Kırşehir’de 1980’li yıllardan beri öğretmen ve gazeteci olarak tanıdığım, birlikte pek çok haber ve yorumlar yazdığım, insani olarak sevdiğim, dostum, arkadaşım, meslektaşım Avşar Cihan’ı arife günü kaybettik ve bayramın ilk günü de toprağa verdik.
Avşar Cihan, Kale Ortaokulu’nda öğretmen olarak görev yaparken, gazetemiz “Kırşehir Çiğdem”de de spor haberleri yapardı. Hatta devlet memuru olmasına rağmen o yıllarda Hürriyet Haber Ajansı ile bazı gazetelerin de Kırşehir Muhabirliğini kardeşleri adına yürütürdü.
Ben 1985 yılında vatani görevimi tamamlayıp Kırşehir’e döndükten sonra Avşar Hocam, devlet memuru olması nedeniyle Hürriyet Haber Ajansı muhabirliğinden ayrılınca bu görevini bana bırakmıştı.
Ben de o günden bugüne yani 33 yıldır Hürriyet Haber Ajansı, yeni adıyla Doğan Haber Ajansı’nın Kırşehir temsilciliği görevini yürütüyorum.
Avşar Hocam’la 35 yıllık bir birlikteliğimiz oldu. Onu zaman zaman eleştirdim, hatalarını, yanlışlıklarını yüzüne söyledim. Ama o asla hatasını kabul etmez, kendilerine göre doğru yaptığında ayak direrdi.
Kırşehir’de pek çok gazetede çalıştı, haber ve yorumlarıyla ses getirdi ve o gazetelere bir canlılık kattı, kalite getirdi. Ama ne zaman o gazetelerden ayrıldıysa o gazeteler kopyala yapıştırıcılığa geri dönüş yaptı. Çünkü herkes haber ve yorum yazamaz. Gazetecilik farklı, matbaacılık farklı.
Avşar Hocam’la bazen güzel sohbetlerimiz olurdu. Onu kızdırır, eleştirince kızar, bozulur ama baha hiç küsmezdi. Gönlü geniş ve hoşgörülüydü.
Kırşehir’i ve Kırşehirspor’u çok sevdiğini bildiğim Avşar Hoca, oğul Bekir Barış Cihan gibi torunu Kayra’yı da futbolcu yetiştirip, Kırşehirspor formasını giydirmek istiyordu. Onu çalışmalara götürüyor, gözü gibi bakıyordu. Ama olmadı.
Avşar Hoca ile Kırşehirspor’un nice maçlarına birlikte gittik, yendiğinde sevindik, yenildiğinde üzüldük. O da benim gibi fanatik bir Beşiktaş ve Kırşehirspor’lu idi.
O sadece gazetecilik yaptı, tehdit ve şantajla köşe dönmedi. Elbette herkes gibi bir siyasi düşüncesi vardı, ama bunu haber ve yorumlarına yansıtmazdı.
Bundan birkaç ay önce onu bir güzel işletmiştim. Avşar Hocam benim DHA’ya gönderdiğim bir haberi alıp görev yaptığı gazetede kullanmıştı. Ben de onu yanıma gelen bir arkadaşım sayesinde işletmiştim. Arkadaşım, Avşar Hoca’yı telefonla aramış ve “Kardeşim bizim haberimizi kullanmışsınız. Gazeteniz bizim DHA’ya abone değil. Bunun suç olduğunu biliyorsunuz. Sizin ve gazeteniz hakkında hukuki işlem başlatıyoruz” deyince Avşar Hocam korkmuş, heyecanlanmış ve “Ya Kırşehir muhabiriniz Salih Güner benim arkadaşım, ben ondan aldım!” dese de “hukuki işlem başlatıyoruz” çıkışının ardından heyecanla beni aramıştı…
Avşar Hoca durumu bana anlattıktan sonra ben de ona “Ya Hocam neden bana söylemedin? Keşke söyleseydin, ben seni savunurdum!” deyince Avşar hoca “Ya Salih sen halledersin, hallet şu işi!” diye adeta yalvardığını gördüm.
Ben de “Tamam Hocam” diyerek telefonu kapattım.
Tabi hocamın canının sıkıldığını biliyordum ve onun biraz da canının sıkılmasını istediğim için yarım saat aramadım. Baktım Hocam beni yeniden arıyor, “Ya Hocam hukuk servisindeki yetkiliye ulaşamadım, onu bekliyorum” dedim ve Hocam “Görüş ve hallet şu işi!” dedi.
Neyse baktım hocam bizim bu şaka işiyle fazla üzülecek, bir süre sonra aradım ve “Hocam hallettim, ama bir daha DHA’dan haber alırsan, bana haber ver, bilgim olsun” dedim. Ve Avşar Hoca da bundan sonra öyle yaptı. Ne zaman DHA’dan bir haber alsa mutlaka beni arar ve hatta değişik fotoğrafları da kendisine göndermemi istedi.
İşte hayat böyle… Güzel ve kötü anılar yaşıyor insan…
Bu yalan dünyada yaşarken, bir bakıyorsunuz gözlerinizi kapatıp, uçup gitmişsin hak dünyaya…
Avşar Hocam, vefatından birkaç önce de bir konuda benden destek istemiş ve yerine getirmiştim. Arife günü evinin balkonunda yatarken, geçirdiği kalp krizi sonrası vefat ettiğini öğrendiğimde inanın inanamadım.
Ama ne yaparsınız ki yaşam bir pamuk ipliği gibi… Bir varmış bir yokmuş ilişkisi gibi… Şansımız varsa ipliğin kopma noktasından tutuğumuzda ancak anlıyoruz hayatın değerini ve sevdiklerimizin değerini...
Bazen düşünüyorum da boş işlerle uğraşıyoruz. Bomboş şeylere üzülüyoruz. Kaptırmışız kendimizi hayatın akışına. Hele bir de başkaları yüzünden hayatımızı dilediğimiz gibi yönlendiremiyor, yaşayamıyoruz. Muhakkak birileri yüzünden çıkan engeller biranda bambaşka yollara sürüklüyor bizi.
Aslında hayat o kadar kısa ki bomboş şeylere kafayı takıp üzülüyoruz. “Benim çok derdim var” diyorsanız naçizane tavsiyem; ya bir hastaneye, ya bir mezarlığa, ya çocuk yuvasına, ya engelliler merkezine ya da huzur evine ziyarete gidin. Kendinizi çok iyi hissedeceğinize eminim.
Evet, hayat pamuk ipliği gibi!
Çok kısa bir anlık bir hayat işte…
Bundan 8-9 ay önce kardeşi Mehmet Cihan’ın kalp krizi geçirerek kaybeden Avşar Hocamın kendisinin de kalp rahatsızlığı olduğunu biliyordum. Bir yıl önce anjiyo olmuştu, doktorları kalp pili takılmasını öneriyor, kilo vermesini istiyordu. Ama hoca her ikisini de yapmadı, yapamadı. Anne ve babası gibi, kardeşi gibi kalbine yenik düşerek hayata veda etti.
Ne diyeyim Avşar Hoca, artılarınla, eksilerinle Kırşehir’de bir iz bırakıp gittin. Ruhun şad, mekanın cennet olsun…