Merhaba değerli “Kırşehir Çiğdem” Gazetesi okurları. Hem Kırşehir ilinde sosyal olarak, hem böylesine çağdaş bir gazete de her pazartesi yazmak üzere aranıza katılmaktan büyük mutluluk duymaktayım.

Merhaba değerli “Kırşehir Çiğdem” Gazetesi okurları. Hem Kırşehir ilinde sosyal olarak, hem böylesine çağdaş bir gazete de her pazartesi yazmak üzere aranıza katılmaktan büyük mutluluk duymaktayım. Umarım tüm köşe yazılarımı keyifle okursunuz.

Bugün bireyin ve toplumun bağımlılık psikolojisi içinde yaşayarak nasıl sosyal bir duruşa kavuştuğundan bahsedeceğim sizlere.
Aciz bir şekilde hayata gözlerini açan insan, yaşamak adına beslenmek ve korunmak için ebeveynlerine bağımlıdır; ta ki yetişkin olana kadar…
Yetişkin kategorisi altında değerlendirdiğimiz ebeveynlerde, yaşamlarını idame ettirmek için başkalarına bağımlıdır aslına.
Yaşam ve bağımlılık döngüsü insanın güçlü kaldığı ölçüde güçsüzlüğünün de resmidir.
İnsanın güven içerisinde yaşayıp neslini sürdürmek için oluşturduğu aile kurumu bağımlılık ilişkisinin temellendirilip güçlendirildiği kurumdur. Ki, toplumu oluşturan ve temel kurum olan aile bireyleri hem birbirlerine, hem de yaşamlarını idame ettirmek adına dış dünyaya da bağımlıdır.
İnsan yalnız yaşayamaz, erişkin olsa bile. Zira yaşamımızı idame ettirmek için gereksinim duyduğumuz araçları bağımlılık ilişkisi süreci ile elde ederiz.
Evrensel hukuk kuralları: ''kimse; ırk, dil, din, cinsiyet, renk... v.s. nedeniyle ayrımcılığa maruz kalamaz'' der.
Evrensel hukuk kuralları, tamda burada herkesin eşit koşullar altında yaşamadığının altını çizmiştir aslında ve korunmaya alınması gerektiğini savunmuştur.
Oysa seçkin aileler dışında sıradan halk yığınları bu bağımlılık ilişkisi nedeniyle baskın güçlerce kullanılmak tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır.
21. yüzyılın tek kutuplu dünyasına dayatılan tüketim kültürü, özellikle gençleri vitrinde sunulan metalara ve ''güce karşı başarmak zorundasın yoksa bir hiçsin'' dayatması ile ağına düşürmektedir.
Güç ilişkileri bazen uyuşturucu tacirleri, bazen mafya ilişkileri, bazen de toplumun dini duygularını sömürerek paslı çarkının içine aldığı gençleri kendi organlarının doğal bir parçası haline getirmektedir.
Neoliberal politikalar sonucu oluşturulan tüketim toplumu için gidilen yol önemli olamayabiliyor. Asıl olan güçlü olmaktır. Büyük balık küçük balığı yutmadan, büyümek hedeflendiğinden güce giden bütün yollar mubah olmaktadır böylece.
Birileri çıkıp; özgürlükten, eşitlikten, kardeşlikten, sosyal adaletten söz etse, hemen bir şekilde ya vatan hainliği ya da dinsizlikle yaftalanmak için güç merkezlerince harekete geçilir. Sıradan halk yığınları vatan-millet, ya da din simsarlarınca uyutulur. Bağımlılık ilişkilerini deşifre etmeye çalışan kalemler bir bir ya gözden düşürülür, ya da susturulur.
Sözde birlik beraberlik ilişkileri altında var olan yeni söylemlerle tarihe yeni bir sayfamı açılır, yoksa aynı tarihin yeni senaryolarımı yazılır? Varın bir düşünün!