Çok geniş bir konu olmakla birlikte biraz daraltarak bu iki kavramı örneklerle açmayı düşünüyorum. Dilin ne olduğunu az çok biliyoruz, konuştuğumuz, yazdığımız sözcüklerden oluşan, kendine özgü kuralları olan bir kavram, bir olgu... İnsana özgü, insan tarafından oluşturulup geliştirilmiştir.
Kültür, Fransızcadan 19. yüzyılda dilimize girmiş bir sözcüktür. TDK Türkçe Sözlük’te anlamını şöyle veriyor: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin... (s.1282)
Hars, Ziya Gökalp’in kullandığı bir kavram, ekin TDK’nin türettiği bir sözcük. Bugün bunlardan yalnız “kültür”ü kullanıyoruz. Sözcüğün yirmiden fazla değişik anlamlarda kullanımı var: kültür bitkileri, kültürel, kültürlenme, kültürlü, kültür varlıkları vd...
Bu kısa tanımlardan sonra asıl konumuza, dil-kültür ilişkisine dönersek, burada önce “dil”in işlevini belirtmemiz gerekir. Dil toplumsal ve ulusal bir olgudur. Toplumsaldır çünkü bir toplumun ortaklaşa kullandığı anlaşma aracıdır. Ulusaldır çünkü her ulusun geçmişten gelen birikimiyle oluşturduğu kendine özgü bir dili vardır. Yeryüzünde günümüze kadar varlığı kanıtlanmış 7.000 kadar dil vardır. Bu dillerin bir bölümü ölü dillerdir, bugün kullanılmıyorlar. Bir bölümü de farklı gelişmişlikleri olan yaşayan dillerdir.
Yeryüzünde tamamen arı-duru bir dil yoktur. Her dil az çok bir başka dille etkileşim içinde olmuştur. Bu etkileşim durağan dillerde fazla görülmez. Bir ulus hangi uygarlık ve kültür ortamına girmişse dili de o ortamın dillerinden etkilenmiştir. Bu etkileşime sınır koymak da mümkün olmamıştır. Dil değişirken kültürde değişmiştir ya da kültür değişirken dil de değişmiştir. Kültürü yaşatan, geleceğe taşıyan dildir, bu bakımdan dilimiz neyse kültürümüz de odur.
Anayurdundan ayrılan Türkler dillerini korumakta ve geliştirmekte çok zorlanmışlardır. Bu zorluklar sonunda dilimiz Türkçe olmaktan çıkmıştır. Dilimiz neyse kültürümüz de o olmuştur. Arapça ve Farsçanın egemenliği altına giren yazı dilimizle bu dillerin kültürlerini anlatmaya başlamışız. Arı ve duru Türk kültürü yok olmuş, yerini karma bir kültür almıştır. Bu karma kültürü de karma dil ile dile getirmişiz.
19. yüzyıldan itibaren hem dilimiz hem kültürümüz yeni bir dalgalanmaya uğramıştır. Bu da Batı’dan gelen etkilerle olmuştur. Edebiyatçılarımız yazdığı eserlerde Fransızca sözcük kullanmayı bir ilericilik olarak görmüşlerdir.
Cumhuriyet dönemi Türkçemiz için bir soluklanma, kendine dönüş dönemi olmuştur. Kısa süren bu dönem yazı dilinin kendi köklerine dönüşünü sağlamıştır.
Küreselleşmenin getirdiği olanaklar ve kolaylıklar Türkçemizi bugünkü karmaşa ile baş başa bırakmıştır. Ara sıra da olsa yönetim gücünü elinde bulunduranlar bu dil yozlaşmasına konuşmalarında yer vermişlerdir. Ne yazık ki bütün bu söylemler de sözde kalmıştır. Çelişkilerle dolu bu uygulamalara eskilerden ve yenilerden birkaç örnekle ne demek istediğimi daha anlaşılır duruma getirmek istiyorum.
Son zamanlarda duymaktan bıktığımız şu sözcüklere bir göz atalım:
Argüman, hijyen, risk, şans, varyant, stres, performans, dizayn, lansman, arena, kongre, showroom.
Bütün bu sözcüklerin Türkçe karşılıkları var.
Top oynanan tüm alanların adını “Arena” yaptık.
“Timsah Arena” tipik bir örnektir.
“Stres oluyoruz” bunalmıyoruz, sıkılmıyoruz, sıkıntıya girmiyoruz.
“Lansmana özel fiyat” veriyoruz, tanıtıma özel fiyatlarla satmıyoruz.
“Bulaşıklarımıza hijyen sağlıyoruz” temizlemiyoruz.
“Her şeyi şansa bağladık” ne olanak, ne imkan, ne de rastlantı kaldı.
Eğer bir dilci, bir Türkçeci gözüyle bakarsanız bunları görme “şansınız” vardır. yoksa bunları görme olanağınız yoktur.
“Partilerimiz kongre” yapıyorlar. Kurultay yapan var mı anımsamıyorum. Kurultay demişken aklıma geldi: Danıştay, Sayıştay, Yargıtay, Kamutay, ... Bu sözcüklerdeki kolaylığı ve güzelliği, arı ve duru oluşu görelim.
Öbür taraftan eskiyi çağrıştıran şu sözcükleri de yukarıdakiler kadar olmasa da sık sık kullanıyoruz:
Rûberu, lebalep, idame, sebebiyet, hitam, alâka, akabinde, istişare, istikşafi...
Salonlarımız tıklım tıklım dolu değil, lebalep dolu
Yüz yüze eğitim, görüşme yapmıyoruz, Rûberu görüşüyoruz.
Yaşamımızı sürdürmüyoruz, hayatımız idame ettiriyoruz.
“Virüsün yayılmasına sebebiyet veriyoruz.” sebep olmuyoruz, neden olmuyoruz.
“Bu hafta kongrelerimizi hitama erdiriyoruz” bitirmiyoruz.
“Akabinde yağmur ve kar bekliyoruz” sonunda beklediğimize kavuşmuyoruz.
“Partimizin çeşitli organlarında istişare edip, diğer partilerle istikşafi görüşmeler yapacağız, danışıp araştırmayacağız.
Bu çelişkiler nasıl açıklanabilir? Sorumluluk yerinde olanlar buna ne derler?
Şimdi bizim kültürümüz ne, hangi dille bu kültürü yaşatacağız.
TDK’nin Türkçe Sözlük’ünün (Ankara 2005) herhangi bir sayfasında (1210-1211) 50 tane sırabaşı sözcük var, bu sözcüklerden 48 tanesi yabancı kökenli, 2 tanesi Türkçe kökenli. Bu sözlüğün sunuş yazısında sözlükte 104.481 söz varlığı olduğu belirtilmiştir. Ancak bu söz varlığının köken olarak hangi dillerden geldiğinin sayısal verileri yoktur.
Sağlıkla...
Okuma önerim: Soğansız Yemek, Havva Mutlu (Kırşehir Lisesi Mezunu)
epostam: [email protected]
telefonum: 0533 661 71 04