Asırlarca dünyaya medeniyet dersi verip hüküm sürmüş Türk milleti zaman geçtikçe topraklarını kaybetmiş tüm dünya üzerinde ki ağırlığını yabancılara bırakmıştı. Yıllar geçtikçe gelişen Türkiye maalesef değişen Türkiye, yozlaşan Türkiye olmaya başladı, televizyon kanalları öyle kelimeleri kattı ki Türkçe’mize.

Asırlarca dünyaya medeniyet dersi verip hüküm sürmüş Türk milleti zaman geçtikçe topraklarını kaybetmiş tüm dünya üzerinde ki ağırlığını yabancılara bırakmıştı.
Yıllar geçtikçe gelişen Türkiye maalesef değişen Türkiye, yozlaşan Türkiye olmaya başladı, televizyon kanalları öyle kelimeleri kattı ki Türkçe’mize. Ne konuştuğumuzu kendimiz bile anlamıyoruz. Çevremizde, evinizde, kahvede, iş yerinizde, okulda yani her nerde iseniz Türk örf adetleriyle uyuşmayan alakası olmayan kelimeler donatmış durumda güzelim Türkçe’mizi.
Anadolu’ nun ortasında bulunan Kırşehir’de gençlerin konuşmalarına ve iş yeri tabelalarına bakarsanız yabancı tabelaların odlukça fazla olduğunu görürsünüz. Tabi biz bunları yıllardır yazıyor ve gündeme getiriyoruz. Belediye Encümeni bu konuda yaptırım gücü olan kararlar alsın. Türkçe’ nin öncüleri Aşıkpaşa’ nın, Ahmedi Gülşehri’ nin, Yunus Emre’ nin memleketi, Türk Dilinin Başkenti Kırşehir”de yabancı kelimeler, isimler olmasın dediğimizde hani şu suyu sabuna dokunmaktan korkan, gününü yüzeysel işlerle geçiştiren mız-mız, uyuz, siyasilerin sayesin de bir yerlere gelen sünepeler var ya işte onlar her zaman olduğu gibi senin üzerine vazife mi, seni ne ilgilendirir ? gibi sözleri söyleyip durdular.
O mızmızlar, o sünepeler şunu iyi bilmeliler ki nadiren haftada iki, standart olarak haftada bir defa yazı yazdığım “ Kırşehir Çiğdem Gazetesinde “ köşe yazısı yazmaya devam ettiğim sürece Kırşehir’in sorunlarını, kurumları, kurumlardaki yalakaları, mız– mızları cesaretle gündeme taşımaya devam edeceğim. Zira biz kendimizi Kırşehir’e adamış, Kırşehir’e sevdalanmış insanlarız. Bu köşe benimse, bende köşe yazarlığı yapıyorsam insanların şerefine, namusunu dil uzatmadan, tehdit etmeden, çıkar, menfaat sağlamadan her türlü yazıyı yazar, Vali de olsa, Belediye Başkanı olsa eleştirilmesi gerekenleri eleştirir, teşekkür edilmesi gerekenlere teşekkür ederim.
Dediğim gibi ben burada köşe yazarıyım.
Teşekkür deyince aklıma geldi. Yazımı okuyan Edebiyat veya Türkçe öğretmenlerinden bir konuyu özellikle öğrenmek istiyorum. Bazen yazılarımda Kırşehir Belediye Başkanı Yaşar Bahçeci’ye ve o an görevde olan Kırşehir Valisi’ne hizmetlerinden dolayı teşekkür ediyorum. Benim bu teşekkürlerim aynı zamanda aferin anlamına geliyor mu? İlgili öğretmenlerimiz, hocalarımız bu konuda aydınlatıcı bilgi verebilirler mi. Zira çok yüksek tahsilli olmasam da iki yıllık üniversite mezunu ve kitap okuyan, araştıran, yazan, çizen birisi olarak ben teşekkürün, aferinin ne anlama geldiğini biliyorum. Ancak, kendini beğenmiş, kibirli, kasıntı, insanları görünce arkasını dönerek konuşan, herkesle toka yapıp ta bir kişiyi atlayan çok bilmiş, sözde kalbur üstü bazı muhteremler bana sen yazılarında Belediye Başkanı ile Vali Beye aferin diyemezsin diyerek eleştirdikleri de oldu. İyi güzel ben teşekkürün kimlere edileceğini, aferinin kimlere söyleneceğini bilen birisi olarak aferin demiyorum ki teşekkür ediyorum deyince teşekkür ile aferinin aynı anlama geldiğini bilmemekle eleştirdim.
Haline acınacak bu zavallı kişilere hadi oradan demekten başka cevap vermezdim. Zira suskunluk cevap vermemek en büyük asalettir. Hani Mevlana’nın “ Bir lafa bakacaksın laf mı, diye bir de söyleyene bakacaksın misali suskunluk en büyük asalettir. Yoksa birilerinden korktuğumuzdan, çekindiğimizden değil, karşımızdakini cevap verecek değer de görmediğimiz için sustuk. Yoksa çok şükür, cevap vermeyi de had bildirmeyi de, yakasını toplamayı da, halıyı çırpmasını da, tozunu almasını da, kendini beğenmiş, çok bilmişlere haddini bildirmesini de iyi biliriz.
Sadede gelelim artık, yazımın başlığı yozlaşma.
Türk Milleti olarak son yıllarda milli, manevi, ahlaki ve dil konularında çok aşırı derece yozlaşma içerisine girdik. Kimin ne yaptığı, ne konuştuğu belli değil. Her şeyi kendimize benzettik.
Kırşehir’de ikincisi düzenlenen Neşet Ertaş Kültür Festivalinin ilk gününde alana toplanmış kalabalığın içerisinde kendini bilmem ne zanneden bir bayan ön taraflara giderken elleriyle insanların aralarını açıyor ve “I Am Sorry Pardon“ diyerek ilerliyor. Aynı şekilde bana da “I Am Sorry Pordon“ dedi. Dedi demesine de benim gibi Türkçü’ye, Türk Milliyetçisine, sert kayaya çarptığının farlında değildi. “Hanımefendi siz İngiliz misiniz?” dedim, “hayır” dedi. “Kırşehirli misiniz?” dedim, “evet” dedi. “Öyleyse neden Türkçe konuşmuyorsun da İngilizce konuşuyorsun burası Türkiye, burası Türk Dilinin Başkenti Kırşehir, Türk kaşığıyla İngiliz boku yemenize gerek yok. İngilizce konuşunca çağdaş, modern, ilerici birisimi oluyorsun. İngiliz hayranlığı varsa git İngiltere’de yaşa” dedim. Bayan da sert bakışlarıyla aynı şekilde devam etti.
Bırakın, manevi konuları, ahlaki konuları, insanlık konularını; dil konusunda dahi ne kadar yozlaştığımızı, yabancı hayranı olduğumuzu üzülerek belirtmek istiyorum.
Türk demek dil demektir. Milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insanlar her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk Milletine mensup olduğunu iddia ederse buna inanmak doğru olmaz' diyen bizzat Atatürk’tür. Onun, Türkçe’nin kıymetini en iyi bilenlerin başında geldiğinin mutlaka teslim edilmesi lazım.
Maalesef içerisine girdiğimiz yozlaşmayla birlikte Türkçe’miz elden gidiyor dizini döveniniz var mı?