıkar ortaya?
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!” diyenlerin arttığı, kapı komşusunu bile tanımayanların çoğaldığı günleri yaşarken, o eski yılları, o güzel vefalı, iyilik dostu hemşehrilerimizi ne kadar özlüyoruz bilemezsiniz…

***

Biraz da gülelim!

Neyi savunacak?

Adamın biri, kafayı çekip ortalığı birbirine katmış, yakalamışlar, iş mahkemeye intikal etmiş.
O gün son savunması yapılacak, mahkeme karar verecek...
Mübaşir adını okuyunca adam hâkime mazeret beyan etmiş:
“Efendim avukatım gelmedi?”
Hâkim dosyaya bakıp, başını sallamış:
“Evladım, sen karakolda ifade vermişsin, savcılıkta da aynı şeyleri söylemişsin, burada da ilk ifadeni kabul etmişsin, şahitler dinlendi, onlara da itiraz etmemişsin, avukatın gelip neyi savunacak?”
Adam boynunu bükmüş:
“Ben de onu merak ediyorum ya, hâkim bey!”

***

Sevdiğim bir söz

“Vefalı insan; birçok zararınızı görse de, bir iyiIiğinizi unutmaz. Nankör insan; bir tek zararınızı görse bütün iyiIikIerinizi unutur.”