"GÖNÜL GÖRMEK İSTEDİĞİNİ GÖZÜYLE DEĞİL YÜREĞİYLE GÖRÜR. " "GÖNLÜN SOĞUDU MU GÖZÜNDE SOĞUYOR SÖZÜNDE.

"GÖNÜL GÖRMEK İSTEDİĞİNİ GÖZÜYLE DEĞİL YÜREĞİYLE GÖRÜR."
"GÖNLÜN SOĞUDU MU GÖZÜNDE SOĞUYOR SÖZÜNDE."
"Umudum her zaman bakidir.Ama zaman kısa ,ben yorgunum,YOL UZUN"
"Sevdiklerinizin kıymetini bilin.Ayrılığın gölgesi bilye ağırdır. TAŞIYAMAZSINIZ."
RÜYASI BİLE GÜZEL
İnsan nereden geldiğini, nasıl yaşadığını, nasıl geçindiğini ve haddini iyi bilmeli.
Kırşehir’de bazen gerilere dalar giderim.Bulunduğum kanepe de uyur kalırım.Hayal perdesinin arkasında oynarım rüyalarımda.Ayakkabısız,ceketsiz, gömleksiz gezdiğim günleri unuturum.
Cebim de tükenmeyecek kadar para, takım takım elbiseler,kıvırcık siyah saçlar görürüm kendimde. Dostlarım,arkadaşlarım ve sevenlerim çoğalır.
Binerim arabaya, açılım deniz sahillerine. Masmavi suları görürüm. Girerim denizin derinliklerine kulaç atarım. Açılırım uzaklara doğru.Düşünmem akıbetimi. Çünkü arkamda pohpohlayanlarım var. Bir ara nefesim kesilir gibi olur ters döner sırt üstü yüzerim. Hiç bir gamım kederim olmaz. Gelmeyin yanıma arkadaşlar derim. Kenara çıkar etraftaki mutlu insanları seyrederim.
Hiç bir şey gelmez aklıma. Koyun güderken bitlenen gömleğim. Çift taraflı giydiğim kadife şalvarım onlar dünyamın ötesinde kalır. Arkadaşlarımla sahilde balık yerim. Öyle güzel laflar atarım ki ! Çokta nüktedanımdır canım.
Harcadığım paralar bitmez. Yanımda ki dostlarım eksilmez.Sevenlerim o kadar arar ki usanırım.Telefonumu kapatmak gelir içimden.Ama kapatamayacağım insanlar da vardır içlerinde.Ya onlar ararsa ?
Yok ! Yok ! Aramazlar.......Çünkü uykudan uyandım.Yalnız başıma küçük evimin bir köşesinde atılmış gibi yatıyorum.Ben kim ? Deniz kim ? Gezmek ve eğlenmek kim ?
Böyle rüyalar da görürüm. İnsan HADDİNİ BİLMELİ.
Ne yazık ki !
"BULDUM BİLEMEDİM. BİLDİM BULAMADIM.".
***
BELA ÜSTÜNE…
Ayağında donu olmayacak kadar düşkün ve yoksuldu. Nereye giderse her yapacağı iş çözümsüzlükle biterdi. Oldukça zarif ve kibar görünüşlü olmasına rağmen şıllık, çehre züğürdü gibi bir kadınla evlendirdiler. Varlıklarının iyi olmamasından olsa gerek her gün evlerinde hır gür ederek sürekli geçimsizlik kavgaları çıkarırlardı. Bir gün ansızın cinleri başına çıktığından çok öfkelenip, bulunduğu yeri terk etmek istedi.
Üstü başı perişan bir şekilde yollara koyuldu. Çok para kazanacak zengin olacaktı. Gerçekleşmesine imkan olmayan ham hayal peşine düştü. Ağzı oruçlu idi. Saatlerce yol kat etti. Bir iş temin edip çalışacak, yoksulluğu başından defedecekti.
Oruç açma zamanı yakındı. Kuyruğa dizilmiş insanlar, bir fırının önünde sıralarını bekliyorlardı. Şaşkınlıktan gözlerini açarak, insanlara bel bel bakmaya başladı. Böyle bir kuyruğu ilk defa görüyordu.
