Önceki gün Kırşehir Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürümüz Sayın Osman Demir’in oğlunun nikâh törenine katılmak üzere Belediye Evlendirme Müdürlüğü’ne gitmiştim. Burada Kırşehir İl Özel İdare Genel Sekreteri Sayın Bektaş Aydoğan’la yapılan çalışmalar ile ilgili ayak üstü görüş alışverişinde bulunuyorum.

Önceki gün Kırşehir Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürümüz Sayın Osman Demir’in oğlunun nikâh törenine katılmak üzere Belediye Evlendirme Müdürlüğü’ne gitmiştim.
Burada Kırşehir İl Özel İdare Genel Sekreteri Sayın Bektaş Aydoğan’la yapılan çalışmalar ile ilgili ayak üstü görüş alışverişinde bulunuyorum.
Sayın Bektaş Bey, köylerin sorunlarını çözmek için çaba harcadıklarını belirtirken, bir köyden gelen talebi anlattı. Merkeze bağlı bir köyümüzden birisi kendisini telefonla arayarak “Sayın Müdürüm, bizim köyde bir eşek yolda ölmüş. Bir ekip gönderseniz de bu leşi yoldan kaldırsa!” demiş.
Ne desin Bektaş Bey?
Evet ne duruma geldiğimizin en açık göstergesi değil mi?
Her şeyi devletten beklemeye alıştık.
Devlet üretmeden, çalışmadan, ekip dikmeden insanları beleş beslemeye alıştırdı.
Köylerimiz boşalmış, viraneye dönmüş. Kimse tarlasını ekmiyor, dikmiyor, üretmiyor. Nasılsa devlet onlara tarla parası, gübre desteği veriyor. Niye çalışsın ki?
Devlet bunlara yakacak veriyor, yiyecek dağıtıyor, kurban parası veriyor. Yaşlı ise bir de bakım parası veriyor. Niye çalışsın, niye kendini yorsun ki?
On dönüm bostan, yat aşağı Osman!
Kırşehir’in köylerinde birkaç kişi çalışıyor. İşi bilen, tarım ve hayvancılıkta para kazanan. Diğerleri emekli maaşı ve devletin desteğiyle yaşayıp giderken, böyle manzaralar olacak elbette.
Çünkü dedim ya çalışmadan, alnı terlemeden yiyip, içip yatmak varken, niye kendini yoracak ki bu millet?
Nasıl olsa devlet her şeyini karşılıyor, yolunu yapıyor, çöpünü alıyor.
Eskiden sokak çöpçüleri var mıydı bu kadar?
Her sokakta oturanlar kendileri temizlerdi cadde ve sokağını, kimse sokağa çöp atmazdı. Şimdi böyle mi?
Kırşehir’in bırakın köyünü, kasabasını da cadde ve sokaklarımız çöp yığınlarıyla dolu. Belediye bu konuda yüzlerce insan çalıştırıyor, her gün pırıl pırıl edilen sokak sabaha kadar yeniden çöp yığınlarıyla doluyor ne yazık ki…
Geçen yıl Ziraat Bankası arkasında kaldırımda yürüyerek evime giderken önümü apartmandan çöp poşeti atıldı. Allah’tan kafamı düşmedi. Kafamı kaldırıp baktım “Kim bu terbiyesiz!” dedim, ama pırr kaçmış balkondan kaçmış içeri!
İşte böyle bir millet oluverip çıktık.
Köyde eşek ölür, ilden kamu görevlileri gidip leşi kaldıracak!
Üç-beş kişi kalkıp gidip o leşi niye kaldırsın ki!
Peki köylüler ne yapacak? Yan gelip yatacak!

