Türkçenin yazılı sözlü günlük kullanımında çok yanlışlar yaptığımızı kabul edelim, fakat o kadar yaygın ki bu durum hiç farkında olmayız.

Bugün bir televizyon programında tartışmacılardan biri konuşuyor: Örneğin mesela diye söze başladı. Eş anlamlı bu iki sözcük aynı anda kullanılmaz. Biri Türkçe biri Arapça olan bu iki sözcük sanki anlam farklılığı var gibi kullanılıyor. Eşanlamlı sözcükler ikilemelerde yan yana kullanılabilir: “Doğru dürüst” örneğinde olduğu gibi... “akıllı uslu” da böyle... Bu iki örnekte sözcükler eşanlamlıdır. Biri Türkçe biri yabancı. Yeri gelmişken şu ikilemeyi de düzeltelim, “eninde sonunda” ikilemesi yerleşmiş bir yanlış kullanımdır. Doğrusu “önünde sonunda” olmalıdır. Karşıt anlamlı iki sözcükten oluşan bir ikilemedir. En ve son sözcüklerinde karşıtlık yoktur. Bu nedenle ikileme kuralına aykırıdır. “İleri geri, aşağı yukarı, alt üst, iyi kötü” ikilemelerinde karşıtlık açıkça görülüyor. İkileme yakın anlamlı sözcüklerle de yapılır: “İrili ufaklı” örneğindeki gibi... Önünde sonunda bu işi başaracağız. Karşıt anlamlı iki sözcük, ön ve son...

Son zamanlarda çok karşılaştığımız bir yanlış kullanım da “... tahliye oldu” Doğrusu “tahliye edildi” olmalıdır. Eskiden denizcilikte kullanılan ikileme benzeri bir kullanım vardır: tahmil-tahliye (yükleme boşaltma) “Tahliye oldu” örneğinde tutuklu-mahkum kişiler vardır. Bu yanlıştan kurtulmak için Türkçemizde çok güzel bir sözcük var, salıvermek... “... tutuklu salıverildi.” Tahliye sözcüğünde boşta kalmak, bırakılmak anlamı da vardır.

Bir türlü doğrusuna yer veremediğimiz şu “... camii” kullanımı artık kabak tadı verdi. Bu köşe yazısının çerçevesi içinde bilimsel bir yaklaşımla çeviriyazı (transkripsiyon) konusunu ele alarak konuyu derinleştirmek olanaksızdır. Ancak bu yazım biçimi çok gerilerde kalmak durumundadır. 1 Kasım 1928 tarihinde Harf İnkılabının gerçekleştirilmesinden sonra yazım kurallarında çok önemli değişiklikler oldu. Ayrıca son yüzyılda Türkçeye yerleşen Batı kökenli sözcükler nedeniyle yazım biçimleri dilimizin çevrimine uygun olarak değiştirilmiştir. Bir dil kuralları ile var olur ve kurallarına uygun olarak geliştirilir, yaşatılır.

Bu “... camii” yazım biçimi hem yazılış hem söyleyiş zorlukları olan bir biçimdir. Bu sözcüğü hem belirtisiz ad tamlaması hem sıfat tamlaması kurallarına uygun olarak iki ayrı biçimde kullanırız: Fatih Camisi - Yeni Cami - Cacabey Camisi - Ulu Cami gibi. Örnekleri çoğaltabiliriz. Bu örneklerde “Camii” biçimini yazdığımızı ve bunları söylemeye çalıştığımızı düşünelim ve zorluğu görmeye çalışalım. Böyle yazmak ancak eski alfabeye bağlı kalmakla açıklanabilir. Oysa o alfabe yok artık. Üstelik ölüm ilanlarında, cami adlandırmalarında o kadar çok kullanıyoruz ki bu dilimizin çevirimine uygun olmayan biçimi. Neden, gerekçesi ne? Ahievran Camisi ve Külliyesi ne kadar kolay yazılıp söyleniyor. İnsanlar kentimizdeki camileri adlandırırken Çarşı Camii, Kapıcı Camii diye konuşmuyorlar, işin kolayı ve güzeli Çarşı Camisi, Kapıcı Camisi biçimidir (Necmiye Alpay -Türkçe Sorunları Kılavuzu).

