salih

GERÇEKTEN her alanda duyarsız bir toplum olduk. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” hesabı kendimize bir şey olursa o zaman tepki gösteriyoruz, başkalarına olunca “boş ver!” diyor, umursamıyoruz.

Kırşehir'de yaşıyoruz. Ekmeğini yiyip, suyunu içiyoruz. Ama maalesef etrafımızda olup bitenden bihaberiz. Bunu her alanda örnekleyebiliriz.
Kaldırımlara esnaf sattığı ürünleri çıkarır, yayaların geçişini zorlar “kimse niye böyle oluyor?” demez.
Çay ocakları, kahvehaneler masa sandalyelerini kaldırıma, hatta yola dizer, geleni geçeni rahatsız eder, kimse tepkisini ortaya koymaz.
Parka oturup yediğini, içtiğini oraya atıp giderler kimse “Ya kardeşim niye bunu buraya atıyorsunuz?” deyip uyarma gereği duymaz.
Kıştan yeni çıktık, yollarımız köstebek yuvası kimse görmez gereğini yapmaz.
Otopark sorunu büyük, her geçen gün artıyor, kimse sorunu çözmek adına bir şey yapmaz.
Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün.
Özetle etrafımızda, çevremizde o kadar olumsuzluklar yaşanıyor, ama hiç kimse bu konuda tepkisini ortaya koymuyor. Aynı apartmanda oturup, ağlayanı, bağıran çağıranı duymayan, hastayı sayrıyı bilmeyen, ölenden haberi olmayan bir toplum olduk.
Toplum olarak ne yazık ki giderek yozlaşıyoruz, benliğimizi, kültürümüzü kaybediyoruz da farkında değiliz.
O kadar eğitimli, kültürlü insanlarımız var ki ve her şeyi o kadar iyi biliyoruz ki ama neden böyle toplum olduk anlayamıyoruz.
Oysa eğitimde marka kentiyiz diyoruz, kültür şehri diye övünüyoruz ama nedense tüm olumsuzlukları Kırşehir’de görüyor ve yaşıyoruz.
Bazen kendi kendimize soruyoruz bu görünümle, bu mantıkla mı kültür ve eğitim şehriyiz?
Şimdi hemen herkes sayabilir benliğimizi içimizi çürüten her şeyi... Ama neden birimiz bulamıyor bundan nasıl kurtulacağımızı…
Yoksa buluyor da dış güçler mi izin vermiyor açıklanmasına?
Evet günden güne toplumumuz bozuluyor, dejenere oluyor.
Kim dur duyacak bunlara?
Bencil, sevgisiz bir toplum olduk.
Teknolojiye yenik düştük, benliğimizi ve insanlığımızı kaybettik.
Herkesin elinde bir cep telefonu. Yolda yürürken kendi kendine konuşuyor artık.
Para için neler yapılmıyor ki… Ahlâk erozyonu yaşanıyor, cinayetler, katliamlar yapılıyor…
Toplum olarak cinnet geçiriyoruz, cinnet…
Akrabalık, dostluk, komşuluk dönemi kapandı.
Herkes evine kapanıyor, ya televizyon, ya da bilgisayar başında günler böyle boş geçiyor. Tembel ve tüketici bir toplum oluverdik ne yazık ki…
İşte 7 Haziran’da bir seçim var ülkemizde… Hem de hayati bir seçim…
Kimsede bir ilgi var mı?
Bakın şöyle bir Kırşehir’e bir hareket var mı, bir heyecan var mı?
Yok, yok…
Çünkü toplum olarak artık her şeyi oluruna bırakmışız. Ne olacak, kim kazanacak kimsenin umurunda değil! Millet kendi derdine düşmüş. Düştüğü çıkmazdan çırpınıyor da çırpınıyor.
Kim kazanırsa kazansın nasıl olsa Kırşehir’de ve insanların hayatlarında hiçbir şey değişmeyecek.
Kazananlar Ankara’nın yolunu tutacak, milletvekili maaşlarını alıp çevresindeki bir avuç insanının işini takip edecek.
Kırşehir mi? Boş verin gitsin.
Bundan 20-30 yıl öncesindeki seçimlere bir bakıyorum, bir de bugünkü seçimlere bakıyorum arada dağlar var…
