Kırşehir Belediyesi’nde 32 çalışan ve geçtiğimiz Şubat ayında yakalandığı rahatsızlık sonucu emekliye ayrılan çocukluk, gençlik ve asker arkadaşım Haydar Çekiç’i kaybettik. Çok üzgünüm…
Haydar Çekiç, Kırşehir’in ünlü bozlakçılarından Çekiç Ali’nin oğlu. Kardeşleri Aydın, Fevzi ve Musa Çekiç gibi hayatını saz çalıp, türkü ve bozlak söyleyerek kazanmadı. Çünkü o da iyi biliyordu ki Kırşehir’de sanata ve sanatçıya hak edilen değer verilmiyordu. Çünkü kardeşleri haftanın bir-iki günü düğünlerde çalıp söylüyorlar, diğer günlerini yoksulluk içinde geçiriyorlardı.
Haydar’la liseden sonra yolumuz Amasya’daki 15. Piyade Tugay Komutanlığı’nda kesişti. 4 aylık acemi eğitiminde her gün 5 hemşehrimizle birlikteydik. Sonra usta birliğinde yine yollarımız ayrıldı. Ama askerlik dönüşü 1986’dan sonra da sık sık bir araya gelir, görüşür, sohbet eder, yer içer eski güzel günlerimizi yad ederdik.
1987 yılında dönemin Kırşehir Belediye Başkanı Hakkı Göçen, Belediye bünyesinde bir bando takımı kurmak istedi ve onunla birlikte 11 kişiyi Belediye’de işe aldı. Haydar Çekiç arkadaşım da bu bando takımının içindeydi. Her türlü etkinlikte Kırşehir’i ve Kırşehir Belediyesi’ni temsil etti.
Sonra 1990’lı yılların sonunda bando takımı lağvedildi ve Haydar Çekiç ile birlikte 11 kişi Belediye’nin çeşitli birimlerinde çalışmaya başladı.
Haydar Çekiç kardeşim de Belediye Zabıtası’nda uzun yıllar görevini yaptı. Hem de başarıyla.
Dürüst, çalışkan, mütevazı ve Kırşehir sevdalısı bir insandı.
O başkaları gibi hangi parti iktidara gelirse onun etrafında pervana olmaz, takla atmaz, sadece verilen görevi dürüstçe yerine getirirdi.
Belki de yalakalık yapıp, takla atmadığı için olsa gerek Belediye Başkanları ve çevresindeki kurmayları onu gözden ırak, gönülden uzak tutmaya çalıştılar ve bunu da başardılar kendilerince!
Ama o dürüstlüğünden ve mütevaziliğinden vazgeçmedi. Hiç kimseye boyun bükmedi, ne iş verdilerse işini yaptı.
Tabi bir Kırşehirli olarak kendisine yapılanları içine sindiremedi Haydar. Bazı konularda onunla çok dertleştik, hatta yaşadığı sıkıntıları bir gazeteci olarak Belediye Başkanlarına iletip, Kırşehir’in yetiştirdiği bir değer olarak kendisine sahip çıkılmasını isteyebileceğimi söylememe rağmen, bunu kabul etmedi, asla istemedi, “Madem bana bu görevi verdiler, burada en iyi şekilde işimi yapmalıyım” derdi.
Haydar; kimsenin elini, eteğini öpmedi, onurlu bir şekilde çalıştı, işini yaptı, belki bu nedenle de çok eleştiriler aldı.
Bir defasında görev yaptığı Zabıta Müdürlüğü’nün önünden geçerken onu gördüm, beni çağırdı, “çay içelim” dedi.
Ben de onu kırmadım, girdim içeri. O sırada elinde 5-6 fatura kesmiş birisi geldi ve “Bu borç sizin, bu faturaları ödeyin!” dedi.
Haydar, kendisinin bu alım satımdan bilgisi olmadığını, kimin bilgisi varsa onunla görüşmesi gerektiğini söyledi.
Ancak karşısındaki uyanık esnaf faturaları masasının üstüne attı ve “ben bunu almasını bilirim!” dedi.
Haydar kardeşim çok sinirlenmiş ve arkadaşları zor durdurmuştu. Bunun üzerine diğer zabıtalara, “Burası kimsenin babasının malı değildir. Öyle herkes hayali fatura kesip, burayı soyup soğana çeviremez, götürün şu faturaları iade edin. Bir daha böyle gelirse polis çağırın” demişti.
Yani Haydar kardeşim böyle dürüst bir insandı.
