Garip bir dünyada yaşıyoruz. Bazen düşünüyor, hafızam beni eski yıllara götürüyor… Yürekli ve cesur olmak, pısırık olmamak gerekiyor.

Garip bir dünyada yaşıyoruz.
Bazen düşünüyor, hafızam beni eski yıllara götürüyor…
Yürekli ve cesur olmak, pısırık olmamak gerekiyor. Tabi bir insanda inanç, ilke, namus ve şeref varsa…
İnsanlar gerçekliğine inandıkları şeyleri söylemekten çekinmemelidirler. Gerçekleri söylemek insanın başına bazen sorunlar açabilir. Ama yine de doğru bildiğimiz şeyleri söylemek insanı rahatlatır, vicdan azabından kurtarır. Ama bunu düşünen ve bunun gereğini yapanların sayısı ne yazık ki günden güne azalıyor.
Herkes sus pus olmuş, benden sonrası tufan, ya da bananecilik mantığını kabul etmiş durumda.
Herhangi bir şeyi içimiz rahat olarak doğru yaptığımıza, sözlerimizin de gerçek olduğuna inanıyorsak gerçeği konuşmaktan ve savunmaktan korkmamalıyız.
Doğruyu söylemek erdemliliktir, insanlığın ve yüce dinimiz İslâmın düsturudur. Adam Müslamanım diyor, Hacca gidiyor, dinden, imandan, cesurluktan ve doğruluktan, dürüstlükten bahsedip, ulu orta konuşuyor, sonra başı sıkışınca hacılığını, hocalığını, insanlığını unutup “Ben yapmadım! Ben demedim! Benim haberim yok!” diyorsa, diyecek bir şey yok, söz bitmiştir bence…
İçinde bulunduğumuz çıkar ortamının kişileri ne hale getirdiğini, menfaatçiliğin ön plana çıktığını, neme lazımlığın, ikiyüzlülüğün çığ gibi arttığını görmemek mümkün değil.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok, Kırşehir’de bir sokakta, gözünüzü açtığında karşınızda duran bu tip insanlar o kadar çok ki…
Maalesef ki, sahtekârlığın, sahte tavır ve davranışların tutsağı olmuş gibiyiz. Oysaki bizi biz yapan değerlerimizi, kültürel bağlılığımızı, Kurtuluş Savaşında verdiğimiz insanüstü mücadele ve dayanışmayı, Çanakkale'de yazdığımız kahramanlık destanını etraflıca düşündüğümüzde nasıl zengin ve eşsiz bir hazinenin içinde olduğumuzu anlamamız hiç de zor olmayacaktır.
Kim olduğumuzu, nereden, nasıl geldiğimizi, neler başardığımızı, nasıl kocaman bir tarih ve kültüre dayandığımızı unutmamalıyız ve unutturmamalıyız.
Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Ata'mızın "Gerçekleri söylemekten korkmayınız" sözünü bilmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımızın olduğu günleri yaşarken, korkutma esasına dayanan politikalar nedeniyle kişiler artık gerçekleri bile söyleyemez, hatta iftara atar hale geldiler ne yazık ki…
Gerçi herkesin hakikatleri kabul etmeyeceği de bir gerçektir. Çünkü işlerine gelmez. Bu bencil, yalaka insanlar bilmelidir ki, “Yalancılık bozuk para gibidir, uzun süre geçindirmez.” “Dinimiz de gerçek bir Müslümanın "Doğru söylemeyi kendi zararına olsa bile menfaatini göreceği yalana karşı tercih eden ve tercihinden de huzur duyan kimsedir“ der.
Kırşehir’de bazen dost meclislerinde, özel sohbetlerde her ne kadar görüş ve düşüncelerimiz ayrı olsa da ortak düşüncemiz hep vatan, millet ve dürüstlükte birleşmiştir.
Kırşehir’de bir insan başkaları gibi fırıldak değilse, ona buna yalakalık yapamıyor ve geçimini dürüstçe kazandığı üç-beş kuruşla sağlıyorsa ve bunu Kırşehir’i yönetenler de biliyor ve takdir ediyorsa bu onun için en büyük onurdur bence.