Sıradan birisi göz açıklık ederek, insanların hakkına tecavüz edip, ekmekleri almaya başladı. Başkalarından da gözü açık olan vardı. İçlerinden birisi bar bar bağırarak sırasını beklemesini söyledi. Kabahat işlerken yakalanan adam, yaptığı hareketi kendine göre uygun görüp, oradaki sıra bekleyen insanlara sert ve ters konuşmaya başladı.
Birisi, bu davranışları dengesiz adamın üzerine abandı. Arkasına aldığı adamlar sıra beklemeyen adama yüz verip şımartarak, yoldan çıkarıp ayartmışlardı. Her yerde arkasına aldığı bu güçle hareket ediyor, insanlara haksızlık ediyordu. Sırasını beklemesini söyleyen adam, beline girerek havalandırıp yere vurduğu adamın kollarını geriye kanırarak bağırtmaya zorluyordu. Sıradaki insanlar arasında karışıklık… Herkes ekmek alma derdinde...
İçlerinden bazıları adamın iyi ettiğini söylüyor, bazıları da fıkırdayarak gülüyordu. Sırasını bozan adam konuşkanlığını, neşesini bir anda kaybetmiş, sesi çıkmaz hale gelmişti. Elinden ekmeği aldılar. Fırıncının bulunduğu yere vererek sıradaki adamın ekmek almasını sağladılar.
Adam kendi kendine düşündü.
“Demek ki buralarda ekmek böyle tedarik ediliyor” diyordu. Kendi geldiği yerde ekmekten ucuz ne vardı ki? Tandırdan yapılarak içeriye kayılan yufka ekmek için hiç kimse hesap sormuyordu. İstediği kadar alır orada yerdi. Sırası geldiğinde kocaman francala dedikleri ekmekten bir ekmek kaptı. Ekmekten ateş çıkıyordu. Havanın soğuk olması sebebiyle ekmeğin buharı etrafa yayılıyordu. Pahalı katıklardan alamazdı. Cebini yokladı. Mevcut olan parası ile birkaç salkım siyah üzüm alarak boş bir yere oturdu. Yediği sadece sıcak ekmek ve üzümden ibaretti. O kadar acıkmıştı ki, ekmekle üzümü nasıl tükettiğini kendi de anlayamadı. O kaynar ekmeği nasıl yemişti?
Oruç açma zamanında yediği ekmek ve üzüm iyice midesine oturmuş, nasıl hareket edeceğini bilemiyordu.
Yediği ekmeğin verdiği rehavetle olsa gerek olduğu yere sızdı. Biraz şekerleme yaptıktan sonra ayağa kalktı. Kendisine öncelikle bir yatacak yer bulmalıydı. Gözünün önü biraz açılmıştı.
Parasının yetersizliği sebebiyle otelde yatması imkansızdı. Geliri az olan insanların akşamları kaldıkları bir han buldu. Hanın bir tarafında eşekler yatıyor, bir tarafında ise ayaklarına nal çaktırılmaya gelen atlar vardı.
Hanın hemen içerisinde altı hasırla döşenmiş bir oda buldu. Orada kalabilirdi.
Hancı; kocaman, iri yarı, perdesi patlak, boynu pek kalın bir adamdı. Tıkınarak yemesi sebebiyle gözlerinin üzeri etlenmiş, gelen insanlarla yarı anlaşılmaz sözler söyleyip homurdanarak konuşurdu. Çoğu zamanda ücretini vermeyen insanlar yüzünden aksiliği depreşerek odaları vermezdi. Bu yüzden gelen insanları aşağısıyordu.
Adam hancının ayağına kapandı. Kalacak yeri olmadığını söyleyerek hanın bir köşesinde yer istedi. O kadar acımasız olan hancı nedendir bilinmez adama acıyarak, bir yer verilmesini istedi.
Adam parasının bir kısmını peşin vermişti. Hancı bu olaya oldukça memnun oldu. Parasını ödeyeceğini anladığı adama istediği kadar kalabileceğini söyledi.
Adam, sabahları eline aldığı bel ile işçi pazarına gidiyor, bulabildiği işlerde çalışıyordu. Günler oldukça uzundu. Ağzının oruç olması sebebiyle bazı günler yarım yevmiye yaparak çalışıyordu.
İyi beslenemediğinden günden güne zayıflamaya başladı. İşe götüren insanlar çalışmasından memnun olmamaya başladılar. Akşamları eline aldığı yarım somun ekmekle orucunu açıyor, dinlenmeye çekiliyordu.
