Kırşehir’de düğün mevsimi genelde yaz ayları oluyor. Özellikle Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı ve arasında yoğunlaşıyor. Tabi bu durum düğün yapacakları olduğu gibi düğün davetlilerinin bütçelerini de epey zorluyor ama yapacak bir şey de yok. Dostlarımızın, akrabalarımızın ve arkadaşlarımızın mutlu günlerinde yalnız bırakacak halimiz de yok.
Yaşam tarzınıza, kültürünüze, evlilik yapınıza ve bütçenize uymayan bir düğün, sizin düğününüz değildir, tribünün düğünüdür diyorlar. Doğru diyorlar.
3 saatlik bir düğün için 3 yıl borç ödeyip, evliliğin en taze yıllarını elinde hesap makinesiyle geçirenleri görüyorum.
İnsanlara güzel menüler, şık bardaklar, gelenlerin bile anlamadığı sırf elit görünmek için kültürüyle alakalı olmayan müzikler…
On binlerce liralık düğün yapıp, iki gün sonra eşinin altınlarını bozdurmak zorunda kalmalar.
Ne yaparsınız ki buna düğün diyoruz.
Elbette fazla abartılı düğün yapanlar olduğu gibi, bir tabak kuru pasta ve kâğıt kutudan markasız ve ne olduğu, nasıl yapıldığı bilinmeyen kalitesiz meyve sularıyla düğün yapanlar da çoğunlukta.
Bunlar gibi bir de sokak düğünleri yapıp çevreye rahatsızlık verenler var…
Adam düğün yapacak, kuruyor yolun tam ortasına, ya da kaldırıma bir çadır. İnsanlar sıcak altında, çadır içinde pişiyor!
Yetmiyor, bir de bir duvar dibine orkestra, şangır, mangır müzikler son ayar çalınıyor, yolu pist sananlar başlıyor oynamaya…
Buna da düğün diyoruz.
Ardından bir öğleyin, bir akşam üzere masalar kuruluyor, yemekler ikram ediliyor. Gürültü, patırtı içinde gelen giden davetliler…
Tabi kimse yanlış anlamasın, ben evde yapılan düğünlere karşı filan değilim. Ben sokak düğünlere tepkiliyim.
Bağ-bahçe içinde yapılan düğünlerin kimseye zarar yok. Müziğin sesi de kısık olursa, hiç sorun yok.
Ama yolun tam ortasına çadır kur, trafiği kapat, müziği son ayar çal. Evinde hastası olanı, çocuğu olanı, cenazesi olanları yok say!
Buna düğün mü, eziyet mi dersiniz, yoksa saygısızlık mı, sorumsuzluk mu?
Elbette insanlar düğününü yapacak, ama kimseyi rahatsız etmeye de hakkı olmasa gerek.
Ayrıca bir sokağın ucunda davullu-zurnalı, orkestralı düğün yapılırken, bir arka sokakta cenazesi olanlara saygısızlık değil mi?
Diğer yandan 3 saatlik bir düğünle binlerce lira veren insanların suçu ne?
Bu da ayrı bir konu.
Parası olan da, parası olmayan da şatafatlı düğün yapmayı bir marifet sanıyor. Böyle görkemli düğünle kimsenin statüsü değişmez. 3 gün sonra aynı ortamda, insanların tanıdığı aynı insan olarak yaşama devam edeceksin. Kendini hırpalamaya, birilerine kanıtlamak için olmadığın düzeyi yansıtmaya, kendini yetersiz görmeye ne gerek var? Varsa, istiyorsan yaparsın. Yoksa asla olmadığın karakteri, sahip olmadığın düzeyi, kaldıramayacağını yansıtmaz. Seni seven, her halinle sever. Bir nikâh da yeter, sade bir davul zurna da. Olmadı kasetten bir oyun havası da…
Eskisi gibi kalabalık evlilikler yaşamıyoruz unutmayın. Evini çok sade döşe. Döşe ki, eşyalar değil, insanlar yaşasın.
Bir de şu evlenen çiftlerin eşya derdi yok mu?
Sanki her odayı doldurmak zorunda gibi hissediyorlar kendilerini. Mobilya almak bir dert, elektrikli ev aletleri almak ayrı bir dert. Kimisinde marka derdi bu işin ayrı bir cabası.
İllaki perde halıyla, halı koltukla, elti gelinle uyumlu olmak zorundaymış gibi hareket ediliyor ne yazık ki…
