Bundan 20-30 yıl öncesiyle bugünü kıyaslarım zaman zaman, “Hey gidi günler hey!” demeden kendimi alamam nedense… O yıllardaki Kırşehir’le, bugünkü Kırşehir’i kıyaslamak mümkün değil. Bozkır, şirin, ama doğal bir Kırşehir vardı o zaman… Şimdi her geçen gün modernleşen, ama sevgisiz, saygısız insanların arttığı bir Kırşehir var ne yazık ki… Çocukluğumda sık sık İkizarası’nda, Üçgöz’de ırmağa girer, yüzer, balık tutardım arkadaşlarımla… Şimdi? Bırakın yüzmeyi, balık bile tutamazsınız.

Bundan 20-30 yıl öncesiyle bugünü kıyaslarım zaman zaman, “Hey gidi günler hey!” demeden kendimi alamam nedense…
O yıllardaki Kırşehir’le, bugünkü Kırşehir’i kıyaslamak mümkün değil. Bozkır, şirin, ama doğal bir Kırşehir vardı o zaman…
Şimdi her geçen gün modernleşen, ama sevgisiz, saygısız insanların arttığı bir Kırşehir var ne yazık ki…
Çocukluğumda sık sık İkizarası’nda, Üçgöz’de ırmağa girer, yüzer, balık tutardım arkadaşlarımla…
Şimdi?
Bırakın yüzmeyi, balık bile tutamazsınız. Kirlendi, kirletildi.
İkizarası’ndan Üçgöz’e kadar söğüt ve kavak ağaçları arasından kıvrım kıvrım akan, pırıl pırıl Kılıçözü’nden eser kaldı mı şimdi?
Yok, yok!..
Peki her şeyi bırakalım da o yıllarda sevgi ve saygıdan eser var mı şimdi?
Bir mahallede cenaze oldu mu, o mahallede düğünler yapılmaz, eğlenceler düzenlenmezdi.
Şimdi?
Bir mahallede cenaze var, 50 metre ileride vur putlasın, çal oynasın davullu-zurnalı düğünler…
Kırşehir’de benim çocukluğumda ve gençliğimde bırakalım amcamızı. Dayımızı, halamızı, bir büyüğümüzü gördük mü selam vermeden, el öpmeden geçemez, saygıda kusur edilmezdi? Kötü alışkanlara kimse müsaade etmezdi.
Şimdi?
Bırakın mahalledeki komşumuza, amcamıza, dayımıza, halamıza saygısızlık had safhada. Büyük yok, küçük yok. Saygı yok, sevgi hiç yok. Ulu orta sigara içmek, kafa çekmek had safhada. Ayıp ta, saygı da kalmadı!
Neden böyle olduk ki?
Sevgisiz, saygısız, bencillik, ikiyüzlü, riyakâr insanların hakim olduğu şu dünyada hiçbir şeyin ne tadı kaldı, ne de tuzu!
Akrabalar artık birbirlerine gitmez, konuşmaz oldu?
Dedikoduculuk, nifaklık ve bencillik aldı başını gitti!
Korkuyor insanlar biraraya gelmekten. Neden arkadan gelecek dedikodudan, nifaktan…
Bazen Kırşehir’den göçüp yaban ellere giden hemşehrilerimle görüşüyor ve sohbet ediyoruz. Bir kısmı iş ve aştan Kırşehir’den göçmüş, büyük kısmı da dedikodu ve hasetlikten bıkıp yıldığı için ana yurdu, baba ocağını terk etmek zorunda kalmış.
Evet, acı amı gerçek.
Sevgisiz, saygısız, bencil bir toplum olduk.
Bunun en büyük nedeni ekonomik mi dersiniz, gelişen dünyamız ve teknoloji mi dersiniz, ne derseniz deyin dünyamız iyiye gitmiyor.
Savaşlar, cinayetler, hırsızlıklar günden güne artıyor ne yazık ki!
Evet, artık bir ailede eşler birbirine, hatta çocuklarına güvenemez oldu!...
Bir süre önce Kırşehirli bir hemşehrimle sohbet ediyorum. Sağdan soldan derken, lâf lâfı açarken, işinden, eşinden bahsetmeye başladı.
Bu hemşehrim daha önce bir kamu kuruluşunda memur olarak çalışırken, istifa ederek serbest ticarete başlamış. Bir-iki yıl derken biraz para kazanıp bir ev ve araba almış. Eşi hemen “Evi ya da arabayı benim üzerime yap!” demeye başlamış.
