Kırşehir’de bazen caddelerde boş boş volta atanları, çay ocaklarında çaylarını yudumlayanları, Cacabey Meydanı’nda sabahtan akşama kadar oturup, sürekli lak lak yapanları görür hepimiz.
Sabah kahvaltısından ikindi namazına kadar orda burda vakit geçirenlere, ya da kahvehanelerde pişpirik, ya da okey oynayanlara sorsanız, “Sürekli burda olmaktan sıkılmıyor musunuz? Başka işiniz yok mu?” deseniz, alacağınız cevap üç ayağı beş yukarı hep aynı: “Yok! Ne yapalım!” olacaktır.
İşte böyle toplum olarak ne yazık ki, üretmeden sürekli tüketiyor, sonra da “geçinemiyoruz” diye dert yanıyoruz.
Tabi onlara da hak vermek lazım. Şu anda bu ülkede üretim yapmak ta her babayiğidin hakkı değil. Ekmek, dikmek, bakıp büyütmek yürek işi. Girdi fiyatları her geçen gün artıyor, gelir giderini karşılamayınca tarlalar, bahçeler terk ediliyor.
Niye eksin, niye çalışsın ki!
Semeriyle seksene mal oluyor, alın terinin karşılığını alamıyor.
Böyle olunca da her şeyin fiyatı alıp başını gidiyor.
Tabi bu da dolayısıyla işsizliği körüklüyor. İş için her gün kapı aşındıran insanlar umutlarını yitiren çaresizler ne yapacaktı oturmaktan başka?
İnsanlar sürekli konuşmaktan yorulmuş durumda. Konuş, konuş, sonu boş!
Elbette konuşmak iyidir. Düşüncelerimizi açıkça ifade itmeliyiz. Pısırık kalmamalıyız. Yalan söyleyeni uyarmalı, olacaklarını seyrine bırakmamalıyız. Çünkü bu sustuğumuz, konuşmadığımız zamanlar gelip mutlaka bizi bulur. Bu yüzden doğruyu söylemeli, açık sözlü olmalı ama aşıra kaçmamalıyız. Aşırıya kaçarsak insanlarla ilişkilerimiz bozulabilir.
Gerçekleri söylemekten korkmayınız. Ama ne demiş atalarımız, “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diye.
Maalesef günümüzde gerçekleri konuşmak hata, hatta suç oluyor maalesef…
İnsanlar susmuş, susturulmuş, korkmuş, korkutulmuş durumdaysa vay halimize vay!
Hiç kimse hatasını kabul etmiyor, eleştiri istemiyor. Hep sırtının sıvazlanmasını, yalakalık yapılmasını istiyor!
Kırşehir’de herhangi bir kuruma gidiyorsunuz, orada size karşı yapılan hoş olmayan bir hareketle, ya da haksızlıkla karşılaşıyorsunuz, ama sesinizi çıkartamıyorsunuz.
Neden?
Aman ne olur ne olmaz, başıma bir şey gelir endişesi!
Bundan 30 yıl önce vergi iadesi almak için Kırşehir Vergi Dairesi’ne gitmiştim. Mini bir vergi iadesi olduğu için 6 ayda bir gidip alıyordum.
Gittim Vergi Dairesi’ne buradaki çalışanlar evrakları yapıp, çeki elime uzattı ve müdür yardımcısına imzalatmamı istedi.
Çıktım müdür yardımcısının odası boş, sordum nerede olduğunu, “uzlaşma toplantısında” dediler.
Gittim gerçekten uzlaşma toplantısında, kapısında “toplantı var, lütfen girmeyiniz” yazıyor.
Ben de çıktım, Valilik Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’ne… Bir süre oturdum, sohbet, çay derken yarım saat sonra tekrar Vergi Dairesi’ne indim. Toplantı sona ermiş, müdür yardımcıları kapısı açık durumdaki Defterdarın odasında çaylarını yudumluyorlar.
Bir süre bekledim, çay-muhabbet sürüyor. Baktım olacak gibi değil, işim var, gücüm var. Defterdarın çaycısına dedim ki, “şu çeki imzalatabilir misin?”
Çaycı, “Ağbi şimdi bana bir şey der. Sen gir imzalat” dedi.
Ben de baktım olacak gibi değil, girdim odaya müdür yardımcısına çeki uzatarak, “şunu imzalar mısın?” dedim.
Bir de ne duyayım:
“Bekle, terbiyesizlik etme!!!”
Bu çirkin söz karşısında sabrımı zorladım ve çıktım dışarıda müdür yardımcısını bekliyorum.
Yıkılan eski valilik binasını bilenler bilir, boydan boya bir koridor, koridorun sonundaki köşede müdür yardımcısının odası bulunuyordu. Üç-beş defa koridorda volta attıktan sonra nihayet müdür yardımcısı arkadaş odadan çıktı ve kendi odasına doğru teşrif ediyor.