Başkaları gibi hayatını ve geçimini yağcılık ve yalakalık üzerine kurmuş, sokakta onurluca, dik yürüyemeden sürdürüyorsa batsın bu zenginliğe…
Lanet olsun, haram kazanıp, çoluğuyla, çocuğuyla yiyen, ancak insan içine çıkamayanlara…
Herkesin gözünün içine baka baka bunu yapıp, sonra işi pişkinliğe döküp hiçbir şey olmamış gibi davranan bu tiplere bu ilde yaşayanların, ili yönetenlerin ne dediğini umursamadan omurgasızca yaşayanlara da lanet olsun diyorum o kadar!
Günlük yaşamda farklı bakış açılarına, birbirimize karşı fikirlere sahip olsak da, birbirimizi yersek de ortak değerlerimiz tehlikeye girdiği anda kenetlenerek "Çanakkale Geçilmez" sözüne tüm dünyaya haykıran ve bir avuç vatan toprağı için tek vücut olarak ayağa kalkan Yüce Milletiz. Bunu hain FETÖ terör örgütünün 15 Temmuz darbe girişiminde sokaklara çıkaran, tankların altına yatan, bombalara ve kurşunlara göğsünü siper eden demokrasiye bağlılıklarını gösteren büyük ve şanlı bir milletin torunları olarak dosta düşmana göstermedik mi?
Türkiye yakın tarihinin en inanılmaz ve en tehlikeli sürecini yaşıyor, olağanüstü günler geçiriyor. Cemaatin beyni ele geçirilmiş askerlerinin silah arkadaşına, Millet'e, Meclis'e, Cumhuriyet'e, demokrasiye öldürmek için saldırdığı, hemen arkasından devlet kurumlarında ve özel sektörde cemaatle bağlantılı binlerce kurumun kapatıldığı, tüm mallarına el konduğu, binlerce insanın işinden atıldığı, tutuklandığı günler yaşanıyor.
İçinde bulunduğumuz bu zor günler ne denli ağır olursa olsun bizi yıldırmamalı ve korkutmamalıdır. Kendi çıkarlarımız ve kazancımız için kimseyi basamak olarak kullanmamalı, kimsenin hakkını yememeliyiz.
Eğer gerçekleri söylediğiniz için birileri sizi sevmiyorsa, bilin ki, uzun vadede siz değil onlar kaybeden taraf olacaklardır. Çünkü ”Doğruluk ve dürüstlük elmas gibidir, aydınlıkta daha çok parlar ve değeri daha çok belli olur."
Yunus Emre der ki, “Cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen. “
Gerçekleri sadece sözlerimizle değil, yaptıklarımızla da göstermeliyiz. Sözlerimiz ve yaptıklarımızla hakikat ışığını parlatarak başkalarına örnek olalım. Doğruları söylemeye, doğru davranmaya, dürüstlüğün peşinden koşmaya kararlı olalım. Gerçekleri bilerek, gerçekleri söyleyerek ve görerek onurlu yaşamayı ilke haline getirelim.
Düşüncelerimizi açıkça ifade itmeliyiz. Pısırık kalmamalıyız. Yalan söyleyeni, sözlerini inkâr edenleri Allah’a havale ederken, olacakları da seyrine bırakmamalıyız diyorum. Çünkü bu sustuğumuz, konuşmadığımız zamanlar gelip mutlaka bizi bulur. Bu yüzden doğruyu söylemeli ve bundan korkmamalıyız.
Bugün belli makam ve mevkilerde olanların, devletin imkanlarını kullananların geride hoş bir seda bırakmalarını öneriyorum. Makam ve mevkii hırsı kimseye bir şey kazandırmaz, belki bir süre değer verilir, sonra tepetaklak gideceğini, hatta beddua alınacağını da unutmamalıyız.
Gerçekleri söyleyenler ile doğruları korumaktan vazgeçmemeniz dileğiyle...