O yıllarda insanlar ülkesi için, geleceği için, Kırşehir için koşturuyor, çaba harcıyordu. Partiler, milletvekili, belediye başkan adayları, hatta İl Genel ve Belediye Meclisi Üyeleri, muhtar ve azalar seçimi kazanmak için nasıl çalışıyorlardı, nasıl…
Ama bugüne bakıyorum hiçbir adayda böyle bir çalışma yok.
Kırşehir’de insanlar adaylara bile çoğu zaman bakmıyor. Gidiyor sandık başına hangi lideri beğeniyorsa, seviyorsa ona oyunu verip çıkıp geliyor.
Ya düşünmüyorlar ki “biz Kırşehir’de verdiğimiz oyla kimi milletvekili ya da belediye başkanı seçeceğiz?” diye…
Çünkü liderler kendi belirledikleri adayları bize dayatıyorlar, biz de sevsek de, sevmesek de gidiyor oy veriyoruz.
Düşünebiliyor musunuz aday diye önümüze bir odun koysalar ona bile oy veriyoruz.
Böyle bilinçsiz, her şeyden habersiz ve duyarsız bir toplum olup çıktık.
Neden düşünmüyoruz ki Kırşehir’de kimi seçersek, hangi partiyi desteklersek memleketim daha güzel hizmetler alır, ülkemin içinde bulunduğu sorunlar çözümlenir?
Dedim ya duyarsız bir toplum olduk, “bana dokunmayan bin yaşasın”ı kanıksadık.
Toplumumuz böyle vurdumduymaz olunca birileri milletvekili seçilip kapağı atıyor Ankara’ya, ara-sıra bir bakan gelirse Kırşehir’e şöyle bir uğruyor, gözüküp gidiyor. Kırşehir’in sorunları mı, Kırşehir mi hak getire…
Ülkemiz ve Kırşehirimiz günden güne kötüye gidiyormuş, sorunları dağ gibi artıyormuş kimin umurunda ki?
Bu kafayla, bu mantıkla hareket ettiğimiz sürece hiçbir zaman Kırşehir olarak iki yakamız bir araya gelmez, insanlarımız da sorunlarından kurtulamaz.
O halde ne yapmamız gerekiyor?
Artık silkinip kendimize gelelim.
Bu kadar olumsuzların beraberinde ahlaksızlık hâkim bir anlayış olarak ortaya çıkıyor da haberimiz yok ne yazık ki…
Büyük mütefekkir rahmetli Kırşehirli hemşehrimiz Prof. Dr. Erol Güngör; teknolojide yaşanılan gelişmelerin aynı ölçüde sosyal hayata yansımamasının toplumsal yaşamda anomiye yol açacağını belirtip, bu durumun öncelikle ahlaki yozlaşmayı ortaya çıkaracağını ifade etmişti.
Son günlerde ki, taciz ve tecavüz rezaletlerindeki artışı bu çerçevede değerlendirmek gereklidir. Tecavüzler, kadına artan şiddet ve katliamlar, cinayet haberlerini okuyup gördükten sonra; geldiğimiz aşamanın tehlikesini söylemeye bilmem gerek var mı?
Ahi Evran-ı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Yunus Emre'yi, Mevlana'yı, Akşemseddin'i, Şeyh Edebalı'yı yetiştiren büyük milletimiz, bu yaşanılanlara asla müstahak değildir. Gün, artık silkinip, kendine gelme zamanıdır. Aksi halde, geleceğimizin aydınlık günleri şimdiden kararacaktır.

Biraz da gülelim!

İstiklal Marşı’nı kim yazdı?

İki Kırşehir'li, Ankara'ya düğüne gitmişler. Tabii ki gece yarılarına kadar içmişler zil zurna sarhoşlar. Sabaha karşı geri dönmeye karar vermişler.
Ankara çıkışında trafik polisi çevirme yapıyormuş. Bunları da çevirmişler.
Polis ehliyet ruhsat sormuş, bunlar hemen vermişler. Ama acayip içki kokuyorlar.
Polis:
- Size ceza keseceğim! demiş.
Polis, bunların bilinçlerinin halâ açık olup olmadığını anlamak için sormuş:
- İstiklâl Marşını kim yazdı!
Biri ilkokul mezunuymuş, ötekine:
- Sen sus ben bilirim diyerek susturmuş.
Hemen heyecanla cevap vermeye çalışmış:
- Neşet ağam diyecem ama pek güccük yazsa yazsa Muharrem ağam yazmıştır!
Sevdiğim bir söz
“Cesaret, bütün zorluklar ile her durumda savaşmaktır, hatta olmayanı, oldurmaya çalışmaktır.” Cletnaceau