Kırşehir’de gazetecilik zor iştir nemelazım. Tabi gerçekleri ve yanlışları yazar, bu konuda eleştirir yazarsan daha da zor.

Kırşehir’de gazetecilik zor iştir nemelazım.
Tabi gerçekleri ve yanlışları yazar, bu konuda eleştirir yazarsan daha da zor.
Suya sabuna dokunursan, gerçekleri ve yanlışları yazıp bu konuda eleştirirsen hemen topa tutuluverirsin ne yazık ki…
Kırşehir’de 41 yıldır gazetecilik yapıyor, doğruları yazmaya, yanlışları dile getirmeye gayret ediyoruz. Bunu hemşehrilerimiz ve okurlarımız bilir ve hep takdir ederler.
Bize gelen her türlü istek ve talepleri gazetemizde değerlendirmeye çalışır, güzel hizmet ve yatırımları yapanları destekler, motive etmeye gayret ederiz.
Tabi bunun tersinde olan yanlışları ve eksiklikleri dile getirirken, bu konuda varsa bir sıkıntı önce muhatabı olan yetkililere aktararak çözme yoluna gider, olmazsa konuyu gazetemizde haber ya da yorum olarak veririz.
İşte birkaç gün önce kanser hastası olan bir hemşehrimiz geldi ve Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yaşadıkları bir sorununu bizimle paylaşarak çözümü konusunda destek istedi.
Ben de bu konun muhatabı olan Kırşehir Sağlık Müdürü Dr. Suat Türkoğlu’nu telefonla arayarak, kronik ve kanser hastalarına Acil Servis’te uygulanan önceliğin kaldırılmasıyla hastaların yaşadıkları sorunu aktardım. Sağ olsun Sağlık Müdürü bu konuda hastaların yaşadığı bu sorunun giderileceği sözünü verdi ve hastane yetkilileriyle görüşüp, gereğini yapacağını söyledi.
Sağlık Müdürü, sanırım iki saat sonra beni tekrar arayarak, Kırşehir’deki kronik ve kanser hastalarına eskiden olduğu gibi Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yine öncelik verileceğini açıklayarak, bu konudaki duyarlılığımız için bizlere teşekkür etti.
İşte bu…
Ben gazeteci olarak görevimi yaparken, Sağlık Müdürü de sorumlu olarak kronik ve kanser hastalarının yaşadığı bir sorunu bu şekilde kısa sürede çözümledi.
Buradan Sağlık Müdürü Sayın Suat Türkoğlu’nu kutluyorum.
Bizim gazeteci olarak işimiz bu. Yaşanan bir sorunu kısa sürede çözmenin mutluluğunu yaşadık.
Yoksa biz başkaları gibi kurumların müdürlerini, amir ve yetkililerini iş ve ihale için arayıp tehdit ve şantajlar yapmayız. Zaten biz bunu yapmadığımız için bugün onurlu ve saygın bir yerimiz var.
Her ne kadar köşe dönemedik, bugün maddi sıkıntı içinde kıvransak da bu onur bize yeter ya, gerisi önemli değil.
Yağcılıkla, tehdit ve şantajla köşe dönenler, çarşıda pazarda alnı açık başı dik gezemeseler de, kendilerine söylenen sözleri duymazdan gelseler de, maalesef bazı il yöneticilerimizin sayesinde köşe dönmenin hesaplarını yapadursunlar bakalım. Bu soytarı ve yalakaların sonları ne olacak hepsini birlikte göreceğiz inşallah…
İşte gazete olarak yine bir okurumuzun bizlere ilettiği bir sorunu yazdık gazetemizde. Hani bir okul önünde dubaların yıkılarak buraya bir aracın otomobilini çekip, üzerine satılık yazarak günlerdir aracını buradan almadığını haber olarak yapmıştık ya gazetemizde…
Bu haberi yapan sen misin?
Otomobil sahibi yakınlarından olan, benim de tanıyıp çalışmalarını takdirle karşıladığım birisi beni arayarak bir sürü sitem etti.
Kardeşinin öğretmen olduğunu ve şehir dışındaki bir seminere katıldığı için otomobilini buraya bırakıp gitmek zorunda kaldığını anlattı ve haberimize üzüldüğünü ifade etti.
İşte Kırşehir küçük il. Herkes birbirini tanıyor. Bizim buradaki işimizin zorluğu da bu..
Gördüğümüz bir yanlışlığı ve eksikliği yazıyoruz bir sürü sitem, yazmıyorsun bir sürü sitemli tepki!
Yine Yeni İkinci Çarşı’dan geçiyorum bir gün… Buradan geçiyorum önüme iki esnaf arkadaş çıktı. “Ya gazeteci şunu yazsana! Bittik, tükendik, tozdan, topraktan iş yapamıyor, batıyoruz!” dedi.
Ben de “O zaman şöyle durun da bir fotoğrafınızı çekeyim, şikayetinizi yazayım” dedim.
“Yok çekme, bizi boş ver sen yaz!” dedi.
Yani bir deyim vardır, akıllı lafını deliye söyletir” misali.
Hiç kimse kendini riske atmıyor, kötü etmiyor, ama dedikodu yapmaktan da geri kalmıyor nedense.
Ama ben yine bununla ilgili esnafın iş yapamadığını, büyük sıkıntı yaşadıklarına dair haber yaptım, görevimi yerine getirdim.
Şimdi biz ne yapalım?
Doğruları ve gerçekleri yazmayalım da ona buna yağ çekip yalakalık mı yapalım?
Hani Peygamberimiz Hz. Muhammed'in çok bilinen ve sıkça da kullanılan "Haksızlıklar karşısında suskun kalanlar, sağır ve dilsiz şeytanlardır" sözü hepimize bazı sorumluluklar yüklemiyor mu?
Biz gördüklerimizi ve yaşadıklarımızı yazmaz, doğruları bulmak için çare aramazsak bizim gazetecilik görevimiz nerede olacak?
Görevimizi yapmayalım, gelene ağam, gidene paşam diyerek her şeyi toz pembe gösterip, Kırşehir varsın yansın, bitsin, daha kötüye mi gitsin diyeceğiz?
Bugün Kırşehir’de yaşanan birçok çarpıklık ve yanlışlıklar var. Biz bunları zaman zaman gündeme getirmekle sorunu çözmeye gayret ederken, bazıları görmezden geliyorsa o onların bileceği bir iş. Ama biz gördüklerimizi ve yaşanan sorunları ve aksaklıkları yazmaya devam edeceğiz.
Belki bunu yaparken kırılan dostlarımız olacak, ama doğruları kim olursa olsun yazmaya, gündeme getirmeye devam edeceğiz bu böyle biline…
İşte bugün şanlı Türk Silahlı Kuvvetlerimiz Suriye’de vatanımız ve bayrağımız için gece-gündüz demeden mücadele ederken, burada vatan evlatlarımız can verirken, İslam coğrafyasına bomba yağarken, günahsız masum çocuklar can verirken, en azından kalbi burkulmayan kişiler, ülkeler nasıl dilsiz şeytansa, biz gerçekler karşısında doğruları yazıp çizmeye, devam edip, şeytan olmayacağız.
Bir kişinin din, yaşam, söz, mal, ırz, namus, onur ve haysiyetine kasteden, atacağı her adımda menfaatini düşünen, yarının endişesiyle zulme karşı sessiz duran ve sürekli kıvıran, karaktersiz ve kişiliksiz her kişinin dilsiz şeytan olduğu bilincindeyiz. Çünkü bu dünyada dilsiz duran, öteki alemde mutlaka dilsiz olarak diriltilecektir biz buna inanıyoruz…