Yeri gelmişken yazım kurallarına bağlı olarak bana kitaplarını gönderen Ramazan Çakır öğrencimizden (e öğretmen) söz etmemek, kitaplardaki yanlışları düzeltmemek olmaz. Şimdi bu işle de ilgileniyorum. Başarılı bir dönemi geride bırakarak kitap yazmaya başlamış öğrencimizi de kutluyorum. Bende üç kitabı var, bunlar mesleğinin anıları ile oluşturulmuş çok yararlı bilgileri de içeriyor.

Edebiyat hayatının çok ilginç yönleri vardır. Yazarından daha çok bilinen eserler bu özelliklerden biridir. Örneğin Han Duvarları şiiri Faruk Nafiz Çamlıbel’i, Fahriye Abla şiiri Ahmet Muhip Dıranas’ı gölgede bırakmıştır. Ahmet Muhip Dıranas Ankara’da ortaokul öğrencisi iken Faruk Nafiz’in öğrencisi olmuştur. Edirne’deki dayısının ölümü üzerine yazdığı bir şiiri sınıf arkadaşları Faruk Nafiz’e gösterdiklerinde, henüz ünlü olmamış şairimiz, bu arkadaşınıza söyleyin böyle şeylerle uğraşmasın dersine çalışsın demiştir. Rastlantıya bakın ki bir süre sonra Faruk Nafiz Kayseri Lisesi edebiyat öğretmenliğine atanınca yerine Erzurum’dan Ahmet Hamdi Tanpınar gelir. Aynı şiiri arkadaşları Ahmet Hamdi’ye de gösterirler, o da, söyleyin bu arkadaşınıza akşam evime gelsin der. Akşam öğretmeninin evine giden Ahmet Muhip, tek odadan ibaret eve girince Ahmed Hamdi’yi kitapların içinde bulur. Henüz ünlü olmamış Ahmet Hamdi, öğrencisine yerdeki bir kitabı göstererek al o kitabı oku der. Kitap, Charles Baudelaire’in ünlü eseri Elem Çiçekleri adlı şiir kitabıdır. Ahmet Muhip, hocam ben Fransızca bilmiyorum derse de hocası, öğren öyleyse diyerek öğrencisini gönderir. Altı ay sonra kitabı okumuş olarak Ahmet Muhip ikinci kez hocasının huzuruna çıkar ve ondan gerekli övgü ve nasihatleri alır. Ahmet Muhip henüz 16 yaşındadır. Fahriye Abla şiiri Ankara’da Devlet Demiryolları lojmanlarında otururlarken aşık olduğu komşu kadın için yazılmıştır. Yıllar sonra 1980’li yıllarda Fahriye Abla İstanbul’da bulunur ve TRT’de bir programa davet edilir. Programcı kendisine, şiirde “En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya” dizesinin gerçek olup olmadığını sorar. Yanıt çok ilginç: Hayır Erzincanlıya filan varmadım, Ahmet Bey onu kafiye olsun diye söylemiş karşılığını verir. İşte edebiyatımızın bağımsız ve ünlü şairi Ahmet Muhip’in hayatından ilginç bir kesit. Bağımsız çünkü o dönemde Türk edebiyatındaki oluşumlardan hiçbirine katılmaz ve çileli hayatında Orhan Veli’nin gel bize katıl ısrarlarına yanıt vermeyerek edebiyatımızın özgün bir şairi olma yolunda ilerler. Fahriye Abla böyle bir şairin en ünlü eseridir. Sağlıcakla kalın.

Okuma Önerim: Zeytindağı, Falih Rıfkı Atay (Son zamanlarda gündeme oturmuş olan Suriye sorununu iyi anlamak için özellikle yöneticilerimiz bu esiri okumalıdır.)

e posta: [email protected]

telefonum: 05333 661 71 04