Bazen bu satırlarda Kırşehir’de doğup büyüdüğüm sokağı, çocukluk günlerini yazar her türlü yoksulluğa ve her şeye rağmen mutlu olduğumuzu yazarım.
Gerçekten de öyleydi. Tek katlı sobalı ve bahçeli müstakil evlerden oluşan Kırşehir’de kimse şimdiki imkânlara sahip değildi. Televizyon bizim çocukluğumuzda yeni çıkmış ama her evde yoktu, araba dersen çok az kişide vardı. Çocuklar gündüzleri sokaklarda, akşamları evlerinde sobanın başında oynarlardı,  böylesine devasa teknoloji yoktu, herkes bulduğuyla yetiniyordu, bulduğuyla mutluydu. Ama geldiğimiz günümüze bakıyorum, her türlü imkânlar, teknoloji, cep telefonları, lüks arabalar mevcut kimse mutlu değil.  
Bu kadar varlığın içerisinde insanlarımız neden mutsuz bir türlü anlamış değilim. Bakıyorum etrafıma insanların yaşam tarzına, herkesin evi, arabası var, markalı giyimler, modelli eşyalar, her hanede kişi başına son model cep telefonları, internetler, yazın denize tatile gitmeler, herkes bir yediğini bir daha yemiyor ama kimse mutlu değil. 
Hayret edilecek bir durum dünya gergin, insanlar gergin. Artık nefes gibi uzaklaşıyoruz kendimizden. İnsanlar üzgün, kırgın, öfkeli, adeta gözleri dönmüş, herkes bir tarafa amaçsız ve ümitsiz bir şekilde koşturuyor.  
İnsanlarımız bu kadar ümitsizliği kaldırmaz. Her şey aynı anda hem çok güzel, hem çok kötü olamaz. Birlikte oturmuyoruz, konuşmuyoruz, sormuyoruz, dinlemiyoruz, şaka bile yapamıyoruz birbirimize. Akşam evde herkesin elinde cep telefonu, facebooka girmeler, internette gezinmeler, ayrı odalarda oturarak TV seyretmeler, artık birlikte yemek yenmez, çay içilmez oldu. Hal böyle olunca insanlardan mutluluk beklenir mi?  
Çocuklarımız üniversite sınavlarını kazanarak iyi bir fakülteye gidiyorlar ama mutlu değiller, gençlerimiz işe giriyor ama mutlu değiller. Evlenen çiftlerimiz mutlu olamadıklarından bir müddet sonra boşanıyorlar. Çocukları olanlar mutlu değiller, maalesef bir karanlık, bir buhran içerisinde kaybolup gidiyoruz ama nereye gittiğimize de bilmiyoruz. 
Bizi bu kadar mutsuz yapan bunalımlara sürükleyen nedir anlamış değilim ve şaşırıyorum çünkü insanlar lüks evlerde oturuyor, lüks arabalara biniyor, değişik, değişik elbiseler giyiniyor, bir eli yağda bir eli bal da yaşıyor ama hiç kimse mutlu değil. Zenginde  olsa fakir de olsa hayatından memnun olan yok, mutlu olan yok. Birileri kaderine küsmüş, birileri insanlara darılmış, herkes bir hesap peşinde, bir bilinmeyen denklemin peşinde. Mutsuzluktan gülmeyi unutmuşuz, gülmek bize yasaklamış sanki. 
Bazı insanlar birilerini görünce mutsuz oluyor oysa birbirlerini görünce mutsuz olan insanlar oturup konuşsalar birbirlerinden çok farklı olmadıklarını göreceklerdir. Mutlaka ortak bir çocukluk anılarını, okul anılarını, askerlik anılarını bulabilirler, birçok konuda benzer şeyleri düşündüklerini görebilirler. Ama herkesin burnu havada kimse kimseye selam vermiyor. 
İnsanlar sabah kalktıkları andan itibaren olumsuz düşünmeye başlıyorlar. Hiç olumlu duygularla uyanan, sağa sola selam veren, hayatımıza çok fazla etkisi olmayan uzak konuları düşünmeyen çok azdır her halde. 
Halbuki ekmek yediğimiz iş yerimizi düşünsek evimizi, evimizde bizi bekleyen eşimizi, çocuğumuzu ve bizlerin yardımına ihtiyacı olan bir akrabamızı, arkadaşımızı düşünsek, onlar için yapabileceğimiz şeyleri düşünsek bu kadar mutsuz ve karamsar olur muyuz? 
Mutlaka çevremizdeki insanlarla ilgili yapabileceğimiz şeyler vardır. Hepimiz bir günü öfkelenmeden, iyi şeyler düşünerek yaşarsak mutlu olmakla olmamak arasındaki farkı görebiliriz. 
Tamamen teknolojinin esiri olduk, elimizden cep telefonu düşmüyor, hem de yüksek paralar ödeyerek altı ayda bir teknolojiye modaya uygun telefonlar alıyoruz yine mutlu değiliz. Bilgisayarın başından hiç kalkmıyoruz kimimiz kamerada çocuklarıyla, sevdikleriyle konuşuyor, kimiz internete giriyor, kimimiz de araştırmalarımızı yapıyoruz ama yine de mutlu değiliz. 
Eskiden Kırşehir’den Ankara’ya 15 günde Avrupa’ya 30 günde mektuplar gidiyordu ama herkes mutluydu. Şimdi her şey saniyede gidiyor ama kimse mutlu değil. 
Teknoloji, rekabet, hırs, para, kariyer ağı içinde debeleniyoruz, istediklerimize ulaşamayınca elimizdekilerin de değeri kalmıyor. Yaşadığımız hayal kırıklıkları da cabası. Bu kadar sıkıntının üzerine bir de toplumsal körlük ve anlayışsızlıklar eklenince işin içinden çıkmak zorlaşıyor ve mutsuzluk ortaya çıkıyor.