Ülkemiz ekonomik bir sıkıntı içinde geçiyor. Hayat pahalılığı her geçen gün artıyor, insanların alım gücü düşüyor.
Devlet yatırımları ya askıya alındı, ya da yavaşlatıldı. Bu da piyasalarda büyük bir durgunluğa neden oluyor.
İnsanlar hayat pahalılığı nedeniyle zor günler geçirip, mecburen kemer sıkmaya başladı. Çünkü geliriyle giderini karşılayamaz durumda.
Yıllardır ülkemizde iktidarlar dara düştüğünde tasarruf genelgesi yayınlayarak harcamaları sıkı takibe alıyor, yaptırımlar getiriyor. Yatırımlar gözden geçiriliyor.
Memurdan, işçiden, çiftçiden, emekliden, yani herkesten tasarruf istenirken, devlet te kendisini müsriflikten uzak tutmakla yükümlü değil mi?
Elbette bu devlet bizim. Canımız feda…
Ancak öncelikle ülkemizi idare edenler, tüm milletvekilleri, bürokratlar, devlet kademesinde üst seviye çalışanlar, siyasi partiler, belediyeler, devletin kaymağını yiyen ne kadar kurum, kuruluş ve insan varsa önce onlar tasarruf etmeli, hatta maaşlarının en az 1 yılını devlete bağışlamalı.
Hatta kaldıkları lojmanları, makam araçlarını terk edip, devletin sırtından inmeli. Onlar bunu yapsınlar, ben inanıyorum ki bu büyük Türk Milleti koşa koşa devletinin yardımına gider.
Kamuda, belediyelerde lüks, konfor, israfına son verilmeli.
Millet böyle diyor, ya siz!
Peki herkes kemer sıkarken, Kırşehir’de devlet kurumları gereği gibi kemer sıkıyor mu? Tasarruf yapıyor mu?
Yine resmi araçlar, daire müdürleri makam araçlarını hoyratça kullanıyor, müdürleri evinden işine, çarşıya, pazara götürmüyor mu? Götürüyor!
Pazartesi günü okullar açılacak, yine her zaman olduğu gibi resmi kurumların araçları servis görevini yaparak daire müdürlerinin çocuklarını okula, eşlerini kuaföre götürmeyecek mi? Götürecek!
Böyle gelmiş, böyle gidecek ne yazık ki!
Peki bunun önüne kim, nasıl geçecek?
Vali İbrahim Akın’ın, daha önceki Vali gibi eskortla gelip gitmediğini, hatta bir çok yere yürüyerek gidip geldiğini biliyorum. Acaba Sayın Valimizin bu konuda bir yaptırımı olacak mı, resmi dairelerin müdürlerini bu konuda uyarıp, tasarrufa gitmelerini sağlayacak mı?
Ben şahsen gereğini yapacağını ve bu araç saltanatına dur diyeceğine inanıyorum.
Kırşehir’de sadece resmi araç saltanatı mı var, resmi saatlere riayet etmeyen, rapor alıp çarşıda pazarda, tatilde gezen, hatta dairelere hiç uğramadan bankamatik memuru olarak bilinen onlarca sözde memur, işçi var.
Peki bunları bilen daire müdürleri neden gereğini yapmaz? Devletin bu çalışmadan maaş almayı alışkanlık haline getirenlere neden dur demez ki?
Nasıl diyecek ki?
Çünkü çoğu iktidar partisi AK Parti’den torpilli olan bunlara isterse bir şey desin, soluğu ya başka illerde alır, ya da koltuğundan olur!
İşte böyle bir mantık içinde olan, koltuğunu muhafaza etmek uğruna çalışmadan, daireye gelmeden maaş alanlar da devletin sırtına bir kambur değil mi?
Peki çalışmadan, kuruma gitmeden her ay tıkır tıkır bankamatikten maaşlarını çekip, çoluğuyla, çocuğuyla yiyenlere ne demeli? Bence bu haramdır, kul hakkıdır. Ama ne yaparsın ki bu tipler alışmışlar haramla beslenmeye, böyle yaşamaya devam edecekler.
Geçenlerde bu devlet kurumunda böyle çalışıyor gözüküp, her gün çarşıda pazarda, valilikte, Belediye’de, törende, toplantıda gördüğüm birisi ülkenin ekonomisinin iyiye gitmediğini, insanların kan ağladığını, devletin mutlaka tasarrufa gitmesi gerektiğini utanıp, sıkılmadan bana anlatmaya kalkmaz mı?
Ben de kendisine “ya kardeşim sen devlet kurumunda çalışıyorsun, ama hiç seni o çalıştığın kurumda göremiyorum!” dediğimde işi pişkinliğe döküp, sırıttı, durdu!
Bunlar böyledir, alttan kalkar, üstteki puşt eder ne yazık ki!
Tabi suç bunlarda değil, onu o kurumlara yerleştiren siyasilerde, çalıştıramayan kurum müdürlerinde.
Yine hatırlıyorum da, geçmiş yıllarda Kırşehir Devlet Hastanesi’nin bir Başhekimi bana dert yanıyordu, “Abi bir hemşireyi şu servisten, bu servise kaydırıyorum, hemen siyasiler arıyor. Temizlik kadrosuyla, ya da bir doktorun yanındaki görevli sekreterin yerini değiştirmek istiyorum, hemen bana ‘benim arkamda il başkanım, milletvekilim var!’ diyor. Torpille işe girenleri çalıştırmıyoruz. Neredeyse çalışanların tamamı böyle olunca, hizmetler aksıyor” demişti.
Bugün öyle ya da böyle ülkemize karşı bir ekonomik savaş var… Dış güçlerin ülkemiz üzerinde bir takım emelleri var. O zaman Türk Milleti olarak tasarruftan başka çaremiz yok…
Millet olarak biz hazırız…
Peki yöneticilerimiz tasarrufa, kemer sıkmaya ne kadar hazır?