İnsanların yalnız kalmaları, arkadaşı olmaması diye bir şey düşünülemezdi. Handa bulunan çultutmaz birkaç arkadaşı ile iftardan sonra kahveye gittiler.
Kahveci iyi göremeyen şaşı, tebeşire peynir bakışlı bir adamdı. Ancak çok güzel dil biliyor, insanları çabucak ayartıyordu. Gelen misafirlerine hemen bir çay getirdi. Gelen insanlar ne kadar mırın kırın ettilerse de çayı içmek zorunda idiler. Orası söğüt gölgesi değildi. Kahvehane sahura kadar çalışıyordu.
Sahur vaktine kadar oyun oynayan insanlar zamanlarını orada geçiriyorlardı. Sadece çay içmekle kahvehanenin masrafını karşılamak mümkün değildi. Bulunan insanlar arasında tombala oynanıyordu. Herkesin elinde bir tombala kağıdı vardı.
Kahve sahibinin görevlendirdiği peltek konuşan, basık dil bir adam, eline aldığı bir torbanın içerisine rakamları doldurmuş avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Tombala oyunu başlamıştı. Cebinde para tutmasını bilmeyen, birkaç cebi delik adam oturmuşlar oyunu takip ediyorlardı. Şimdiye kadar hep kaybetmişler, kendilerini züğürt tesellisi ediyorlardı.
Kahvehaneye giden bu üç kafadara da tombala kağıdı verilmişti. Gencin yanında giden iki kişinin okuma yazması olmayıp, elifi görse mertek sanırdı.
Oyun seyrinde devam ediyor, sürekli rakamlar çekiliyordu. Nasıl olduğu bilinmez, tombala bu kafadarlara isabet etmiş üç-beş kuruş kazanç sağlamışlardı. Gereksiz bir heyecana kapıldılar. Kendi kendilerine, neden elimizde bel ve kazma ile akşama kadar çalışıyoruz? Böyle kazanç daha iyi diyerek, birbirlerini kumara teşvik ediyorlardı.
Ellerindeki yevmiyelik işi bırakarak akşamın çabuk olmasını beklemeye başladılar. Bir gün önce kazandıkları tombala parası ile üzerlerine elbise almışlardı.
Oruçlarını açar açmaz, büyük bir heyecanla kahvehanenin yolunu tuttular. Basık dil adam yine sahneye çıkmış, tombala kağıtlarını dağıtıyordu.
- Haydi! Kalmadı alan yok mu, diyerek avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Kahvehane sahibi küskünlüğünü belli edecek şekilde alt dudağını sarkıtarak odasında oturuyordu. Solurken fosurduyor, dudaklarından garip sesler çıkarıyordu. Bir gün önce verilen paranın acısını çıkarmak bir boyun borcu olmuştu. Kahveci oldukça gaddar, merhametsiz ve acımasız birisiydi. Bütün utanma ve sıkılmayı bırakmış dilenci yırtıklığı ile basık dil adama bakıyordu. Nasıl olurda, tombala üç kişiye birden çıkardı diyerek fikir yoruyordu.
Tombala oynatan adam mutlaka bir dümen çevirerek, bir gün önceki gediği kapatmalıydı. Eğer kapatamazsa çanına ot tıkanabilirdi.
Adam destursuz oyuna başladı. Kimseden izin almasına gerek yoktu. Gözleri fıldır fıldır dönüyordu. Sürekli torbadan rakamlar çekiliyor, kafadarlar önlerindeki kağıtlardan rakamları takip ediyorlardı.
Adamın söylediği bütün rakamlar, önlerindeki kağıtlara çıkıyordu. Uzayıp giden saatler sonun-da bir gün önce paraları alan adamların cebinde hiç para kalmadı. Yeniden oyuna başladılar. Her üçü de buram buram terliyorlardı. Basık dil adam, yanındaki adama sessiz ve gizli olarak kaş göz ediyor, adamı uyarmaya çalışıyordu.
Hileyi sezen üç kafadar tombalacı adamla bağrışma derecesini geçmeyen ağız dalaşına başladılar. Ancak orada bulunan kahvehanecinin kol kıranları ortalığı velveleye vererek bir gün öncesinin öcünü almak için adamlara saldırdılar. Yumruklar, tekmeler havada uçuşuyordu. O kalabalık arasında çok güzel ve beğenilmiş bir dayak yediler.
