Adeta isyan edercesine, haykırırcasına “Kırşehir Çiğdem” Gazetesindeki köşemde yazarak defalarca gündeme getirdim riyakarlığı. Bu yazılarımdan dolayı Kırşehir’de bulunan tanıklarımdan, vatandaşlardan “Kırşehir’i sen mi düzelteceksin, Türkiye’yi sen mi adam edeceksin, bu işler sana mı kaldı? Düzen de, sistemde bu şekilde işlemektedir, herkes işini bir şekilde hallediyor, devir uyanık olma, iş bitirme devridir, bunlarla fazla uğraşma, çalışan dürüst insanı Allah bilsin, bazı şeyleri Allah’a havale etmek gerekir” gibi eleştirenler ve nasihat verenler oldu.

Adeta isyan edercesine, haykırırcasına “Kırşehir Çiğdem” Gazetesindeki köşemde yazarak defalarca gündeme getirdim riyakarlığı. Bu yazılarımdan dolayı Kırşehir’de bulunan tanıklarımdan, vatandaşlardan “Kırşehir’i sen mi düzelteceksin, Türkiye’yi sen mi adam edeceksin, bu işler sana mı kaldı? Düzen de, sistemde bu şekilde işlemektedir, herkes işini bir şekilde hallediyor, devir uyanık olma, iş bitirme devridir, bunlarla fazla uğraşma, çalışan dürüst insanı Allah bilsin, bazı şeyleri Allah’a havale etmek gerekir” gibi eleştirenler ve nasihat verenler oldu.
“Allah bilsin yeter.”
Ne güzel ve standart bir söz.
Sözde yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğunu söylediğimiz ülkemizde kulunun yaptıklarını Allah’ın bilmediğini söyleyen mi var? Allah her şeyi bilen ve görendir. Doğru, dürüst, namuslu, ahlaklı çalışkan, karakterli şerefli insanları da biliyor, iki yüzlü riyakarları da, yalakaları da biliyor. Bundan ötesini söyleyen var mı? Hiç kimsenin Allah bilsin demesine gerek yok. Biraz da kulu bilse, kulu görse çalışkanın, dürüstün, doğrunun hakkını teslim etse, yalancı, iftiracı, riyakar ve iki yüzlülerinde defteri dürülse, iş yerlerine huzur gelse kötü mü olur?
Ne yazarsak yazalım riyakarlık, yalakalık, iki yüzlülük bazıları için meslek haline geldi. Bu iğrenç durum gün geçtikçe hızla çoğalmaktadır. Resmen sistemin, düzenin, hayatın parçası oldu.
Kırşehir gibi Anadolu’nun küçük ve mütevazi ilinde dahi o kadar çok var ki riyakarlık denen sanat erbabından. İnsanlar iki yüzlülüğü dahi bir tarafa bırakarak çok yüzlülüğe yöneliyorlar. Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi “çok yüzlüleri görünce iki yüzlüleri arar olduk.”
Söyledikleri ayrı, icraatları ayrı, gösteriş budalası insanlar mantar gibi çoğalmaktadır. Konuşmalarına, kıyafetlerine bakarsanız mangalda kül bırakmazlar ve Şeyhül İslam zannedersiniz, kültür abidesi, ilim adamı zannedersiniz, iyi bir insan, kaliteli bir adam zannedersiniz. Ancak “Karamanın koyunu, sonra çıkar oyunu “sözünde olduğu gibi karpuz gibi dışlarının yeşil, içlerinin kırmızı oldukları sonradan çıkar ortaya.
Riyakar, menfaatkar, çıkarcı davranmak, sadece ben demek, kendi bencilliği için insanlara iftira atmak, karalamak ve bu sayede ayakta kalabilmek, köşelerde makam sahibi olmak bir çok kişinin yaşam tarzı oldu. Yani tiyatroyu iyi oynayarak topluma, insanlara, çalıştıkları kuruma nasıl faydalı oluruz, nasıl üretiriz, nasıl verimli oluruz ? anlayışı yerine riyakarlığı tercih etmektedirler. Bu durum Ankara’da aynı, Kayseri’de aynı Kırşehir’de de aynı. Maalesef iyi insan olmak, üretken, verimli olmak gibi kutsal hedefler zor geliyor bazılarına. Bu nedenle elinden hayır ve şer gelmeyenler riyakarlığı tercih ederek istedikleri hedeflere kolay yoldan sahip olmaktadırlar.
Ne yapsın adamlar, boş durup, boşa çalışmak varken, idarecilerin, yöneticilerin yanında çalışıyor gibi görünüp, bir sağa, bir sola kıvırmak ve diklemesine koşmak gibi gösterişli kolay yollar varken, üretmek, verimli ve faydalı olmak gibi zor emek ve alın teri isteyen hedeflerle kim uğraşacak. İş bilenin, kılıç kuşanın sözünde olduğu gibi bu tarz adamlar işi iyi biliyorlar. İşi bildikleri içinde istedikleri gibi at oynatıp, minareyi çalıp kılıfına uyduruyorlar ve en önemlisi kendilerini kabul ettirerek el üstünde tutularak makam sahibi oluyorlar, köşelerde yer tutuyorlar.
Çözümü, derdi, devası bulunamayan riyakarlık (yalakalık ve münafıklık) kanser gibi insanlığı eriten, bitiren baş belası sorun haline gelmiştir. Bir Allah’ın kulu da dur demiyor. Demedikleri içinde riyakar ve yalaka tayfaları zatı muhteremler üretken, çalışkan, verimli ve faydalı insanların ürünlerini, emeklerini hırsızlık yaparak, çalarak üzerlerine oturuyorlar.
Kırşehir’de faaliyet gösteren özel ve resmi kurumlar da yıllardır riyakarların el üstünde tutulduğuna, doğru, dürüst, çalışkan, verimli ve üretici çalışanların isimlerinin dahi bilinmediğine ve dışlandıklarına şahit olmaktayım.
Döneme, düzene ve sisteme göre ayağını uzatan yalaka ve riyakar zatı muhteremler dünya da yer elde etmek, köşelerde yer kapmak, şirin görünmek için Allah’tan korkmadıklarından, kuldan utanmadıklarından, dilin kemiği olmadığından günahların en büyüğü olan iftirayı rahatlıkla atabilmekte, riyakarlık yaparak yalanı söyleyebilmektedirler. Çünkü bunlar emeğe, alın terine saygısı olmayan hırsız fare gibidirler. Nasıl olsa iftira atmanın ve yalan söylemenin cezası yok, aksine ödülü var. Kıvırmayı ve kıvırtmayı her zaman, her dönem çok iyi yaptıklarından önleri açıktır riyakarların. Allah korkusu yok, Allah rızası için bir şeyler yapmak yok, insanlık için bir şey yaptıkları yok, köşelerde yer tutsalar da çalıştıkları kuruma faydaları yok. Ama adam yerine de konuluyorlar oda ayrı bir dert.
Bir de anlayamadığım başka hususta bu riyakarlar kuruyorlar sac ayaklarını, atıyorlar iftirayı, söylüyorlar yalanı, yapıyorlar ispiyonu sonra da hiçbir şey olmamış, hiçbir şey yapmamış gibi utanmadan iftira attıkları, yalan söyledikleri insanların, arkadaşlarının yüzlerine de bakıyorlar. Ama anladığım başka bir konu da bu sanat erbabı insanların yüzlerini camız derisi kaplamış,
Necip Fazıl “İnsan bu birinden nur akar, birinden kir” sözünü söylerken bu günleri düşünerek söylememiş herhalde…