* **

Geçtiğimiz günlerde bir söz dikkatimi çekti “Devletin kurucusunun huzuruna gitmek yıkıcılık oldu, ayıp oldu. Devletin bölücüsünün huzuruna gitmek barış oldu, şeref oldu…"
Evet, maalesef güzel ülkemizde her şey bozuluyor günden güne…
Her gün sabah ilk işim gazetelere bakmak oluyor. Ülkemizde hiç iyi bir olay yok. Bir sürü iç karartıcı haberlerle karşılaşıyoruz.
Gün geçmiyor iç karartıcı olaylar olmasın. Ülkede gündem sürekli değişiyor. Ne kadar olaylı, ne kadar hareketli bir milletiz biz. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz şaşırıyorum.
Nasıl buraya geldik, neden böyle olduk biz?
Yolda, kaldırımda yürüyemez olduk, çoluk ve çocuğumuzla. Çünkü gördüğümüz manzaralar, bizleri gelecek adına endişelendiriyor.
Malumunuz iki hafta önce gazetemizin bürosunu bugünkü yerine taşıdık. Şimdiki büromuzun önü oldukça işlek. Gençler, aileler gelip geçiyor. Ama öyle ilginç görüntüler gözümüze çarpıyor ki üzülüyoruz.
El ele gençleri hadi artık kabul ettik te, sokak ortasında öpüşen, sarılanlara da artık alışmaya başladı. Sanki Kırşehir’in cadde ve sokakları “Aşkı Memnu Sokağı”na dönmüş durumda.
Ne utanma var, ne sıkılma!
Bu da ahlâk erozyonu…
Evet, gülüyoruz ağlanacak halimize.
***
Yine önceki gün Cacabey Meydanı’ndan İş Bankası’na doğru ilerliyorum.
Bir bağırtı, bir çağırtı. Bir genç eline geçirdiği sopayla Çorum plâkalı bir otomobilin sürücüsüne vuruyor. Bağırıyor, çağırıyor. Hakaretler gırla gidiyor! İki caddede onlarca araç yığılmış, yüzlerce insan seyrediyor!
Kimse de “ne yapıyorsunuz, niye kavga ediyorsunuz? Ayıp” demiyor, diyemiyor. Olaya müdahale etmiyor, ortalığı yatıştırmıyor. Hatta çocuğu ile birlikte olayı seyreden birisi de diyor ki “Aman yavrum şurdan gidelim!”
Yani geldiğimiz durum bu?
Orada on dakika trafik tıkanıyor, kavga, gürültü oluyor, Kırşehir polisinden olaya müdahale yok!
İşte geldiğimiz durum bu!
***
Televizyon izleyemez, haberlere bakamaz olduk ne yazık ki!
Şehit haberleri, terör olayları, cinayetler, şiddetler. Bu arada namus uğruna hiç yoktan öldürülen kadınlar, taciz edilen çocuklar, tecavüzler…
Diğer yandan ötekileşmek. Kendini zorla öteki olarak hissetmek. Veya hissettirilmesi.
İnsanların birbirlerine tahammülsüzlüğü, anlaşmazlıkları, saygısızlıkları.
İnsanları etnik alt yapıları yüzünden ayırıp hor görüyoruz ve birlikte yaşayamıyoruz artık.
Barışı arkaya attık ne zamandır. Birbirimize tahammül edemiyoruz.
İşte böyle bir millet olduk?

***
Biraz da gülelim!

Polisten kaçış
Sürücü dikiz aynasında kendisini izleyen polisi görünce kaçabileceğini düşünüp basmış gaza.
Ancak polisi atlatamayacağını anlayınca, pes edip çekmiş kenara.
Polis arabasından inmiş. Bezgin, kızgın ve de küskün bir sesle:
- "Bana bak, çok yorgunum, üstelik keyfim de kaçık. Mantıklı bir özür söyle yoksa yaktım çıranı!"
Kısa bir ara ve sürücü:
- "Karım geçen ay bir polisle kaçtı. Aynada sizin aracınızı görünce, kaçtığı polis, onu bana geri getiriyor sandım…"

***
Sevdiğim bir söz!

“Riyakârlık, iki tarafı keskin bir kılıca benzer; bir tarafı karşıdaki insanı keserken, diğer tarafı da sahibini keser.” Cervantes