Hemşehrim eşinin şaka yaptığını sanarak bu talebe kulak tıkamış. Aradan birkaç ay geçmiş ki bir noter arkadaşından telefon gelmiş, “Eşiniz burada. Senin üzerine kayıtlı olan evin kendi üstüne çıkarılmasını istiyor. Tapuyu alıp gelmen lâzım!” demez mi?
Tabi bu durum karşısında adeta beyninden vurulmuşa dönen hemşehrimiz notere gitmiş, eşini biraz fırçalayıp, böyle bir şey olmayacağını, zaten Medeni Kanunda eşlerin malının ortak olduğunu söylemiş.
Aradan bir süre daha geçmiş, eşi yine aynı istekle karşısına çıkınca, bakmış olacak gibi değil, hemşehrim iki çocuğunun annesi olan eşiyle boşanmış.
İşte böyle.
İnsanlar bencilleşmiş, benden sonrası tufan diyor.
Her şey para, mal, mülk olmuş. Mutluluk ve sadakat arayanlar, eşine kıskançlık duyanlar azınlığa düşmüş. Böyle olanlara da toplum olarak artık şaşı bakar hale geldik.
Ne kadar acı değil mi?
Burada yeri gelmişken, evli bir çiftin sevgi ve saygısını, birbirlerine olan kıskançlığını anlatan bir hikâyeyi siz değerli okurlarımla paylaşmayı da uygun gördüm…
Adam genç eşini çok seviyor, bir o kadar da kıskanıyordu. Öyle ki iş yerinde yemek verildiği halde, her öğlen o uzun yola rağmen evine gidiyor, eşiyle birlikte yemek yiyordu. Kadın, eşinin sadece yemek yemek için geldiğini düşünüyordu.
Bilmediği bir şey vardı eşi kendisini kontrol ediyordu. Bu bilinmeyenle uzun süre birlikte yediler yemeklerini taa ki adam gelip de eşini evde bulamayana kadar.
Kapıyı açıp seslendi eşine ses yok… Odaları gezdi bir bir… yok…yok…yok… Telefona sarıldı hemen. Kapalıydı kadının telefonu. İrkildi birden. “korktuğum başıma geldi, kesin aldatıyor beni” diye düşündü.
Tanıdığı herkesi aradı ailesi, arkadaşları, aile dostları, komşuları hiç kimse görmemişti kadını saatler geçiyor kadından ses çıkmıyordu.
Akşam oldu adam evin içinde ümitsiz ve karışık düşüncelerle dönüp duruyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte adam kararını vermişti boşanacaktı, avukat arkadaşına giderek dava açtırdı. Kesin aldatmıştı kocasını ve dönmeye yüzü yoktu, artık herşey bitmişti.
Eve dönünce eşine ait ne varsa attı. Resimleri yırttı, elbiselerini yaktı, takılarını karşılıksız verdi bir eskiciye… Geriye sadece bir Sevgililer Günü kartı kalmıştı. Bu kartta da ”Hep seninim…hep senin kalacağım…” yazıyordu üzerinde. Adam nefretle bakarak duvara astı kartı, uzun uzun baktı elinde tuttuğu su bardağını sıktığının farkında bile değildi. Elleri kan içinde kalmıştı ama o görmüyordu bile.
Telefonun sesini duyduğunda ancak fark etti elinin acıdığını ve kan içinde kaldı. Açtı telefonu…
“Buyrun” dedi adam.
“İyi günler beyfendi …….. beylerin evi mi?”
“Buyrun benim”
“Ben ……….. hastanesinden arıyorum. İki gün önce yaralı bir bayan getirdiler hastanemize. Henüz bugün kendine gelebildi sizin isminizi öğrenebildik hemen gelebilir misiniz?”
Adam yığıldı, olduğu yere yanlış duymuş olabilir miydi.
“Kesin sevgilisi dövdü” dedi içinden… Gitmekle, gitmemek arasında bocaladı birden. Sonra “gidip yüzüne tükürmeliyim” diye düşündü. Fırlayıp çıktı sokağa…
Attığı adımların sesini duyuyordu sadece koştu, koştu…
Hastaneye ulaştığında nefesi tıkanmıştı. Danışmadan eşinin kaldığı odanın numarasını öğrendi, artık biliyordu ki anlatılan doğruydu, eşi yaralıydı ama neden?