***

Sevdiğim bir söz

“Mevkilerini para ile satın alan kimseler, masraflarını geri almak yoluna düşerler.” Aristoteles

***

Biraz da gülelim!

Hiiç!

Adam günün yorgunluğu üzerinde, perişan bir vaziyette İETT durağında otobüs beklemektedir. Nihayet uzun bir zaman sonra beklediği güzergâhın aracı gelir ve biletini attıktan sonra arka taraflara doğru ilerlemeye başlar. Bir, iki adım ilerisindeki çift kişilik koltuğun boş olanına doğru ilerler; tam oturacağı sırada engelleyici bir ses tonu onu durdurur:
- Buraya oturamazsın! Ben kimim biliyor musun?
- Kim olduğunuzu bilmeli miyim?
- Ben Yrd. Doç. falan kişiyim.
- Evet?
- Benim gibi kıdemli birinin yanına oturamazsın!
- Size bir soru sormak istiyorum. Siz Yrd. Doçentlik unvanınızdan sonra ne olacaksınız?
- Doçent.
- Peki sonra?
- Şayet başımıza bir şey gelmezse Profesör.
- Daha sonra?
- Belki zor ama, Ordinaryüs Profesör.
- Evet... Peki bu dereceden sonra?
- Hiiç...
- Ben şimdiden 'hiç'im; lütfen müsaade edin yanınıza oturayım...