***

İşte ben böyle bir Vali istiyorum

Kırşehir Devlet Hastanesi’nde son aylarda büyük sıkıntıların ve şikâyetlerin arttığını benim gibi Kırşehir’de herkes çok iyi biliyor. Doktor sayısı düşüyor, bazı polikliniklerde yoğunluk yaşanıyor.
Kırşehir’in nüfusu ile birlikte hasta sayısı da artıyor.
İşte bu sıkıntıların arttığı yönünde kendisine gelen şikâyetler üzerine Sayın Valimiz İbrahim Akın geçenlerde bir akşam tek başına arabasına biner, yanında koruması, şoförü olmadan Devlet Hastanesi’ne muayeneye gider.
Sade bir vatandaş gibi önce sırasını alır, sonra orada bekleyen vatandaşların yanına oturur. 20 hastadan sonra sırası gelir muayene olur. Tabi onun amacı muayene olmak değil, hastaların şikâyeti var mı, doktorların, görevlilerin hastaya karşı tutum ve davranışlarını görmektir.
Buradaki doktor görevliden bir çay ister, doktor da “Burada çay olmaz ama bir bakayım” der. Bu arada doktor ve görevlilerle sohbet eder, hastaların sorun ve şikâyetleri olup olmadığını sorar. Vali Bey kendisini tanımadan, bir hasta gözüyle, yani hastaya gösterilen ilgi ve verilen hizmetleri beğenir, hastanede ciddi bir sorun olmadığı kanısına varır. Bu sırada bir hasta gelir ve bir görevli Vali İbrahim Akın’ı tanır. “Sayın Valim neden haber vermediniz?” der.
Yani işte benim ve bütün Kırşehirlilerin istediği bir Vali İbrahim Akın…
Genç, sorunları yerinde tespit eden, gösteriş ve şovdan uzak, halkın içinde olan bir Valimiz var çok şükür…
Sayın Valimiz tabi sadece Acil Servis’i denetlemiş. Keşke şu ultrason çektirmeye gidip te iki ay sonraya gün ve randevu verildiğini de bir görse ve öğrense idi.
Bizzat benim bir yakınıma ultrason çekimi için iki ay sonraya gün verilmişti. Ben de hastanede çalışan bir dostumun desteğiyle bir gün sonra çektirebilmiş ve bu duruma tepki göstermiştim. Yani adamını bulan aynı gün, ya da bir gün sonra ultrason çektirebilirken, adamı olmayan neden iyi ay sonra çektirebilsin. Peki, bu kişinin iki ay sonra yaşayacağına kim, nasıl garanti verebilir ki?
Yine böyle halktan gelen şikâyetler üzerine, ben de Sağlık Müdürü Suat Türkoğlu’na konuyu dile getirdiğimde, “O başka bir çekimdir” diyerek beni güldürmüştü. Ben de kendisini “Madem renkli, neden bir gün sonra çektirenler var? İllaki ki herkesin hastanede bir tanıdığı, bir torpili mi olacak? Bu haksızlık değil mi?” dediğim de yine beni güldüren şu cevabı vermişti:
“Ben hiçbir zaman hastanede böyle torpil yapmadım, yaptırmadım!”
Yani hastane ayrı bir dert, ayrı bir sorun…
Sağlık Müdürlüğü ekibi döner sermayeden aldığı payla yan gelip yatarken, hastanede çalışan doktor da, hemşire de, memur da yaşanan sorunlardan oldukça muzdarip. Ben Valimizin hastanede yaşanan tüm sorunları bu şekilde yerinde gözlemleyerek çözümleyeceğine inananlardanım.
Ama benim kafama takılan da şu. Peki her sorunu çözmeyi sayın Valimiz İbrahim Akın’dan beklersek, o kurumların başında olanların orada ne işi var? Onlar bostan korkuluğu mu? Yapamıyorlarsa, çözemiyorlarsa lütfen yerlerini başkalarına bıraksınlar lütfen…
Bu fakir milletin parasıyla yan gelip yatmaya paydos!..

***

Biraz da gülelim!

Lahana bölünürse
Manava giden müşteri tezgâhtara rica etmiş:
“Şu lahanayı bölüp bana yansını verir misiniz?”
“Bölemeyiz” demiş tezgâhtar.
“Neden bölemiyorsun, nasıl olsa kiloyla satılmıyor mu?”
“Reyon şefimiz izin vermez, bölemeyiz...”
“ Git kendisine sor, bakalım belki izin verir.”
Tezgâhtar hafif sinirli bir halde, koridorun ucunda oturan şefin yanına yürümüş. Müşteri de peşinden... Ancak tezgâhtar müşterinin arkasından geldiğini fark etmemiş. Reyon şefine sormuş:
“Dangalağın biri lahanayı kes, yarısını ver” diyor, ne yapayım?
Tezgâhtar sözünü bitirirken arkasında birisinin durduğunu hissetmiş. Bir de dönüp bakmış ki müşteri kendisini dinliyor... Hafif kızararak devam etmiş:
“Lahananın diğer yarısını da bu beyefendi istiyor!...”

***

Sevdiğim bir söz
“Cesaret insanı zafere, korkaklık ise ölüme götürür.”
Seneca