Merdivenleri nasıl çıktığını hatırlamıyordu. Kapıya geldiğinde doktorları gördü. Kendisini tanıttı ve eşini görmek istediğini söyledi.
Doktorlardan birisi başını öne eğdi “başınız sağ olsun eşinizi kurtaramadık” dedi.
Adam kendince aldatılmışlığın acısıyla mı, yoksa sevdiği için mi bilinmez, bakamadı eşinin yüzüne son kez… Cenaze işlemlerini bile eşinin ailesine bıraktı.
Aradan 10 gün geçmişti. Adam iyiden iyiye yıpranmış, çökmüş, sanki hayattan elini eteğini çekmişti. Devamlı duvarda asılı duran karta bakıyordu.
O arada kapı çaldı. Genç bir kurye, büyük bir paket bıraktı kapının önüne. Gülümseyerek “doğum gününüz kutlu olsun efendim. Eşiniz 10 gün önce ayırdı hediyenizi ve bugün için size teslim etmemizi tembihledi. Çok şanslısınız beyefendi” dedi ve çıkıp gitti.
Ne yapmalıydı bilmiyordu adam. Açtı kutuyu elleri titreyerek, bir kazak vardı en üstte “çok beğenmiştin bu kazağı. Ama bana elbise alabilmek için vazgeçmiştin bundan. Güle güle kullan aşkım” yazılı bir kâğıt iliştirilmişti.
Bir paket daha vardı kutu da, açtı… Saatti bu. Yine bir yazı: “Eve geleceğin zamanlar, geç kaldığın her dakika ölüm gibiydi. Umarım artık geç kalmazsın.”
En altta da bir kart vardı. Sanki sonunu biliyormuş gibiydi yazdıkları “son olacak belki, belki de hep yanında, hep birlikte kutlayacağız. Bizli nice yıllara aşkım…”
Genç kadın, eşi için seçtiği hediyeleri, doğum gününde teslim edilmek üzere bırakmıştı mağazaya… Dönüşte şarjı bittiği için telefonu kapanmıştı. Yolun karşısındaki kulübeden eşini aramak istemişti, “merak etmesin” diye ama hızla gelen arabayı fark edememişti…
Nerde böyle sevgi ve saygıyla hayatını birbirine adayan eşler, aileler?
Her şey moda oldu, demode oldu!
Eskiden baba ve ana oğlunu evlendirmek isterse, hangi kızı beğenmişse erkeğin ona karşı çıkması mümkün olmazdı? Görücü usulü ile evlenilir, boşanmak nedir bilinmezdi?
Şimdi televizyonlardaki evlenme programlarında eş arayanları izliyoruz, bazen utanarak, yüzümüz kızararak bizler.
Ama oraya çıkanların ne yüzü kızarıyor, ne utanıyor, ne de ailelerinin…
Birbirlerinden elektrik almışlarsa önce çaya çıkan, ardından birbirlerine aşkını itiraf edenler, üç gün sonra elektrikleri kesilmiş, sigorta atmış olmalı ki yollarını ayırmışlar, evlenmekten son anda direkten dönmüşler! İyi ki dönmüşler. Nasıl olsa evlenmek te, boşanmaktan moda oldu.
Bu hale geldi gençliğimiz ne acı ki?
Şimdi soruyorum sizlere…
Biz böyle bir millet değildik, nasıl bu hale geldik?
Biz nasıl böyle sevgisiz, saygısız, bencil insanlar olup çıktık?
Biraz da gülelim!

KUAFÖR
Adam, lüks erkek kuaföründe oturmuş bir yandan sakal tıraşı yapılırken bir yandan da elleri manikürlenmektedir.
Manikürü yapan sarışın adamın ilgisini çekmekte gecikmez, "Güzelim, bu gece benimle çıkmaya ne dersin??"
Kız gülümser, "Özür dilerim ama ben evliyim."
"Boş versene" der adam, "Seninkine telefon et bu gece işin çıktığını eve gelemeyeceğini söyle!"
"İstersen sen söyle, şu anda seni tıraş ediyor..."
***

Sevdiğim bir söz

“Bencil insan, tek başına kalmış meyvesiz bir ağaç gibi kurur gider.”
(Turgenyev)