Tabi koridorda benim gibi kendisini bekleyen, çek imzalatacak vatandaş sayısı da artmış, uzun bir kuyruk oluşmuştu.
Müdür yardımcısı odadan çıktı ve bana yönelerek. “Hadi gel!” dedi.
O önden, ben arkadan gittik odasına. Sağ olsun çeki imzalama lütfunda bulundu. Biraz onca bana “Bekle, terbiyesizlik etme!!!” diyen sözü sarf eden müdür yardımcısına dedim ki, “Madem yoğun işiniz var, bir başkasına yetki verin o imzalasın çekleri. Bakın burada herkes sizi bekliyor, siz içeride bu milletin gözünün içine baka baka çayını yudumluyor, sohbet ediyorsun. Ayrıca sen bana neden terbiyesizlik etme dedin. Terbiyesizlik eden sen misin, ben miyim?”
Bu sözlerime sinirlenen Vergi Dairesi Müdür Yardımcısı birden masadan kalkarak üzerime yürümeye başladı. Tabi çoğunu tanıdığım vergi dairesi personeli araya girerek olayın daha fazla büyümemesini sağladı.
Tabi ben bu davranış karşısında sinirlenmiş ve kendisine “Sen benim ödediğim vergilerle buradasın, bu makamdasın” diyerek karşılık vermiştim.
O günlerde Defterdar ve Vergi Dairesi Müdürü izinde olduğu için, vatandaşlar böyle ehliyetsiz kişilerin görevde bulunmaları ile sıkıntı içindeydiler. Bana yapılan bu saldırı karşısında sessiz kalmamış, konuyu o zaman ki Vali Yardımcısı Ziya Konuk’a iletmiş, vatandaşların devletin bir kurumunda böyle çirkinlikler yaşadığını ifade etmiştim.
Bunun üzerine Sayın Vali Yardımcısı ilgili müdür yardımcısını makamına çağırmış ve benim yanımda ağzından gelenleri söylemiş, hatta hakkında soruşturma başlatacağını ifade etmişti..
Neyse buradan çıkıp bankaya gittiğimde benimde birlikte saatlerce müdür yardımcısının imzasını bekleyen vatandaşlardan birkaç tanesi beni görünce, “Ya hemşehrim ne yapacaktın da müdür yardımcısıyla tartıştın. Ne gereği vardı. Yarın, bir gün memurlarını gönderir, defterlerini inceler, sana ceza yazdırır!!!” dedi.
Tabi ben bu durum karşısında yine sessiz kalmamış ve “İstedikleri zaman gelsin, defterlerimi incelesinler. Varsa yanlışım cezayı kessinler. Ama siz de hakkınızı arayın. Aramazsanız böyle saatlerce perişan olursunuz” dedim.
Kıssadan hisse…
Yani aradan çeyrek asırdan fazla bir zaman geçti. Hala pek çok kurumda vatandaşlar bu tür davranışlarla karşılaşıyor. Hastanede, bankada, resmi kurumlarda…
Biz hala hakkımızı, hukukumuzu bilmiyor, bilsek de savunamıyoruz ne yazık ki!
Bu durumları gören vatandaş da sinmiş, susmuş, “bana dokunmayan bin yaşasın”ı kabul etmiş durumda.
Oysa devletin hangi makamında oturan kim olursa olsun, herkes işini yapacak, herkes birbirine saygı duyacak, hep birlikte bu cennet ülkemizi daha da kalkındırmak için çalışacağız.
Tabi her kuruma, her göreve liyakatli insanlar gelmeli ki, bugün karşılaştığımız sorunları yaşamayalım. Yoksa işin ehli olmayan, liyakatsiz kişiler belli makam ve görevlere gelirse bu sorunların daha da artacağı unutulmamalıdır diye düşünüyorum.

***

BİRAZ DA GÜLELİM!

Gelin-kaynana diyaloğu

Gelinle kaynana karşı karşıya oturmuşlar…
Kaynana :
-Gelin sen daha yenisin birbirimizin huyunu suyunu oturup konuşarak anlayalım.
Gelin de:
-Tabi anne konuşalım..
Kaynana başlamış anlatmaya;
- Aman kızım benim üç halim vardır dikkat et. Saçıma gül takmışsam; neşeli olurum. Her yola gelirim. Kulağımın arkasına gül takmışsam havamda olmam. Çok ısrarcı olma. Eğer ki yakama gül takmışsam sakın etrafımda dolaşma çok sinirli olurum.
Gelin kaynana lafını bitirince başlamış lafa:
- Anne benim halim malim yoktur. Bacak bacak üstüne atarım, sigaramı yakarım, sen gülü nerene takarsan tak ben keyfime bakarım.

SEVDİĞİM BİR SÖZ

“Paranla şeref kazanma, şerefinle para kazan ki; paran bittiğinde, şerefin de bitmesin.” Nicanor Parra