Aradan birkaç yıl geçmişti. Haydar’a bu olayı sormuştum, “ne oldu?” diye.
“Valla ben böylelerine papuç bırakmam bilirsin. Bulmuşlardır bir başkasını almıştır parasını!” dedi.
Maalesef Haydar gibi dürüst insanların kenara köşeye atılıp, helali-haramı bilmeyenlerin iş başına getirildiği Belediyelerin geldiği durum ne yazık ki böyle..
Ama Haydar’ın dürüstlüğü demek ki bir takım insanları rahatsız etmiş olmalı ki, oraya buraya savurdular. Bunu içine sindiremedi Haydar.
İşi bilmeyen, sırf siyasi görüşünden dolayı başa gelenlerin kendisine yaptıkları yanlışlıklar karşısında üzüldü, kahroldu, ama kimseye de bunu belli etmemeye çalıştı.
Sonunda kim bilir belki de yaşadığı stres ve sıkıntılar nedeniyle ALS denen kas erimesi hastalığına yakalandı. 3 yılı aşkın tedavi gördü, kurtarılamadı.
Onu hastalığı nedeniyle birkaç kez evinde ziyaret ettim. Onu o şekilde görünce çok üzülüyor, kahroluyordum ve bu nedenle son günlerinde gidemedim. Ama sık sık telefonla görüştüm.
Haydar’ı bir yıl önceki bir ziyaretimden sonra biraz sıkıntılı görmüştüm. Cumhuriyet İlkokulu yanındaki eski evini satmış, borçlanarak kredi ile çatı katında yeni bir ev almış, aldığı maaşın yarısı krediye gittiği için ancak geçinebiliyordu. Ama onun kullandığı ilaçlara ödediği yüksek rakamlar nedeniyle, hatta sık sık tedavi için Ankara’ya gidip gelmek zorunda kaldığı için maddi sıkıntısı vardı. Ama bunu da kimseye belli etmemeye çalışıyordu.
Ben de bu nedenle dönemin Belediyle Başkanı’na söylemiş ve Belediye olarak kendi personeline maddi ve manevi destek vermeleri gerektiğini ifade etmiştim. Hatta Belediye Başkanı evine gitmiş, bir isteği olup olmadığını sormuş ve Haydar kardeşim de her zamanki gibi mütevazı ve alçak gönüllülüğüyle bir şey istemediğini ifade etmişti.
Tabi o dönemde Belediye yöneticilerimiz de gereken maddi ve manevi desteği vermemişti.
İşte Haydar kardeşim böyle bir kişiydi. Haksızlığı, yolsuzluğu, hırsızlığı, haramı asla kabul etmeyen mütevazı, alçak gönüllü, gözü gönlü tok, utanan, çekinen bir insandı.
O başkaları gibi yüzsüz, utanmaz, kapıdan kovulup, pencereden giren, haram-helal nedir bilmeyen, işini layıkıyla yapmayanlardan asla biri olmadı, olamadı ve bugün yakalandığı hastalığın ardından bu yalan dünyaya veda etti.
Onun vefatı ailesini, yakınlarını benim gibi, dost ve arkadaşlarını çok üzdü. Belediye Başkanımız Selahattin Ekicioğlu da onun cenazesinde gözyaşlarını tutamadı, konuşmakta zorlandı.
Cenaze törenine katılanlar, evine taziyeye gelen yüzlerce, hatta binlerce hemşehrisi onun ne kadar iyi bir insan olduğunu gözler önüne serdi.
Ne diyeyim Haydar kardeşim, ruhun şad mekânın cennet olsun.

***

Sevdiğim bir söz

“Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer, kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden.” Albert Einstein

***

Biraz da gülelim!

Çocuğun duası

Çocuğun biri dua eder.
-Allah'ım lütfen yarın anneannem ölsün…
Babası bunu duyar ama seslenmez ve ertesi gün anneannesi ölür.
Çocuk yine, “Yarın dedem ölsün” diye dua ederken, babası bunu da duyar ve ertesi gün dede ölür...
Çocuk bu defa “Babam ölsün…” diye dua eder.
Adam bunu da duyar, içini bir korku sarar, sabaha kadar uyuyamaz..
Ertesi gün ölümü bekler, fakat ölmez.
Akşam eve geldiğinde karısını ağlamaklı bulur, “Ne oldu?” der.
-Ne olacak bey… Bugün bizim kapıcı ölmüş…”