***

Tekin Var’dan cevap geldi!

Ya bizim bu meslek var ya, kimseye iyilik yapmaya gelmiyo nedense!
Şimdi kendi kendime kızıyor, kafalarımı duvarlara çarpasım geliyor!
Ya kardeşim sana ne milletin tavuğundan, cücüğünden, bitlenmesinden!
Servet ve Hüseyin Beydoğan’ın annelerine besletip büyütüp satıp köpek aldıklarından bana ne ne kardeşim!
Emine teyzenin kürkünün, Pazar çantasının çalındığından banane ne kardeşim!
Neyse Kırşehir Belediyesi’nde uzun yıllar Muhasebe Müdürü ve Şefi olarak çalıştıktan sonra Kaman Belediye Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Tekin Var’ın bitlendiğini geçen hafta burada siz değerli okurlarıma yazmış ve bu konuda bazı önerilerde bulunmuştum.
Ben yazdığım her yazıma gelecek her türlü eleştirilere de açık biriyim.
İşte Tekin Var dostum da bana yazdığım bu yazıdan dolayı doğal olarak cevap hakkını kullanmış.
Ben de onun cevabını buraya alıyorum:
“Gazeteciye cevabımdır... Sevgili dostum Salih... Benim tavukların bit sorununu gündeme taşıdığın için teşekkür ediyorum... Çözüm önerine gelince.....Müşterek dostumuz Ramazan Karabulut’a da sordum, ‘Salih doğru’ diyor dedi... Eğer amacınız gerçekten bit sorununa çözüm bulmaksa iyi… Ama derdiniz fırsattan istifade edip,tavuklarımı yemekse... çok ayıp ediyosunuz...”
Şimdi ben ne diyeyim arkadaşıma…
Ben de sosyal medyada şu cevabı verdim:
“Tekinciğim şimdi ayıp ettin ama... Bizim kimsenin tavuğunda gözümüz yok. Kaldı ki ben şimdiye kadar kimin tavuğuna kış dedim ki seninkine diyeceğim? Ben sadece seni bitten kurtarmak için köklü bir çözüm önerisinde bulundum. Öyle işimiz onun bunun kümesindeki tavukları kestirmek olsaydı, Kırşehir'deki kümeslerde tavuk kalmazdı. Ama illaki sen bize hazır tavuk yerine canlı tavuk yedirmek istiyorsan, pazar günü Kırşehir Sebze Pazarı'nın oraya gel, istediğin yerli tavuğu, horozu, kazı, ördeği bize al, kestir, yoldur. Biz de senin anayın, babayın canına yer, duada bulunuruz. Bu nedenle ne olur yazımda art niyet arayıp, senin kümesteki tavuklara göz diktiğimizi ulu orta, orda burda konuşup, sosyal medyada paylaşma!!! Ben eleştirilere hep açık oldum. Senin bu cevap hakkını ve benim yanıtımı basın ilkelerine söz verdiğim için yine Cuma günü aynı sütunumda yazacağım. İyi günler, en önemlisi bitsiz, sağlıklı ve mutlu günler dileğiyle...”
Tabi bizim bu ağız dalaşımız sosyal medyada büyük yankı uyandırmış olmalı ki bizim gazeteci-yazar dostumuz Adnan Yılmaz da balıklama atlayarak “Tekin Var bu sözlerin üzerine tavuktan hindiden vazgeç. Pazar günü bir emlik kuzu al. Bizi ve Salihi çağır, bizim köy misafir konağına gidelim pişirmesi benden” diyor.
Tabi Tekin Kardeşim bu düşünceye onay verir gibi yapmış ama “Tamam, olur, yapalım!” da dememiş.
Efdal Kaman da bizim bu sohbete katılarak “Tekin kardeşim bu Kırşehirlilerden uzak dur, bak tavuğuna cücüğüne göz dikmişler” diyor.
Ya bir defa daha tekrarlıyorum. Bizim kimsenin tavuğuna, cücüğüne göz dikmemiz yok. Biz köklü çözüm üretiyoruz o kadar.
Bak Tekin kardeşim, kuzenin Metin Köksal Kuzen de bir öneride bulunmuş seni ve tavuklarını bitten kurtarmak için. Ne diyor kuzenin, “Ben izine gelince beraber tavukları önce tüylerinden arındıralım, sonra kaynar suda yatırıp bir müddet bekleyelim. Halen bitten arınmadıysa, ehhh bize yanında bi bulgur pilav pişirmek kalıyor! Başka da mümkünatı da yohtiiiirrr!”
Ne diyeyim kardeşim inan ki ben sadece sana yardım etmeye çalıştım o kadar
Tavuğunda, cücüğünde olanın gözü çıksın!...

 

Anlayana…

Hanım ağadan şıha ders…

Bir Türkmen evine şıhın biri misafir gelir. Boylu , poslu cübbeli sarıklı torba sakallı…
Buyur ederler, köylülerle birlikte odaya alırlar , köylüler ne keramet edecek diye ağzının içine bakarken, şıh arada bir irkilir gibi yapıp “Hoşt” diyordu…
Köylüler bunun bir keramet olduğunu anladılar ama ne kerameti olduğunu anlayamadılar, merakla sorarlar:
"Ya şıh hazretleri nedir arada hoşt dediğin?..”
Şıh:
“Bir köpek Kabe’nin duvarına işeyecek gibi niyetleniyor, onu görüyorum, tabii ki hoşt diye kovalıyorum…”
Köylülerin itikadı bir iken bin oldu…
Olanları kapının eşiğinden dinleyen evin hanım ağası sofrayı hazırlar,herkesin önüne üzerinde et olan pilav getirir!
Şıhın tabağında sadece pilav vardır!..
Şıh bir süre etsiz tabağa baktıktan sonra, kapıda beliren hanım ağaya “Benim tabağımda et niye yok, bunun bir sebebi var mıdır ey hatun?” diye sorar...Hanım ağa yaklaşır, tabağı ters çevirir, onun etlerini pilavın altına koymuştur. Pilavın altında etlerin gözükmesiyle elindeki kepçeyi şıhın kafasına indirir:
“Ulan deyyus tabağındaki eti göremedin de, Kabe’deki iti mi gördün?..” der!

***

Sevdiğim bir söz!..

“En kötümüz de o kadar çok iyilik, en iyimiz de o kadar çok kötülük var ki, başka insanlarla ilgili laf etmek hiçbirimize düşmez." (Edward Wallis Hoch)