Kahveci bıyığa gülerek, adamlarla açık açık alay ediyordu. Nerede ise bacaklarındaki donlarını dahi üttüreceklerdi. Emniyet güçlerine yapılan şikayet neticesinde adamlar cürmümeşhut olarak adliyeye sevk edildiler. Ceplerinde hiç paraları kalmamıştı. Birbirlerine bakarken gözlerini kaçırıyorlardı. Hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Nereden gelmişti bu bela başlarına...
Düşüncesi, katmerli kazanç sağlayarak aşığı çift oturtmaktı. Mevcudunun kaybolacağını hiçbir zaman düşünemedi. “Bal olan yerde sinek olduğunu” anlayamadı. Yıllardır orada hile ve desiseye başvuran kişiler herhalde adama tombaladan kazanç sağlatmazlardı.
Peşin yatırdığı paranın süresi dolmuş, handa yatmaya devam ediyordu. Artık veresiye yatamazdı. Köyünden getirdiği dizleri yırtık elbisesini bir torbaya koyarak oturduğu odanın içerisine asmıştı.
Bayram yaklaşıyordu. Para kazanıp evine para gönderecek, kendiside biraz ferahlayacaktı. Sokak ortasında kalacağını bilemedi. Hancı gelerek zehir zemberek sözler söyleyip yattığı günlerin parasını istedi. Yarına kadar ödemediği takdirde atılacağını söyledi.
Arkadaşları doğru yoldan caydırarak baştan çıkarmışlardı. Kılıfsız yattığı yorganı üzerinden attı. Tombala parası ile aldığı elbise meydana çıkmıştı. Eski yırtık elbiselerini giydi. Askıya taktığı yeni elbiseleri eskicilik yapan insanların yanına götürdü. Eskici iyice kartlaşmış, kurnaz, anaç birisi idi. Çok pahalıya aldığı elbisesini en düşük fiyatla aldı. Satmak zorunda idi. Hancı gelir gelmez üzerine çullandı. Mevcut olan parasını elinden aldı.
Çaresiz kalmıştı. Satacak bir şeyi yoktu ki, geldiği köyüne dönsün. Karnı iyice acıkmış, kalın bağırsaklarının gurultusundan durulmuyordu. Hasırın üzerine uzandı. Kaderine yanıyordu. Tombalacıların ateşlerine yanmıştı. Ara sıra sayıklıyor, hezeyan içerisinde ne konuştuğunu bilmiyordu.
Hancı kavurma sacının üzerine yaptırdığı söğürmelik etlerin pişmesini bekledi. Et de çok enfes kokuyordu. Etlerin pişmesinden sonra bağdaş kurarak sacın kenarına oturan adam, etlere döşenmiş tıkınarak yiyordu.
Gözlerini hafifçe açan adam, hancının boynunun neden kalınlaştığını, gözlerinin neden etlendiğini yeni anladı. Hancı etleri gödeni deşilinceye kadar yedi. Karnında gaz ve sıvıların çıkardığı gurultu ile yatan adam ara sıra yalanıyor, yutkunuyor, dudaklarını kemiriyordu.
Kendi kendine düşündü, keşke gelmeseydim yalan dünyaya diyerek anlaşılmaz sözlerle mırıldanıp duruyordu.
Fazla yiyip içmekten ölme derecesine gelen hancı sırtındaki elbisesini sattırmış, daha da oradan çabuk ayrılması için gözdağı veriyordu. Bu obur, eline geçeni sığışarak yiyen adam, handa yatan adama hiç acımayarak kapı dışarı etti.
Başında yel esen, yaptığına yapacağına pişman olan adam, pişmanlık duyarak başını yumrukluyordu. Kazanacağı mal ve paradan ümidini kesen adam tombalacıların ve hancının gazabına uğrayarak, sırtında bulunan elbisesini satarak geldiği yere geri döndü. Bu kadar sıkıntısına rağmen evine geldiğinde eşi kudurup, kızarak, “Kazançsız kösnük adam, ömrümü yedin bitirdin” diyerek ağzına geleni söylüyordu.
Bu adam huzuru nerede bulacak?