Haa gençler de haklı tabi ki…
Evini, eşyasını, arabasını, düğününü anne ve babasına yaptıracak ki, evlendikten sonra borç ödemek için sıkıntı yaşamasınlar! Bol bol yiyip, içip gezsinler. Ne de olsa “Yemeyenin malını yerler!” demişler.
E o zaman ne yapmak lazım, her şeyini dört dörtlük yapacaksın ki, önündeki ömrünü huzurlu ve mutlu geçireceksin. Ekmek elden, su gölden yaşayacaksın. Hele bir de çift maaşlıysanız oh değme keyiflerine…
Borçsa borç! Anne ve baba ne güne duruyor? Yemesinler, içmesinler, seni dünyaya getirdiği için rezil rüsva olsunlar.
Kaldı ki onlar bu saatten sonra parayı ne yapacaklar!
Ömürleri sizleri büyütüp, yetiştirip, okutmakla geçen anne ve babanın son günlerinde ihtiyaçları mı var ki mutlu olmaya. Onlar dişlerinden, tırnaklarından arttırsınlar, yemesinler, sizlere yedirsinler ki, ana ve babalıklarını göstersinler! Seni dünyaya getirdiklerine bin pişman olsunlar!
Her şey neyse de her türlü sıkıntılara ve badirelere rağmen oğlunu, kızını evlendirenler evini, eşyasını dizenler, altınını, astabını alan ailelerin en büyük dileği tabi ki evlatlarının mutlu olması.
Ama ne yazık ki parayla, arabayla, ev ve eşyayla mutlu olamayıp, bir hafta sonu boşanmaya karar verenleri görünce insanın üzülüp, kahrolmaması içten bile değil.
Tabi son yıllarda da bir de balayı çıktı! Parası olan da, olmayan da şöyle bir haftalık deniz manzaralı beş yıldızlı otelde genç evliler felekten günler yaşayacaklar ki anılarında unutulmayacak izler bırakacaklar. Eğer ki düğünde yaşanacak kız-erkek tarafının ağız dalaşıyla tartışıp balayından dönebilirse!
Çünkü ben Kırşehir’de çok duydum. Evlenip balayına gidip, yoldan tartışıp işi boşanmaya kadar götürüp soluğu mahkemede alanları…
Yazık anne ve babalara…
Bu nedenle evlilik kutsal bir müessese olduğunu bilen gençler lütfen evleneceğiniz kişiyi iyi seçmeli, kuracakları yuvanın dağılmaması için her türlü fedakârlığı yapmalı diye düşünüyorum.
Bir de Kırşehir’de evlenemeyip bekâr kalanlara üzülüyorum. Yaşı otuza gelmiş genç kız ve erkeklerimiz iş bulamadıkları için, ya da elektrik alamadıkları için yuva kuramıyorlar.
Artık evlilikte en önemli şey elektrik almaya kaldı. Gençler birbirlerinden elektrik alamıyorsa evlilik olmuyor. O zaman ne yapmak lazım, MEDAŞ ne güne duruyor! Gidin orda bol bol elektrik alın!
Gelenek ve göreneklerimiz günden güne kayboluyor. Gençlerimiz kime gönül veriyorsa anne ve babalar sadece konu mankeni oluyor. Eğitim, ailelerin birbirlerine uyumu, iş-güç nafile. “Başkası olmaz, bu iş olacak!” deniliyor, anne ve babaların onay vermekten başka çareleri kalmıyor.
Tabi hepimizin ortak dileği tüm gençlerin evlenip yuva kurup mesut ve mutlu olmaları.
Her şey gelip geçer, ama mutluluk öyle kolay olmuyor ne yazık ki…

Biraz da gülelim!

Uzunca liste

Adamın birini kuduz köpek ısırmış.
Ama adam çok ihmalci biri olduğu için, bugün iğne olurum, yarın iğne olurum derken iş işten geçmiş.
Doktora başvurup da gerçeği anlayınca hemen bir kâğıt kalem isteyip uzun uzun bir şeyler yazmaya başlamış. Doktor uzun süre beklemiş, bir ara dayanamamış sormuş:
-Vasiyetnameniz bu kadar uzun mu?
-Vasiyetname falan hazırlamıyorum doktor bey... Ben ısıracağım kişilerin listesini yapıyorum...
***
Sevdiğim bir söz
“Yeryüzünde gün ışığına layık olmayan nice insanlar vardır; ama güneş her gün yeniden doğar.” Seneca